Boş vermişliğin bir kuram olduğu
gerçeği ve tüm o düş palazı acıların neye tekabül etmesi gerektiği…
Yaftalandığımız kadar kendimize
öykündüğümüz belki de en seyrek nida duyulması pek de imkân dâhilinde olmayan.
Serbest bir atış yapıp da
tosladığımız boşlukta, aşka hürmeten bir safsata sunan evrenden alacaklıyız ne
de olsa. Kim mutlu olmuşsa aşkın hatırına ve üzünç kökenli bir özlemle de
sırdaş olduğumuz…
Hükmünü yitiren zaman ve kimi insan
ya da tam tersi: günbegün daha da değere binen.
Aslına biat dünden çok da medet
ummalı belki de seğiren zamanda bir bukle de olsa nasiplendiklerimizle
ettiğimiz her temaşada, asla önyargıya kapılmadan sevmenin mülkiyetine kavuşsak
keşke: her yeni insanda ve her eski anıda bir de boş vermişliğin mizacına uygun
boyutsuz sevip boyutsuz serilsek yüreğin rahlesine.
Hakkını verdikçe hayatın gerçi ölüm
en güçlü maruzatımız her yarım hikâyede başkahraman olduğumuz gerçeğine atıfta
bulunduğumuz kadar sevip de gömdüklerimiz: kisvesi de işvesi de saklı her
yürekte.
Gök gürültüsünden korksak da
yağmurdan kaçamıyoruz madem üstüne üstük rahmetin matemine de mahremine de
vakıfız yine insanlığın bilançosuna şerh düşen doğum ve ölüm arasında sayısız
zikzak çizip sayısız kayıpla iştigal aslında yüreğin tamirine binaen umutla ve
gerçeklerle sırdaş olduğumuz.
Gün özrünü sunarken.
Gece ise elemine buyur ederken.
Kayan bir yıldızdan bile alacaklı
isek vay halimize.
Alıngan mizacın baş ağrısına
sebebiyet veren bir ihmal bile sınırları zorlarken.
Göğün renklerine sahip çıkıp belki de
renkler iken bize sahip çıkan ve yoluyla yaşamak belki yaşamı yordamak.
Zamanı tensiye eden bir rabıta belki
de ölümsüzlüğün kıyama durduğu her duada bizler varlığımızı yok sayıp
nefsimizle savaştığımız her rakımda kim bilir nasıl rekorlarını duyguların kırıyoruz
hem de defalarca yine de uzamında duyguların sefil bir dervişe meylediyoruz
günün sarkacında iken himayesi evrenin ve gözlerimizde saklı iken rengi
sevginin.
Kaymak.
Kandırılmak.
Kanmakla kandırmak arasındaki o ince
çizgi en çok da kendimizi kandırdığımız belki de karambola giden hayallerin
rövanşı her kandığımız tıpkı sevdanın meltemi; tıpkı sızının ilacı; tıpkı ıslah
olmak düştüğümüz o ıssız adada aslında vakıf olduklarımızla ısrarcı bir uzlaşma
içerisinde bulunduğumuz.
Sözcükleri eğip bükmeden.
Sözden evvel hissiyatın
doğurganlığına talip.
Sevgiden yamadığımız; cefadan
taradığımız acılar ve derlediklerimizle dertlendiklerimiz arasında gidip
geldiğimiz tıpkı ihya edilesi hayatın iflah olmadığımız sularında metazori
fırtınalara maruz kaldığımız hele ki sevginin yaşatma gücünde bulduğumuz ve
bulunduğumuz takdirde cennete dönen bir masal diyarı adına dünya denen dergâh
tıpkı mutluluğun şakıdığı ve yarınlara duyulan özlem hatta ölüme bile
özendiğimiz kadar insanlığımızla dolan rahmetin doyumsuz tadı adı bir menkıbe
kadar yüreğe iyi gelen bir satırda bükemediğimiz eli öpüp de başımıza koyarken.
Kara kuru bir cümle belki yağız bir
delikanlıya özenen süt liman bir gölge…
Haniler yitip giderken devşirme tümü
ihanetlerin.
Yakamoza tutkun geceye derledim tüm
şiirleri.
Geniş ölçekli bir yordam tam da
sırası demenin saati mi olur, diyenlere bir gönderme.
Zamanın şafağı attık atalı doğmaz
oldu ümitlerim sanki balyalarca öfkeyi şafağa astı kara kartal.
Sonrası olmayan günler mi gördü
kadınsız adamların adam boyu yalnızlığı ile erkek milletine gönderme yapan yine
bağnaz ve tutucu bir yolcu.
Aklını devşirmekse önem arz eden
belki de yitimi tüm öznelerin, ben olmaya özenip biz olmaktan aciz aslında tüm
tekil ve çoğul şahısları içinde biriktiren bir külliyat.
Zaman depozitosunu peşin ödedi madem…
hadi, irkilin irkilebildiğiniz kadar, siz münafık suretler ve seğirtin cümle
cümle…
Kan çıkmaz diyen adamdan dertli
evren: kan da çıktı kansız da çıktı bu cehaleti mimleyen yalanların tanrısına
atıfta bulunduran bir meleği bile ihbar eden sen, teneşir budalası.
Zamanın kanatlarında noksan lekeler
kondurmuşuz meğer: kayıtlı günahlar ve asılı kaldığımız yazın göğü… en son
betimlemeyi ihmal edip içindeki yalanı da ihbar etmeyi unutan iblis benzeri
kıstaslarda gelip geçen zamanın ve güzelliklerin müridi şahin bakışlı adam.
Hazanda top yekûn kayıtlı iksiri
sıcaklığın sanki zan altında tüm dünya tüm yükü de sırtlamışken şu muhlis
insan: kimin eli kimin cebindeyse gıdıkla da gülsün içimdeki derviş acılar
sonrasına akıl sır ermeyecek madem, eriyelim hadi buz misali kemiklerimizi
ısıtan Ağustos’tan bile dertli iken zemherilerde üşümeyi de pek bir sevip sıcak
yataklarımızdan çıkmadığımız o soğuk kış gecelerini özledik mi ne?
Zalim olduğumuz kadar nankör belki
beynamaz belki afra tafra yapmayı pek bir seven ve içlenip gülmeyi özleyen bir
deyiş kadar sıradanlık muadili bir yürekte saklı tuttuğumuz kadar farkında
olmayı özlediğimiz…
Güncemizden firar ettik şahika misali
imgelerin suyunu çıkardık sonramızı ihmal edip dünle kavrulduk ve
meziyetlerimizi sıraladık bir bir…
Vakti şimdidir deyişlerin içimizde
çemkiren o hokkabazı bile ağlatmayı başaran zaaflarımızla baş göz ettiğimiz
kadar istişare yüklendiğimiz bir günü daha sonlandırırken…