Ufkun hizasında bir ev var; mağdur düşlerin uğramaya tenezzül etmediği bir sıradanlık saklı içimin mavisindeki evde.

 

Tüy dolu bulutların uçuşan acılarından sarkan nidalar ve terennüm erbabı bir içimlik mutluluk dolu gölgeler.

 

Haşmetli esvapları var insanların ve tüy sıklet yalnızlık.

 

Aşkın nidalarına karışan sessizlikte saklı evrenin ithamı aslında sular kadar duru ve berrak o taşkın nehirlerde yüzen sevaplar; rencide edilesi mizacın dokunaklı külliyesinde sır yüklü kırık aynalar.

 

Cefanın biri bin para ve aşkın tüttüğü her durakta yalpalayan tekerlekler yine de için için yanıyor yüreğin kandili ve mızraklar saplanıyor kötülüğü boykot eden iyimser gülüşlere de toz kondurmazken bulutlar.

 

Şehrin isine yenik düştü gece bir de dirilen dingin ruhunda öykündüğüm her sureti dost bildiğim için, rahat içim belli ki efkârın dozu fazla kaçtı son zamanlarda.

 

Börtü böcek kaçışıyor her adımında beşerin yürekler de aşılıyor, indinde makberin can çekişiyor dirhem dirhem sunulan vicdana yüz sürerken kelaynak kuşları, hep örtülü nizamlar…

 

Serkeş kaleler var fethedilmeyi bekleyen ve her ukdeyi yok sayan uhrevi bir coşku yine aşkın feryadı.

 

Görücüler çalıyor kapısını komşu kızın belli ki rehavet çökmüş evdekilere: ne kapıyı açan var ne de mutluluğu içeri buyur eden.

 

Su testisi yolda kırılıyor ve damaca, tahtına kuruluyor mazinin.

 

Ne suyun tadı kaldı ne de insanlığın ne de olsa yolda kaldı tüm öykündüğümüz onca rahmet belli ki cafcaflı günce devri sona erdi bizler ki eriştiğimiz lale devrinde, hep somurtuk çiçekler olduk ve solduk ansızın yine de gök kubbe terennüm ediyor güneşe ve İlahi aşka.

 

Benzemiyor kimse kimseye yine de yanılgı yüklü suretler.

 

Aşkın mayasına ne çaldıysak yoksa aşkın da mı közüne lanet okudu iblis ve şaibeli mısralarda yitip gitti mi dertli şair?

 

Derdest olmuş yürekler kapış kapış bu aralar.

 

İlahi Gücün rahmetine sığınan her gölge de efkârı yok sayıyor ve hüznü katıksız eleyip huzura kucak açmış tıpkı bombalanan yüreğim tüm patavatsızlığı ile aşka yenik düşmüşken sefasını sürüyorum bu aralar: en çok da hüznün.

 

Miadı dolan bir şarkı nasıl ki tedavülden kalkıyor ve hınca hınç insan izlekleri.

 

Birbirine kök söktüren mucizevî doğasında ihtirasın hep ses kaybı yaşıyor insanlık.

 

Önce susuyor sonra da yüreğini susturuyor yine de evet, yine de farklı olmaktan başka ne gelir elden?

 

Öncesini kundaklayan bir yangından ne zarar gelir?

 

Aşkın ataşesinde belki yüreğin celbi iken sondan bir önceki hikâye.

 

Sevgi nasıl diriltiyorsa ölü hücrelerimi ve zaman yanıltsa da mekân özürlü varlığımı… şimdi kopan feryadı figanı da yok sayıp… gitmeli mi buralardan üstelik dönmemek üzere firar mı etmeli yorgun yüreğimden belki her fasılada başa alacağım bir film olacak devrik saltanatımın huşu içerisindeki o terk edilişi de makberim olacak zaman ve mekan düşerken gözlerimden ben düşmeden koşmayı becerebiliyorsam eğer… gitmenin ne anlamı var ki en çok da kendimden gidemediğim bu sonsuzluğun meali iken yalnızlığın damarına basmışken…

 

 

 


( Ne Suyun Tadı Kaldı Ne De İnsanlığın... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 13.01.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.