...
Korkut;
“Geçenlerde görmedin mi? Yunanistan feryat etmeye başlamıştı. Adamlar ‘S-400’ler
gelmesin’ diye nerdeyse yağmur duasına çıkacaklardı. “Adamlar kendi denizaltısını
bile kendileri yapıyor” diyorlar. Türkiye artık eski kabuğunda değildir,” diye
feveran ediyorlar.”
Nihal içinden
‘konuşsam tesiri yok, sussam gönlüm razı değil’ diyor. Zaman bekleyenler için
çok yavaş, korkanlar için çok hızlı, yas tutanlar için uzun, sevinenler için
kısa, ama sevenler için sonsuz yüzünü gösteriyor. Herhalde dünyanın en uzun
mesafesi; birbirini anlamayan iki insanın kafası arasındaki mesafe olsa gerek’
diye düşünüyordu.
Nihal “Hep
siyaset, hep savaş, hep dünya mı konuşacağız? Biraz da hayattan, yaşamdan,
mutluluktan, huzurdan, hatta biraz da kendimizden bahsetsek olmaz mı?”
Korkut’un Nihal’in
sözleri sonrası aklı Oscar Wilde’nin “Kadınlar sevilmek içindir, anlaşılmak
için değil…” sözlerinin çengeline takıldı. Korkut oldum olası kadınları
anlayamıyordu. Hayat bir taksi gibi değil miydi? Bir yere gitsen de, sabit
dursan da zaman denilen taksimetre işliyordu. Hataların, dolu bir hayat için
ödenen bir bedel olduğunu anlamakta zorlanıyordu.
Korkut
düşünmekte olduğunu unutmuş, suskunluk içinde geçen zamanı anlayamamıştı. Nihal’in
“Yanı başındakini anlayamadıktan sonra, dünyayı anlasan ne olur ki? Kumru kuşu
gibi ne düşünüyorsun?” Dedi.
Korkut; “Oscar
Wilde’nin ‘Kadınlar anlaşılmak için değil, sevilmek içindir,’ sözlerini
düşünüyordum.”
“İyi ya! Adam
güzel demiş. Kadınları anlamaya uğraşma, çünkü onlar anlaşılmaz varlıklardır.
Sevilmek de yaratılışları ve mizaçları gereğidir. Bilmelisin ki, hayat; insanın
cesareti oranında daralır veya genişler.”
“Tamam da
anlamadan, anlaşılmadan bir şey nasıl sevilebilir ki!”
Nihal; “Kader
bir şans oyunu değil ki, seçim sonucudur. O beklenecek değil, elde edilecek bir
şeydir. Önemli olan uzaklık değil, ilk adımı atabilmektir.”
Nihal’in
düşünceleri yavaş kırağı vurmuş gibi soğuyor, belirsiz puslu bir beyazlığa
bürünüyor, Korkut’a cesaret ve gayret aşılamaya çalışırken yüreğinin
duvarlarında çatlaklar oluşuyordu. Kılcal damarlarında dolaşan bir pelte gibi
umudunu yitirmeden ağır aksak ilerlemeye çalışıyordu. Yüreğinde kümelenen
ekşilik tadı, aynı zamanda dilinin ucuna gelip yerleşiyordu.
Korkut; ‘Yaşamı
boyunca herkes birini bulabilir, ama birbirini bulmak çok az insana nasip
oluyor’ cümlesini evirip çevirip okuyor, geleceğin belirsizliği gözünü
korkutuyordu. Bazen yanındayken bile, yanında olanları göremeyebiliyordu.
Korkut;
“İstersen zamana bırakalım,” dedi.
Nihal; “Ya beni
kime bırakacaksın,” dedi.
Korkut sustu. Nihal
kendini koca bir boşlukta hissetti. Nihal gözlerinin buğulandığını göstermemek
için başını dışarıya doğru çevirdi. İçinden Korkut’un eski sözlerinden birini
hatırladı. “Bir zamanlar yüreğime dünyaları sığdırırdım. Yüreğine dünyaları
sığdırırsın da bir beni sığdıramazsın,” diyerek içerleniyordu. Aklı ise
yüreğinin bu davranışına karşı çıkıyor, ”Hiçbir zaman garantisi olmayan bir
mutluluk için, hayatında kalıcı olan şeyleri yok etme… En çok üzülen sen
olursun,” sözlerini duymuyordu, duymak bile istemiyordu.
Korkut,
“Üzdüysem özür dilerim. Ben önce babasız, sonra da annesiz büyüdüm. Biraz
kırılganım, biraz huysuzum, biraz anlaşılmazım. Sevgisizlik ve acı beni
kabalaştırdı, biraz da durgunlaştırdı. Bu hal ise bende kalıcı gibi olmaya
başladı. Ben senin sevgine layık olamam diye korkuyor, senin gibi güzel ve
yürekli bir kızın hayallerini yıkmaktan çekinirim,” dedi.
Nihal, Korkut’u
uzun zamandır gözlemlemişti. Onun birçok eksik yönlerine rağmen, adil ve
dürüstlüğünün birçok engeli aşması için yeteceğine inanıyordu.
Nihal; “Zaten
gönül almayı bilmeyene, ömür emanet edilmez ki! Bildiğim odur ki insanın en iyi
yoldaşı onu seven değil, anlayan kişidir. Ve her yolculuk da anlamakla başlıyor
…”
Korkut; “Nihal
Hanım herkesin anlayış derecesi farklıdır. Benim sana anlatacaklarım, ancak
senin anlayacağın kadardır. Şunu da bilmelisin ki, insanların size olan
davranışları, sizin değil kendi değerlerini belirler. Yalnızlığın en kötüsü nedir?
Bilir misin? Anlamayanların arasında kalmaktır.”
Nihal; “Sevgi
Allah tarafından verilen bir nimettir. Kiminin elinde heba, kiminin kalbinde
vefa olur.”
Korkut; “Haklısın…
Heba ile vefa terazinin iki gözü gibi, hangisi ağır basarsa diğeri yok oluyor.
Arkada bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmayacak adam lazım…”
O arada
Korkut’un telefonu çaldı. Arayan Devlet Komutandı. “Korkut, her neredeysen yön
değiştir. Acilen Ankara’ya geç. Rusya’ya
gidecek heyette koruma görevi yapacaksın.
Altı saatin var.” Dedi ve telefonu kapattı.
Korkut, yol
kenarında durdu ve saatine baktı. Nihal Korkut’un yüzüne baktı. Korkut “Altı
saat içinde Ankara’da olmam isteniyor,” dedi. Ve direksiyonu İzmir Havaalanın
doğru çevirdi.
…
Devamı var
...
Ant. - 130120