‘’Böyle adama
Yaklaşmaz hiçbir güzellik
Doğduğu günden beri kalbinde bir
delik,
Almak için bütün sızıları içine.’’
(Oğuz Atay)
Duru bir söylenceyi dillendirmek
babında kayıt altına aldığım sonsuzluk hanesinde, kendimi ayıp bir kanıt gibi
bellediğim…
İçimin mavisine doluşan dolunayın
küstah parlaklığı ben ki; yıldız olma şerefine nail olduğum patavatsız
gökyüzüne bakıp dilek diliyorum.
Rayihası ömrün işte kuluçkaya yatan
mevsimin diri teninde üç beş yağmur damlası belli ki ahmakıslatana yakalanan
nadir kişilerden biriyim.
Üstünün başının tozunu alıyorum
sorularımın ve cümle sonundaki tüm soru imleçlerini çöp kutusuna atıyorum eşlik
etsin diye yazıp da buruşturduğum tüm sayfalara arkadaşlık yapsın diye.
Varlığın hümayunu mudur ne, saf kan
sessizliğin marmelat kokan nefesi ve kıkırdayan şarkılar hoşluğun peşine
düşmüşlüğün verdiği o rehavet ile şiirlerimin dizelerinin b/ağı çözülüyor.
Mevsimi olmayan bir hüzün belki de
mevsime duyduğu özlem az sonra kopacak fırtınaya hazırlık yaptığım bir şarkı
yine sözlerini unuttuğum ve ılık nefesinde umutlarında pestili çıkan göğün
kanatlarına dokunuyorum.
Taşıdığımız vitrinler ve sil baştan.
Kımıltılarına haizim bir içimlik de
değil hani; ömürlük her biri ettiğim duaların benden ziyade biz olmayı
dilediğim bir pasaj öykündüğüm uzun boylu hikayelerin de kayıp kahramanı iken.
Sözcükler devriliyor.
Sözüm ona soğuyorum hayattan.
Kıyamete delalet alametler yanlı
sözcülerin yansız ithafları iken içlerinde derledikleri her öykü.
Pastel tonlarında yalnızlığın aşkı
küçümseyen sevici gölgeler ve son sürat sevdiğim bencil varlıklar.
Ben-merkezcil olmaktan uzaklaşmak
adına bir örüntüyü sahiplenip evrene sunuyorum.
Edimlerin titrediği her köşe de bir
başına uyuyan nidalar.
Ve düşen aklıma en nankör edayla savrulduğuma
biat savunmak gayesi belki de çetrefilli bir sağanakta aradığım o menzil
saklanmak doğamda saklı iken.
‘’Yazının yazgısı mı? İnsan en
gizlisini, en dokunulmazını, en özelini yazar. Bunun dışında kalmış tek bir
satır gördün mü? Kâğıt, kalem ve senden başka tanrısı olmayan bir yalnızlığı,
göğüs kafesinden hohlayıp ısıttığın bir yalnızlığı ‘’bak, bu yara senin de
yaran’’ diye sunarsın insanlara.’’ (Ş. Erbaş)
Ve eşikten atarsın adımını derken bir
şiir geçer eşikten ve bir hikâye ve… ürperen tenindeki duadır satırların
görünmeyen yanına dizdiğin inci inci.
İnceldiği yerden de kopmaz hayat ama
sen koparsın.
Senlik nazireler kopar ve kıyamet
kopar ne zamanki kalemin ucunu kırsan.
Lal sanrılar bağırtılara kucak açar
ve Yaratan açar kucağını sen ısıttığın imgeleri allayıp pullarken bir yandan da
evrene hizmet edersin.
Susan o yaygara.
Susan lanet.
Susayan yüreğin oysaki bir ömürlüktür
susuzluğun hele ki biteviye susturulmuş künyesinde varlığın kaçmayı
beceremediğin hangi hezeyan ise yanından geçer sessizce.
Unutulmuşluğun haznesinde yorgun
kifayetsizliğin ser verir sır verir ve el verir kimisi belki de ayağına takılan
çelme ile geri kaçarsın batılında gizemin fıtratını giydirdiğin hangi süslü
cümle ise seyrine doyamazsın kuş bakışı uçuşa geçen muteber duyguların yanılgı
babında bir fısıltı dillenirken aslında yüreğin asasına attığın kazıktır
temkinsiz kalemine açtığın daha da büyük yaralar küçük yaraların da iyileşme
etkisi göstermesine vesile.
Gölgelerin devindiği kuramlar sıra
dışı olmaya dair bir ipucu ile yakalarsın ucundan hayatın ve yeniden ayrı
düşersin.
Merkez-kaç etkisi yapar kimi şiir
didiklendiğinle yetinmezsin delirmemek için yazarsın.
Ve batarsın.
Atar damarına hürmeten aşkın, aşkın
kabzasına çentikler atarsın bu kez ve dirilmenin yüzü suyu hürmetine ölümle
şereflendirirsin varlığını.
Minnet ehli midir insan yoksa yaralı
kalbin ara verdiği bir ninni midir ne zamanki çocukluğuna dönsen mutsuzluğun
rahlesinde tok gözlü bir çocuk olmanın verdiği saflıkla sahaya çıkarsın.
Unutulmaz ne de olsa: ne çocukluk
unutulur ne de sonsuzluk sonlanır.
Yazdın mı bahar gelir.
Yazdın mı kar yağar.
Yazdın mı ölümsüzlüğe damga basarsın
ve içindeki tetik tutukluk yapar ve ertelersin ölümü oysaki defalarca ölmekten
başını alamadığın her boş sayfada senin kanındır kâğıdı boyayan.
‘’Ve yazdım. Sonra yazdıklarımla
hayata baktım. Başkalarını sevecek, onurumu koruyacak, yaşadığımı hak edecek
başka bir şeyim olmadığını anladım.
Sessizlik büyür, büyür…(Ş.Erbaş)