Farklılığın tahayyülü hani derdest
olmak da neyin nesiymiş, dercesine…
Farklı coğrafyalarda asılı
kahramanlıklar ve nidasını duyumsamak o asılı kahramanın aslında beyit beyit
içlenen bir yolcunun vakur yolculuğu: pencere kenarı yalnızlığın dışa yansıyan
hezeyanı.
Hangi kelimenin saltanatını
sonlandırsam da kendimi assam üstelik kalemin askıntı olduğu bir miat dolmadan
kapışmak kendiyle.
Dolup dolup taşan aslında cinnete
meyyal bir o kadar cenneti garantileyen.
Farklı örtüleri var hayatın; farklı
ötüşleri cennet kuşlarının; farklı zulümleri var cehennem bekçilerinin.
Yörüngesinden uzaklaşmış bir uydu
gibi aslında uymadığım haksız adalet sistemi aslında uyuyanların fişini çekme
isteğim belki de oluru olmayan bir yol hani gerçeklerin dikildiği sizin ise
diken üstünde oturduğunuz addedilirken.
Kıyısından köşesinden kemirip sonra
fırlatıp attığımız bir mısır koçanı gibi öğüttüğümüz insanlar ve sevgiyi filan
umursamadan sazımızı çalıp oynama güdüsü.
Köhne aksanlar ya da ucube frekanslar
sanki uzayın bilmem kaçıncı kara deliğine tıkılan sizmişsiniz gibi aslında tok
bir ses gümbürtüye giden; aslında aksayan yanları mekanizmanın.
İçerik analizi yapan bir istatistikçi
gibi ve beli bükülen tüm verilerin taban tabana zıt olduğu hayal zinciri.
Yukarı tükürsen gerçek; aşağı
tükürsen yalan; sağa söylensen elbet yiyeceksin o yumruğu hele ki solundan
kalkmışsa muhatabın şüphe yok ki; bir sonraki durağın acilin kapısı.
Günden geçtim; hayattan geçtim lakin
kendimden geçmedim.
Aşktan geçtim; yalanlardan geçtim ama
söz konusu çocuk oldu mu tüm iç sesimi boğup sadece o çocuğun sesine
odaklandım.
Endişelerimi bıraktım da hani ve
kaygılarımı süpürdüm halının altına sanki çok anlarmışım gibi ev işinden bir de
uyuttum mu hayallerimi yine evin düzeninde tüm düzensizliğimle karşı olduğum ev
ahalisi derken unuttum da evin yolunu ve baştan çıktı tüm duygularım.
İstanbul’un altını üstünü getirmek
gibi bir niyetim olsa da kış için sınırlı gideceğim yerler ama söz konusu insan
ve sevecen bir yürek oldu mu nereye gidersem gideyim denk düşüyorum
güzelliklere aslında karşı taraf için güzellik addedilir mi onu bilemem ama…
hele ki; söz konusu bir ilkokul öğrencisi ise üstüne üstük bu kış soğuğunda
üstünde ince bir kazak ve ayaklarında yazın esintisini taşıyan ince tabanlı
ayakkabılar…
Tamam, tamam, ayakkabılarına dikkat
etmedim ve uydurdum ama… lakin diğer tüm veriler bire bir doğrudur, değerli
okuyucum.
Kış güneşine aldansam da aldanmıyorum
işte iyi niyetin tüm kuytularını gezip deşip de insani yanımı törpülediğim her
insan ve her ayrıntı.
Ayrıntılarda boğulmak fazlaca yorucu
bu yüzden genel bir tablo çizip odaklanmalı resmin geneline.
Şehir gezgini olmayı özlediğimin de
kanıtı tüm deliller ve tedarikli çıktığım bu kısa yolculukta yüreğim
konuşmaktan yana ve insanların yüreğine doğrudan dokunduğumu hissettiğim en
güler yüzlü yanım.
Kendimden uzaklaştığımı sanıp da bir
tatile çıktığım gelin görün ki; aslında uzağında kaldığım edebiyatın albenili
dünyasını o kısacık süre içerisinde nasıl da özlediğim.
Soyutlanmak her halükarda ve siz ne
kadar yakın bilseniz de etrafınızdakileri sizi görmezden gelenlerin sizde
yarattığı hayal kırıklığı ve yine çuvaldızı ve tüm iğne ailesini doğrudan
kendime batırıp etlerimi lime lime ettiğim.
İşte olup bitenin kısa bir özeti bir
de yolumun kesiştiği yeni bir yazarla geliştirdiğim o gönül muhabbeti epey
düşündürmekte beni.
Özet geçmek gerekirse…
Kor halini almış yazma aşkım.
Kendimi unutmak adına kendimi kendime
altın tepside sunduğum aslında hayatı ti’ye aldığımı sandığım gerçekte hayatın
beni yok saydığını görmezden gelip canhıraş bir telaşla son günlerin muhasebe
kayıtlarını tuttuğuma dair bir sanrı sanırım benimki.
Yalnızlık gibi boyutsuzluğa da söz
getirmemek adına ve yakın bildiklerimden uzağa itildiğimi görüp bu ihanetin
sebeplerini bilemediğim yine de çok fazla üzülmediğim…
Yalan söylediğim nasıl da belli,
değil mi?
Ne de olsa ipin ucunu kaçırmak
fazlasıyla tatsız ve kendime yeni uğraşılar arayıp aslında mutluluğun iki
yakasını bir araya getirmek adına tüm enginliğini uğraşılarımın yok sayanlara
nazire filan da etmeden içimdeki sessizliğe sığındığım oysaki dostlarımın
yüreklerini tercih ettiğim.
Kendimi kandırdığım çok uzun bir
zaman dilimi ve ben kayıtsız şartsız kimseler içimdeki çocuk neşemi yok
edememişken ben insani yanımla hala bonkör mizacımı seve seve yâd ettiğim ve
hangi insansa yakın hissettiğim bir gülümsemeden fazlasını yapmak istesem de
çekincelerimin eşlik ettiği…
O küçük çocuğa geleceğim yeniden
lakin örtülü ödenek misali; sığındığım bir yazıdan ve bir yazardan bahsetmek
istiyorum ve ikisi de benim için çok yeni ve gelecek vaat eden güzellikleri de
sundukları için oldukça mutlu oldum onları okurken.
Hikâye ambarından aşırdığım güzel hikâyeleri
sayesinde son birkaç günün güzel geçtiği akabinde diğer yazarın itirafında
benim de kendimi sorguladığım.
Hayali bir yazar olmak adına neden
böyle bir tercih yapmadığım lakin korkacak bir şeyimin de olmaması sebebiyle
bir mahlas kullanmadan son sürat yazmakla yanlış bir şey yapmadığımı hala nasıl
oluyor da savunuyorum bir mekanizma babında oldukça tartışılır gelin görün ki;
yazacak da çok şey var madem demenin de ötesinde bazen sıkıntıların ayyuka
çıktığı ve elimden gelenin de fazlasını yapmak yine düşerken payıma en realist
açılımla kendime dönük bir eleştiri ile kendimi geliştirmenin müdahil olduğu
bir yaşama/yazma sanatı tüm öykündüğüm.
Son birkaç gün epey baş başa
kalmışken gerçek hayatla ve ben sadece yazarak yaşamanın mümkün olduğunu
savunurken görünen o ki hayatın gizemlerinden epey uzak kalmışım.
Biraz saltanatını sürmek belki de
hayatın ya da dışarıdan gözlemlemek aslında hayata müdahil olup yaşayanlar
safında yer alıp elimdeki büyüteci kırıp bilfiil göz bebeklerimin büyüdüğüne vakıf
ve hayatı ortasından ikiye böldüğüm bu çemberde nasıl oluyor da kendimi
hayattan bu kadar soyutlamışım sorgusuna nail olup soluduğum havayı edilgen
hüviyetimden etkin kimliğime indirgeyip belki de çıtayı yükseltip daha nesnel
tanımlamalarla ikramında zorlukların, ben nasıl oluyor da her şeyin kolayına
kaçmışım, demenin iz düşümü yine tüm olup biten.
İzdiham nedeni olan elbette hayat
koşullarının şaşırtıcılığında sakin olmak iken tek önem arz eden.
İnfilak etmeden ruhum tüm izdihamı
kendimin yarattığına şahit ve payidar kıldığım duygularıma da yenilerini
eklemek sanırım fabrika ayarlarına dönmenin coşkusu ile geçmiş hüznümü tasfiye
edip yeni bir bina inşa etmenin verdiği o memnuniyet duygusu.
İşte sarmalında gerçeklerin ve gündelik
hayatın ve gelelim o küçük çocuğa aslında hep aklımda yazının başından beri
hatta ve hatta aklımdan da çıkmıyor günlerdir altı üstü çocuk ve ne olmuş yani
yol parası yeterli değilse, demenin bir ihanet olduğunu düşünüyorum belki de
yol parası demeyi yeğlediği yine karnının aç olma ihtimalinin de yüksek
olduğunu düşünürsek hiç de kolay değil hani; bir lokma ekmek için bir
yabancıdan para istemek.
Körüklenen bir huzursuzluk belki de
azat edemediğim ve ara verdiğim yazma edimi aslında kendimi yaşayan bir ölü
gibi hissettiğim gerçi yazmanın uzağında kalmam neresinden baksanız 48 saati
geçmez ama demenin bile bir lanet olduğunu düşünürsek eğer.
Konuştuğum sayısız insan fikirlerine başvurup
lakin konunun ne olduğu önemsiz.
Ve yine yüreğine ihtiyaç duyduğum
sayısız insan.
Aslında tek insan aklımdan ve
yüreğimden çıkmayan.
Aslında koca bir insanlık ve izdiham
bilfiil Hakka koştuğuma dair eşsiz bir huzur ve mutlulukla hayal kırıklıklarımı
kollarımla sarıp sarmaladığım ve hüznümü yok ettiğim yine o maneviyatın
gölgesinde ben sulanmayı ve sevilmeyi talep ederken…
Aşka dair hiçbir sunumda
bulunmayacağım zira gereksiz bir tekrar olacak ve sonra da yargılanacağım
kendimi tekrarladığım için iyi de sevgiden dem vurmak ve ara sıra aynı
betimlemeleri kollamak neden bir tekrar olsun ki?
Sevdiğimiz insanlar; ailemiz; eşimiz
dostumuz; komşularımız da aynı değil mi ya da değişiklik olsun diye eş mi
değiştirecek insanlar ya da seni seviyorum, demekten mi vazgeçecek?
Sonlanmayan bilakis hız kazanan
coşkum; yaşama sevincim ve yazma aşkım…
Rutinin ta kendisi ne de olsa bizler
hep rutin değil miyiz?
Her gün yeniden uyanan.
Her gün defalarca acıkan.
Ve bir ömür ihanet eden…
Sonra da birileri bir şeyi fazla
seviyor diye bu aşkı açığa alan…
Mutluluğu bahşeden bu coşkuya ve
yazma aşkıma sahip çıkacağım yaşadığım sürece ve atlas alfabenin otuzuncu harfi
olmayı da şerh düşüyorum işte.
Ne lades.
Ne de lal.
Ne de lav edilmiş…
Uyumsuz addedilsem de zaman zaman
Tanrının şahitliğinde en uyumlu faniyim aslında uyumsuzluk ne zaman ki
birilerine uymak adına doğrularından ve kıblesinden vazgeçmek olarak
değerlendiriliyor madem yeri geldi mi matemin bile mutluluğa pervane bir imge
özelliğini koruduğunu iddia ediyorum işte tıpkı hayata aşkla bakmayı da iddia
ettiğim üzere ve sevgimden taviz vermediğim bu evrende bir zerre kadar aciz bir
canlı olduğum/uz gerçeği ile…