Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ’nın Adıyla…
Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret
dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız.
O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse
hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir
ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve
Rasûlü’dür…
Bundan sonra:
İzzet, üstünlük ve gâlibiyettir. Şüphesiz ki üstün olan ve her
şeye gâlib gelen Allâh Subhânehu ve Teâlâ’dır. Çünkü “el-Azîz” olan odur. Bu
gerçek, hüküm kaynağımız Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifâde olunur:
Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Allâh, el-Azîz (üstün ve gâlib) ve el-Hakîm (hüküm ve hikmet sâhibi)’dir.” (İbrâhîm: 14/4)
İbrâhîm aleyhisselâm da Rabbimize dua ederken şöyle diyordu:
“Şüphesiz ki Sen, Azîz’sin (üstün ve gâlibsin), Hakîm’sin (hüküm ve hikmet sâhibisin).” (Bakara: 2/129)
Mülkü ve gâlibiyeti elinde bulunduran Allâh Subhânehu ve Teâlâ
başka bir âyetinde şöyle buyurmuştur:
“İzzet, Allâh’ın, Rasûlü’nün ve mü’minlerindir. Ancak münâfıklar (bunu) bilmiyorlar.” (Munafikun: 63/8)
Allâh’u Teâlâ bu âyet-i kerîmesinde izzetin kendisine ait
olduğunu, tevhîdin en büyük davetçisi olan Muhammed aleyhisselâm’a ve bu davete
icâbet eden mü’minlere âit olduğunu bildiriyor. Âyetin haberi, dünyâ ve ahiret
hayatının tamamı için geçerli olup, dünyâ ve ahiret izzet, “Allâh’ın,
Rasûlü’nün ve mü’minlerindir.”
Ancak Rabbimiz Allâh Azze ve Celle, izzeti sadece Müslümanlık
söyleminde olanlara değil, tevhîdi yaşayıp, yaşanması uğrunda mücâdele edenlere
vermektedir. Âyetteki “rasûl” kelimesiyle kastedilen
kuşkusuz Muhammed aleyhisselâm’dır. O ki, tevhîdi yaşamış ve yaşanması uğrunda
mücadelesini ortaya koymuştur. Âyetteki “mü’min”kavramından kasıt ise İslâm’ı
yaşamak ve Rasûl’ün takipçisi olarak yaşanması uğrunda tebliğ vazifesini
üstlenmektir. Bu da açık olarak göstermektedir ki, izzet; ancak îmân, sâlih
amel ve dâvet ile mümkündür. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, izzet ehli olacaklarını
bildirdiği mü’minlerin vasıflarından bahsederken şöyle buyurmaktadır:
Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Rasûl kendisine Rabbinden indirilene îmân etti mü’minler de îmân
ettiler.” (Bakara: 2/285)
“Mü’minler, ancak Allâh’a ve Râsûlüne inanmış kimselerdir.” (Nur: 24/62)
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki Allâh anıldığı zaman yürekleri
ürperir. O’nun âyetleri okunduğunda îmânlarını arttırır ve yalnızca Rablerine
tevekkül ederler.” (Enfal: 8/2)
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velîleridir.
Marufu (iyiliği) emreder,
münkeri ise (kötülüğü)nehyederler.
Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allâh’a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte
bunlara Allâh merhamet edecektir. Şüphesiz Allâh azizdir hakîmdir (mutlak
güç sâhibidir, hüküm ve hikmet sâhibidir).” (Tevbe: 9/71)
“Tevbe edenler, ibâdet edenler, hamd edenler, (İslâm uğrunda) seyahat
edenler, rükû edenler, secde edenler, marufu (iyiliği) emredenler, münkeri (kötülüğü) nehyedenler ve Allâh’ın sınırlarını
koruyanlar; sen (bütün)mü’minleri
müjdele.” (Tevbe: 9/12)
“Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden infak ederler. İşte bunlar gerçek mü’minlerdir. Rabbleri
katında onlar için dereceler bağışlanma ve üstün bir rızık vardır.” (Enfal: 8/3-4)
“Mü’minler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki, namazlarında
huşû içindedirler. Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Onlar
ki, zekâtı verirler. Onlar ki, iffetlerini korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin
sâhib olduğu (câriyeleri) hariç; (Bunlarla ilişkilerden
dolayı) kınanmış değillerdir. Şu halde,
kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir. Yine
onlar (o mü’minler) ki,
emânetlerine ve ahidlerine (verdikleri sözlere) riayet
ederler. Ve onlar ki, namazlarına devam ederler. İşte, asıl bunlar vâris olacaklardır.
Firdevs’e vâris olan bu kimseler (mü’minler),
orada ebedî kalıcıdırlar.” (Mü’minun: 23/1-11)
Evet, yukarıdaki âyetlerde dünyâ ve ahiret izzetli olacakları
bildirilen mü’min kimselerin vasıfları beyân edilmektedir. İzzet isteyen,
hakîki bir mü’min olmalıdır. Bu da tevhîdi kabul ederek İslâm’ı edeblerine
varıncaya kadar yaşamakla ve yaşanması uğrunda mücadele etmekle mümkündür. Bu
nokta da her bir mükellefin kendisini eleştirmesi ve nefsini hesâba çekmesi
gerekir. Her Müslüman şahıs, islâha önce nefsinden başlamalı sonra ailesinin ve
İslâm toplumunun izzete layık kişiler olmaları uğrunda el ile dil ile mal ve
gerektiğinde can ile mücâdele etmelidir.
Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“De ki: ‘Ey mülkün sâhibi olan Allâh’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini azîz edersin, dilediğini zelîl edersin. Hayr senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.” (Ali İmrân: 3/26)
Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a
mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu
aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.
Yardım
ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.
O, her şeyin en iyisini bilendir.
Muvahhid Kullara Selâm Olsun.
KAYNAK :
1438 h. /
Abdullâh Saîd el-Müderris.