TÂĞÛT VE CÜZLERİ

Mukaddime: 

Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ’nın Adıyla…

Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Rasûlü’dür…

Bundan sonra:

İnşallah bu yazımızda sansürlü/gizlenmiş kelimelerden biri olan tâğût ve cüzlerinden bahsedeceğim. Bilindiği üzere her bir diktatörün çekinmiş olduğu ve kendisine tabi olan toplumun bilmesini istemediği bazı şeyler bulunmaktadır. Bunların öğrenilmemesi için önlemler alır ve buna çok ehemmiyet gösterirler. Çünkü bunlar toplum tarafından öğrenildiği takdirde, destekçileri azalacak ve güçleri yok olacaktır. Fakat bu gizlenmesi istenen şeyler her bir dikta rejime göre değişmektedir. Ama içlerinden bir tanesi vardır ki, bu bütün İslam dışı rejimlerin öğrenilmemesi için mücadele vermiş olduğu bir şeydir. İşte bu bilgi “tâğût bilinci” dir.

Kur’an-ı Kerim’de, Allah Azze ve Celle katında imanın sahih ve kabule şayan olabilmesi için öncelikle, tâğût’un inkâr edilmesinin şart olduğu haber verilmiştir. Buna binaen öncelikle tâğût’un ne olduğu hakkında bilgi edinmemiz gerekmektedir. Çünkü bilmediğimiz bir şeyi gerektiği şekilde inkâr etmemiz imkânsızdır.

Öyleyse nedir bu tâğût?

Tâğût, “t-g-y” kökünden türeyen bir kelime olup, mastarı “tuğyan”dır. Tuğyan ise: “İsyân etmek, haddi aşmak, azgınlık ve sapkınlık” gibi anlamlara gelmektedir. Istılâhta ise -en özlü tanım itibariyle-: “Tâğût: Allâh Subhânehu ve Teâlâ dışında kendisine ibâdet edilen her şeydir.” Bu tanımı İmâm Mâlik ve diğer Ehl-i Sünnet âlimlerinden bazıları yapmıştır. [Kurtubî, Câmiu li Ahkâm: 5/248; Nevevî, el-Minhâc fi Şerhi Sahîhi Müslim: 3/18.]

Tâğûtun tanımı hakkında  bundan  başka Ehl-i Sünnet’in selef ve halef uleması çeşitli tarifler ve açıklamalar  yapmıştır. Bunları  incelediğimizde tâğûtu; Allâh Subhânehu ve Teâlâ’dan başkasına ibâdete  çağıran şeytân,  kendisine tapılan put, gaybı bildiğini iddia eden kâhin, sihir yapan sihirbaz, dîndar kılığına girerek insanları aldatan belâm ve Allâh’ın kanunları haricindekilerle hükmeden idareci  şeklinde sınıflandırabiliriz.  

Tâğût, Allâh’tan başka kendisine ibâdet edilen her şey olduğuna  göre  tâğûtların sayısını belirli bir şekilde  ifade  edemeyiz. Bunun için diyoruz ki:  Yeryüzünde  İslâm Dîni’ne yani Allâh’ın kanun ve yasalarına isyân ederek başkaldırmak sûretiyle haddi aşan ve aştıran, insândan devlete, güçten otoriteye, nefisten şeytâna, puttan kâhine kadar, canlı veya cansız, soyut veya somut her türlü şey tâğûttur.” [Abdullâh Saîd, Tâğûta Muhâkeme Olmayı İstiyorlar; Sayfa: 25 (Tevhîdî Dâvet Yayınları 2011)]

Tağûtun tanımından bahsettikten sonra bilinmelidir ki, tâğûtlar her zaman insanları Allâh’ın dininden uzaklaştırmışlardır. Çünkü tâğûtlar, insanların nefislerine hoş gelen şeyleri emretmişler ve emretmektedirler. Buna binaen nefsiyle mücadelesine yenik düşenler veyahut tâğût bilincinde olmayanlar, onun emirlerine itaat ederek Allâh’a isyan etmişlerdir.

Tâğût, Allâh Subhânehu ve Teâlâ dışında kendisine ibâdet edilen ve buna râzı olan şeydir. Çünkü onu reddetmeyenin Allah’a iman edemeyeceği, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın âdemoğluna farz kıldığı ilk emir tâğûtları reddederek Allâh’a tevhîd üzere îmân etmektir. Hiçbir kimse tâğûtu tüm cüzleriyle birlikte reddetmeden Allâh’u Teâlâ’ya sahîh bir şekilde îmân etmiş olmaz. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “O halde her kim tâğûtu reddederek Allâh’a îmân ederse, kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulba yapışmıştır.” [el-Bakara: 2/256] 

Kâfirlerin velisi olduğu Tâğûtun velâyetinin reddedilmesi, ona hiçbir surette velâyet vermemekle, Müslümanlar üzerine emredici bir konuma getirmemekle ve onu dost edinmemekle gerçekleşir. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allâh, îmân edenlerin velîsidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velîleri ise tâğûttur. Onları aydınlıktan çıkararak karanlıklara sokarlar. İşte bunlar, Cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalırlar.” [el-Bakara: 2/257] 

Bütün peygamberlerin ona kulluğu önlemek için geldiği Peygamberlerin kavimlerine gönderiliş nedeni tâğûtları reddetmek ve Allâh’ı tevhîd etmektir. Tüm peygamberler buna çağırmış ve bunun için mücâdele etmiştir. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Andolsun, biz her ümmete: ‘Allâh’a kulluk edin ve tâğûttan kaçının’ diye bir rasûl gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allâh hidâyet verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün.”  [en-Nahl: 16/36]  Ona muhâkeme olmak isteyenlerin imanlarının zandan ibaret olduğu Tâğûtun muhâkemesinin reddedilmesi, ondan büyük ya da küçük, açık ya da kapalı fark etmeksizin hiçbir mesele hakkında hüküm istememekle gerçekleşir. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten îmân ettiklerini zannedenleri görmüyor musun? Bunlar, tâğûta muhakeme olmayı istiyorlar. Oysa onlar onu reddetmekle emrolunmuşlardı. Şeytân da onları uzak bir sapıklıkla saptırmak istiyor.” [en-Nisâ: 4/60]

Ona itaat edenlerin maymunlar ve domuzlar kılındığı Tâğûtun itaatinin reddedilmesi, şer’î olan herhangi bir meselede ona itaat etmemekle gerçekleşir. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:  “De ki: Allâh katında, kesinleşmiş bir cezâ olarak bundan daha kötüsünü size haber vereyim mi? Allâh’ın kendisine lanet ettiği, ona karşı gazâblandığı ve onlardan maymunlar ve domuzlar kıldığı ile tâğûta ibâdet edenler; işte bunlar, yerleri daha kötü ve dümdüz yoldan daha çok sapanlardır.” [el-Mâide: 5/60]

Onun yolunda savaşanların kâfirler olduğu, Tâğûtun savunuculuğunun reddedilmesi, onu hiçbir sûrette ve şekilde korumamakla ve yardım etmemekle gerçekleşir. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Îmân edenler Allâh yolunda savaşırlar; kâfirler ise tâğût yolunda savaşırlar. Öyleyse şeytânın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytânın hilesi pek zayıftır.” [en-Nisâ: 4/76]

Yahudilerin tâğûta ve cipte iman ettikleri, Tâğûtun velâyeti, muhâkemesi, savunuculuğu ve itaati onun reddedilmesi gerekli olan cüzleridir. 

Cüz, bir şeyi oluşturan aslî parçalardan her biridir. Ondan ayrılarak farklı bir hükme tâbi tutulmaz. Bu nedenle tâğûtu, tüm cüzleriyle birlikte reddetmeyen bir kimse, kelime-i şehâdeti de söylese, namaz kılıp hacca da gitse, tâğûtu kendisinden istendiği şekilde reddetmiş sayılmaz. Bilakis o, reddetmekle emrolunduğu tâğûta îmân etmiş bir kimsedir. 

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Onlar, tâğûta ve cibte îmân ediyorlar.” [en-Nisâ: 4/51]

Ona ibadetten kaçınıp Allâh’a yönelenlerin cennetle müjdelendiği, Tâğûtu reddederek Allâh’a îmân eden bir kimse kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulba yapışmış ve Allâh katından büyük bir müjde ile müjdelenmiştir.  

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Tâğûttan, ona ibâdet etmekten kaçınan ve içtenlikle Allâh’a yönelenler için müjde vardır. O hâlde, kullarımı müjdele!” [ez-Zûmer: 39/17] bildirilmiştir.

Buna binaen zamanımızda insanlar uyutulmuş ve bu önemli kavram hakkında bilgi edinmelerinin önüne geçilmiştir. İnsanları televizyon ve sosyal medya bağımlısı yaparak, peygamberinin bile ismini bilemeyecek bir konuma getirmişlerdir. Yine bu güçler, tâğût kavramını insanların dar ve eksik bir şekilde anlamaları için “din adamı(!)” olarak isimlendirmiş oldukları kişileri görevlendirmişlerdir.

Fakat Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in “Ümmetimden bir taife kıyamete kadar hak üzere daima bulunacaktır” (Buhari-Müslim) buyruğuna binaen tâğût kavramını en güzel şekilde anlayan, tâğûtun reddini hayat kılan ve buna davet eden Muvahhidler daima bulunacaktır.

Nitekim Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın peygamberleri, kavimlerine öncelikle, tâğûta ibadetten kaçınmaları ve sadece Allâh’a ibadet etmeleri gerektiğini tebliğ etmişlerdir:

“Andolsun ki biz her ümmete; ‘Allâh’a ibadet edin tağuttan kaçının’  desinler diye bir peygamber gönderdik.” (Nahl: 16/36)

Son peygamber Muhammed aleyhisselâm ise kavmine şöyle seslenmiştir:

“Her kim La İlahe İllallâh (Allâh’tan başka ilâh yoktur) deyip, Allâh’tan başka tapılan şeyleri  (tâğûtları) de red ederse onun malı ve kanı haram olur.  Hesabı ise Allâh’a kalmıştır.” (Müslim)

Buna binaen Allah Azze ve Celle tâğûtları reddetmeyip, peygamberlerin davetine icabet etmeyenlerin İslam ipine sarılamayacaklarını haber vermiştir. Kendisine imanın ancak tağutların reddi ile mümkün olacağını “her kim tağutu reddedip Allâh’a iman ederse, işte o kopmak bilmeyen bir kulpa yapışmıştır” (Bakara: 2/256) buyruğu ile beyan etmiştir.

Bu ayeti kerime aslında akleden her mükellef için; “öyleyse bu tağutu nasıl reddedeceğiz?” sorusunu çağrıştırmaktadır. Rabbimiz Allah Azze ve Celle bu sorunun cevabını da yine bizlere açık bir şekilde beyan etmiştir.

“Medeniyetin kaynağı olan Kur’an ve Sünnet” incelendiğinde, tâğût’un reddedilmesi gerekli olan cüzlerinin bize haber verildiği görülmektedir. Bunlar; velayeti, savunuculuğu, muhakemesi ve itaatidir. İnsanların bedevi hayattan, medeni hayat düzenine geçebilmeleri ve kendilerini İslam ile şereflendirmeleri, peygamberlerin bu itikadi nizamını takip etmeleriyle gerçekleşir. Buna binaen tâğûtların reddedilmesi gerekli olan cüzleri açıklanacak olursa şu şekildedir:

1. Tâğûtun Velayetinin Reddedilmesi:

Velî kelimesi ıstılâhta; “bir işin idare ve bakımını üzerine alan, otorite, dost, yardım eden, himaye eden ve başkası üzerinde onun adına tasarruf yetkisi olan” demektir.

Buna binaen Allah Subhânehu ve Teâlâ mü’minlerin velisidir. Müslümanlar velayetlerini yani kanun koyma, hayat nizamı belirleme ve kayıtsız şartsız emirlerine itaat etme yetkisini sadece Allah Azze ve Celle’ye verirler. Kâfirlerin velisi ise tâğûttur. Çünkü kâfirler Allah Azze ve Celle dışında ilah edinmiş oldukları tağutlara velayetlerini verirler. Bu sebeple öncelikle tâğûtun reddi için onun velayetini reddetmek gereklidir. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

“Allâh, îmân edenlerin velîsidir (koruyanı, dostu ve karar alanıdır). Onları karanlıklardan (küfürden) aydınlığa (îmâna) çıkarır. Kâfirlerin velîleri tâğûttur. Onları aydınlıktan çıkararak karanlıklara sokarlar. İşte bunlar cehennemliklerdir.  Onlar orada ebedî kalırlar.” (Bakara: 2/257)

2. Tâğûtun Savunuculuğunun Reddedilmesi:

İman edenler yani Müslüman olanlar Allâh’ın dininin galip gelmesi için mücadele verirler. Kâfirler ise insanları saptıran tâğûtların safında mücadele verirler. Buna binaen tâğûtun reddedilmesi gerekli olan diğer bir cüzü ise savunuculuğudur. Eğer bir kimse tâğûtların tarafında olup onun savunuculuğu gerek eliyle, gerek dili ile ve gerekse yazmış olduğu metinlerle yaparsa İslam Dini’nden çıkaran bir küfür işlemiş ve tağutu reddetmemiştir. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

“Îmân edenler Allâh yolunda savaşırlar; kâfirler ise tâğût yolunda savaşırlar. Öyleyse şeytânın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytânın hilesi pek zayıftır.” (Nisa: 4/76)

3. Tâğûtun Muhakemesinin Reddedilmesi:

İlahlığın en önemli vasıflarından birisi “hâkimiyet” mefhumudur. Tâğûtlar genellikle tek ilah ve mabudumuz olan Allâh Azze ve Celle’nin bu sıfatına göz dikmiş ve kendilerinin de hüküm koyabileceğini iddia etmişlerdir. Müslüman olmak ve Müslüman kalmak isteyen her bir fert; tâğûtun hâkimiyetini reddetmeli ve ihtilafa düştüğü meselelerde onun muhakemesine gitmemelidir. Nitekim Allah Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten îmân ettiklerini zannedenleri görmüyor musun? Bunlar, tâğûta muhâkeme olmayı istiyorlar. Oysa onlar onu red etmekle emrolunmuşlardı. Şeytân da onları uzak bir sapıklıkla saptırmak istiyor.” (Nisâ: 4/60)

Ayeti kerimede tâğûtu hüküm koyma mercii olarak görüp, muhakeme olmak isteyenlerin imanlarının artık birer “zandan ibaret” olduğu belirtilmiştir. Buna binaen Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenlerin muhakemesine başvurmak ve onların hüküm koyma yetkisine sahip olduklarını iddia etmek; tâğûtun reddine engel olan fiillerden olup kişinin Müslüman olamamasına veyahut Müslüman kalamamasına sebep olur.

4. Tâğûtun İtaatinin Reddedilmesi:

Tâğûtun reddedilmesi gerekli olan son cüzü ise ona itaat etmektir. Mü’minler ancak Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın kanun ve yasalarına itaat ederler. Müşrik ve kâfirler ise tâğût’un kanun ve yasalarına itaat ederek Allah’a şirk koşarlar ve azabı hak ederler. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

“De ki: Allâh katında,  kesinleşmiş bir ceza olarak bundan daha kötüsünü haber vereyim mi?  Allâh’ın kendisine lanet ettiği, ona karşı gazablandığı ve onlardan maymunlar ve domuzlar kıldığı (Yahudiler) ile tâğûta ibâdet edenler (itaat edenler); işte bunlar, (cehennemdeki) yerleri daha kötü ve dümdüz yoldan daha çok sapmışlardır.” (Maide: 5/60)

Âyeti kerimede geçen “Tâğûta ibâdet edenler” buyruğundan kasıt, tâğûta itaat edenlerdir. İmâm Cevherî rahimehullâh, şöyle demiştir:  “İbâdet, itaat etmektir. Kulluğun aslı,  itaat ve boyun eğmektir.” (es-Sıhâh) Buna binaen tâğûtların lanetli kanunlarına veyahut Allah’a isyanı içeren emirlerine sırf tâğût emrettiği için saygı duyarak itaat etmek, tâğûtun reddedilmesine engeldir.

Sonuç olarak ayeti kerimelerde de görüldüğü üzere bir kişi tâğûtu ancak bu şekilde reddedebilir. Allah’ın buyruğu üzere tağutları reddedip Allah’a iman eden Muvahhid kullar her zaman diktatörlerin, zalimlerin ve tâğûtların korkulu rüyaları olmuştur. Bu sebeble bu diktatörler, tâğût kavramının toplum arasında bilinmemesi için mücadeleler vermişler ve vereceklerdir. Biz Muvahhid dava erleri ise hakkı son nefesimize kadar insanlara aktarıp onları bu karanlık yoldan kurtarmaya çalışmalıyız. Sansürlü olan bu (tâğût) ve bunun gibi imanın temel taşlarını oluşturan kavramların toplum tarafından öğrenilmesine katkıda bulunmalıyız. Fakat buna binaen davetimizden yüz çevirenlere ise vereceğimiz tepki; Allah Azze ve Celle’den hidayetleri için dua etmek olmalıdır.

“Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslam’a açar” (En’am: 6/125) buyuran Rabbimden sizin ve bizim kalbimizi hidayet ile nurlandırmasını niyaz ediyorum…

Hâtime:

Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.

Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.

O, her şeyin en iyisini bilendir.

Muvahhid Kullara Selâm Olsun.

Polat Akyol 

KAYNAK :

Mustafa b. Sezgin

Abdullâh Saîd el-Müderris.

 1440 h. / 2019 m.

( Tâğût Ve Cüzleri başlıklı yazı Polat Akyol tarafından 8.04.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.