‘’Yazmak beni iyileştirdi ve belki de daha iyi bir insana dönüştürdü. Yazma emeğiyle geçirdiğim bunca zaman ruhumu özgürleştirdi, bağımsızlık duygumu pekiştirdi. Bana; yazdıklarıma, sezgilerime ve kendime inanmayı öğretti.’’(İnci Aral)

 

Şuh mevsimin kanatlarına d/okunuyorum ve aralanan o kapıdan yavaş yavaş s/üzülüyorum içeri.

 

T/asamı ve dünümü geride bıraktım gibi gözükse de tüm dertlerime, tüm yarım kalmışlıklarıma ve ben tüm kötülüğü görmezden gelen gönül gözüme minnettarım.

 

Zamanın y/arasında ince bir sızıyım işte ve hiçliğime vakıf, varlığımla telaşlı telaşlı yol alıyorum ve içimde dinmek bilmeyen sevgiye ve coşkuya kanat takıp içimdeki Mehter marşını da sonlandırmadan bazen dilime takılan bir şarkıyı bazense Kalamış’a gidip huzur aldığım akşamüstlerini düşünüyorum her zaman diliminde ben biteviye sevginin tetiklediği sırnaşık bir sevda masalına bulaşmışken ve aşktan gözümü alamadığım gönül gözümde de kocaman bir bahçe s/alınıp duruyorum.

 

Yazarla bütünleştiğim o muhteşem cümle ve evet, ben daha da iyi bir insana dönüşüyorum günbegün.

 

Sazlıkta söylenen bir kuş gibiyim yoksa vıraklayan bir kurbağa mı?

 

Sezilerimle salındığım ve hicap noktasında hazır ol’a geçip içimdeki emir erine buyruklar yağdırdığım.

 

Tembel varlığımla dönüp de baktığımda çok çok geriye ve hala aynı masalı dinletmek yerine yeni hikâyeler kurguluyorum.

 

Yüreğimin tansiyonu asla düşmüyor çünkü heyecanla ve aşkla yaşıyorum.

 

Zamanın iri damlalarında hicvine yenik düştüğüm evren belki de nokta koymaktan kendimi men ettiğim bunca yazdığım ve yetmeyen ve ritmi azalmayan aslında aşkı andığım ve aşka bandığım gerçek yüzüm.

 

Hüznüme binaen yaşarken bir de asılı kaldığım o meyve ağacı sanırım dallarındaki meyvelerden nasiplenmek adına tepesine çıktığım bir türlü de inemediğim oysaki darağacına duyduğum özlem kısa bir süre evveline ait o perişanlık duygusuyla ölümü irdeleyen lakin hayattan da vazgeçmeyen.

 

Soytarı yüzüm belki de hani kolay kolay kimselere göstermediğim ve sadece bana en yakın duran insanlarla geçirdiğim vaktin nihayetinde bizzat kahkahalara boğduğum ve de boğulduğum.

 

Saklambaç oynayan bir çocuk gibi kimin nerede saklandığını bulmak adına al yanaklarımla ağaçların arkasına baktığım aslında ruhlarını bilip bedenlerinin çok da önem teşkil etmediği.

 

Ruhumda biriken binlerce duygu belki de bir alâmetifarika içime gizlenen mevsimin boyutsuzluğunda ben kalıcı olan her şeyi yok sayıp aslında hiçbir şeye denk düştüğümün bilincinde bu güne kadar elde ettiğim hangi başarı ise kalıcı olan pek de önemsemediğim.

 

Üç beş diploma… yıllarımı verdiğim.

Belki bir iki yabancı dil lakin yurt dışına çıkmadığım halde koruduğum bilinçli bir şekilde de ilk evvela Türkçeme sahip çıktığım.

 

Sancılı bir hayat belki de gözüken çok sıradan oysaki sıra dışılığımın bilincinde başka insanların yerine de sevebilmeyi becerdiğim.

 

Ne çok şey olmuş meğer ben yazmaya başladığım 2012 senesinin Eylül ayında sanki yeniden doğuşumu kutladığım o her masaya oturuşumda tüm hurafeleri ve ömrümün tüm yenilgilerini de yok sayıp bülbül gibi şakımaya yürek veren oysaki gül hüviyetimle gülümsemeyi en çok kendime yakıştırdığım hüzün düşkünü görünen tüm yazılarımda aslında kendimi mutlu kılabilmeyi de becerdiğim…

 

Zaman değişirken muhteviyatı koruduğum ve tüm saklı gölgeleri bir bir çekip çıkardığım ve orta yerine şehrin yığdığım aslında bir enkaza dönüşen varlığımın da yazmaya başladıktan sonra inanılmaz bir şekilde yeniden biçimlenmeyi de becerdiğimin de kanıtı iken yazmadan geçen günü ölü bir yıl gibi azığa aldığım.

 

Beyitler gibi kısa bir öz geçmiş aslında ne zamanki bir mülakata gireyim otomatik bir şekilde cv’mi insan kaynaklarına sunduğum ve girdiğim yüzlerce sınav oysaki benim benle yarışan ve tüm sınavlarda gösterdiğim başarıyı küçümseyip yeniden denediğim ve işe başladıktan kısa bir süre sonra sıkılıp istifayı bastığım amiyane tabiriyle.

 

Bilmeden yaşamak/mış benimki ve asla yaş almayacağıma inanıp yasımı filan da görmezden geldiğim ama yasadığım her duyguyu da sermek gözler önüne.

 

Savrulmak belki de beni bir ömür yoran.

 

Mantık hatalarıma karışan hissiyatım ve sayısalcı olup da edebiyata düşkünlüğümü ne yazık ki eğitim gördüğüm kurumlarda hiçbir öğretmen ya da öğretim görevlisi tarafından bana sunulmayan.

 

Tüm olanlar belli ki yanlışlık yaptığım meslek seçimimde bir arpa boyu yol gitmek için senelerimi eğitime harcayıp mesleki anlamda da gözümü en tepeye dikip nihayetinde meslek hayatıma ihanet edip belki de en çok ailemi cezalandırdığım.

 

İnsan bazı şeyleri kendine kolay kolay itiraf edemiyor ve ben yazdıkça her gün illa ki yeni bir şeyler öğreniyorum özellikle dokunulmaz sandığım kimliğimin nasıl da örselenmiş olduğuna vakıf akıllı seçimler yapmayı da es geçip iç sesimin sürüklediği her mecrada bir o kadar kendime yüklenmeyi pek de iyi bir m/eziyet sayarken.

 

Sarkacın gidip geldiği nihayetine başımı duvardan duvara vurup inzivaya çekildiğim o uzun yılların ardından da kurtuluşum yazma coşku ile gerçekleşmişken.

Kolay olduğunu söylemeliyim ne zamanki içimdeki gerginlik had safhaya ulaşsa yazarak hayata ve insanlara bakış açımda muazzam gelişimler olduğunu da elbette itiraf ediyorum ve sevgili Aral’ın da dediği üzere sanırım daha da iyi bir insan oldum üstelik gördüğüm zararın da haddi hesabı yok iken yine tüm eleştiri oklarını kendime fırlatıp kalemimi sorguladığım kadar da insanlığımı sorgulamaktan geri duramadığım.

 

Peki, öncesinde kötü bir insan mıydım?

 

Elbette hayır gerçi kim kendine kötü diyebilir ki ama bildiğim şu ki; bir ömür gördüğüm ve kötülük ve zulmün ardından değil kötü olmak kötülere karşı durmak bile akla zarar hele ki azınlıkta iseniz ve tüm zararınız da kendinize ise elbette kendime verdiğim zarar da ilk sırada o yüzden acılarla beslendiğim de koca bir gerçek yeter ki kimsenin canını acıtmayayım felsefesi ile yolunuz hidayete düşerken ve Allah rızası için yaşayan bir insanın Allah dostu olanlardan başka da kime ihtiyacı olabilir ki?

 

Göğün tentesinden damlayan damlalar sanırım sağanak pek de duracağa benzemiyor ve işte yine mevsimle eşleştiğim ve tüm aldatıları görmezden gelip sadece gerçeklerin peşinden koştuğum bir o kadar hayal gücüme sığınıp kendime sayısız dünya yarattığım hem de ufacık yaşımdan bu yana.

 

Eğer ki evin ilk ve tek çocuğu iseniz ve aileniz asla da sokakta oynamanıza izin vermiyorsa hele ki bir de dünya güzeli bir babaanneniz varsa.

 

Tek oyun arkadaşım iken zavallı kadın…

 

Bu da yetmezmiş gibi kendime hayali oyun arkadaşları yaratırken.

 

Ve sonuç: seyreyle gümbürtüyü.

 

Gülümsemeyi hep sevmişimdir fakat son on yılı devreden çıkarmalıyım eğer ki mevzu bahis gülümsemek ve mutlu olmak ise.

 

Sayısız dış faktör üstüne üstük içinizde kaynayan bir volkan da varken ve eklenen tüm dış faktörleri de yüklenip derken mimoza mevsimi geldi çattı işte ve ta içimde saklı duran yazma yeteneğimi fark ettim belki de fark eden ben değildim özellikle yazmaya yeni başladığımda bana güç veren ve kol kanat geren az sayıda üç beş insan yoksa bir kişi mi demeli?

 

Hakkını yiyemem hani bana destek çıkan kim ise aslında kendimle özdeşleşen hiçbir meslek ve meşguliyet yok iken o sıralar Tanrı bana yeni bir kapı açmış üstüne üstük diğer kapıları da hala açık ve saklı tutuyordu.

 

Temennim ne mi idi?

 

Belki başarılı bir bankacı ya da kariyerinin tepe noktasında bir akademisyen belki de çok iyi bir yabancı dil öğretmeni kendini ülkesine ve tüm çocuklara adamış.

 

Tüm bunlar için ödediğim diyetler az değildi hani ve ne yazık ki yoluma çıkan insan ve kanun denen engeller yüzünden kendimle yüzleştiğimi sanıp tüm dünyamı da karartan o hayal kırıklıklarını asla unutamam ve derken ivme kazanan özel sebepler derken araya giren nice sağlık problemi özellikle ailemle sınandığım ve bir çıkış noktası aradığım.

 

Körün istediği bir gözdü madem ben üstüne bir göz bir de uzak gözlüğüne sahip oldum.

 

Çok uzak görünen insanları ve iç dünyalarını keşfetmeye dair bir inançla yüreğimdeki coşkuyu boca ettim aslında evreni sahiplenme duygusu idi vakıf olduğum ve derken sayısız insanla kesişti yolum.

 

Bir yandan da hayatın iniş ve çıkışları hele ki hayatı on sene evvelinden takip ettiğimi de göz önüne alırsam bayağı uyumsuzluk çektim keza çekmekteyim de yine de sınıfta kaldığımı pek sanmıyorum gerçi eğitim hayatımda bir kez bile sınıfta kalmamış olmak çok mu övünç duyacağım bir başarı? Belki de hep buydu bana öğretilen ve ön görülen o yüzden başarılı bir öğrenci olmak benim tek vazifemdi bir de iyi bir evlat olmak ve arkası geldi de.

 

İyi bir arkadaş.

 

İyi bir akraba.

 

İyi bir komşu.

 

İyilerden mütevellit iyi de bakalım hayat bana gerçekten iyi davranıyor muydu?

 

Ne fark eder ki siz iyi bir insan olduktan sonra varsın kötü davransın.

 

Ve işte kaybettiğim nokta ne de olsa yüzümde maske olmadan yaşadığım bir ömrün ardından bana sunulan maskelere ne yazık ki de inanmıştım en başında gerçi hala aldanıyorum ama bu demek değil ki; karşımdaki insanı rencide edeyim ya da yok sayayım gerçi çoğu zaman yok sayılmak en ağır ceza iken…

 

Ve de tepkisiz kalamadığım ve yaza yaza kendimi iyi hissettiğim.

 

Zamana dönüp de b/aktığımda.

 

Aman vermeden yaşamak neymiş, bunu kendime sorduğumda bir de.

 

Ve de yazarın dediği üzere:

 

‘’Belki de zaman bütün acılarıyla ve bıraktığı izlerle uzun, güzel bir mevsimdir.’’

 

Ki asla da şüphem yok ne de olsa dalını arayan bir yaprağım ben uçuşan saçlarımı ıslatan yağmuru da yok sayamadığım elbet güneşin bir gün bir tek gün benim için doğacağından yana da şüphem yok iken…

 

Sevgimle.

 

 


( Uzun Ve Çok Güzel Bir Mevsim... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 8.05.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.