TAHARET
KİTABÜ'T-TAHÂRE (TEMİZLİK BÖLÜMÜ)
DEVAMI 3

Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ’nın Adıyla…

Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Rasûlü’dür…

Bundan sonra:

Abdestin Mekruhları 

Abdestin mekruhlarına gelince; yeterinden fazla su dökerek israf etmek abdestin mekruhlarındandır. Tabiî bu su mubah olur veya abdest alanın mülkünde olursa israfı mekruh olur. Ama mescidlerde abdest almak için vakfedilmiş bir suyu israf etmek haramdır. Kerahetin tanımı ve abdestin mekruhlarının izahı hususuna gelince, bununla ilgili olarak mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.

Hanefiler dediler ki: Kerahet, tenzîhen ve tahrîmen olmak üzere iki kısma ayrılır. Tahrîmen mekruh, harama yakın olanıdır. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Derece bakımından farzdan aşağıda bulunan bir vacibi -ki buna sünnet-i müekkede de denir- terk etmekten ötürü tahrîmen mekruh işlenmiş olur. Tenzîhen mekruh'a gelince bunu yapmaktan ötürü azâb görülmez. Ancak yapmamakla az da olsa sevâb kazanılır. Ki bunun karşılığında mendub, müstehab ve diğer gayr-ı müekked sünnetler bulunmaktadır. Abdestle ilgili tahrîmen mekruhlar, müekked sünnetlerden birini terketmekle işlenmiş olurlar. Ki bu müekked sünnetler geçen bahîslerde anlatılmıştır. Abdestle ilgili tenzîhen mekruhlara gelince, bunlar mendub, müstehab veya faziletlerden birini terk etmekle işlenmiş olurlar. Şunu da söylemek gerekir ki: Hanefîler, üzerlerine diğerleri de kıyaslansın diye bazı mekruhları saymışlardır. Şöyle ki: Yüzü yıkarken suyu kuvvetlice yüze çarpmak. Bunu halk tabakasından bilgisiz bazı kimseler yaparlar. Suyu avuçlayarak şiddetlice yüzlerine çarparlar. Sanki canlarına kasıtları varmış gibi... Bu, yapılması mekruh olan bir davranıştır. Sol elle mazmaza ve istînşak yapmak. Sağ elle sümkürmek. Başı veya kulakları üçer defa ayrı ayrı sularla meshetmek. Aslında meshte istenen şudur: Baş meshedilirken yeni suyla meshedilmeli. Bu meshten sonra avuçta veya parmaklarda ıslaklık kalmışsa bu suyla ikinci kez meshedilmeli, sonra da aynı suyla kulaklar mesh edilmelidir. Ayrıca yeni su almamalıdır. Aksi takdirde mekruh bir davranışa girilmiş olur. Abdest için kendi şahsına ayrı bir kap tahsîs etmek. Ve yine bunun gibi abdest almak için kendine bir yer tahsîs etmek. Hanefîlerin kitaplarında yer alan bu mekruh, yine onların kurallarıyla bazı şartlara bağlanmıştır: Kişi, kendisine hastalık bulaşmasından korkarsa veya abdest kabını kendi muhafazası altına almakla necasetten koruyacağını sanarsa ve daha buna benzer bazı sebeplerle böyle yapacak olursa mekruh işlemiş olmaz. Hattâ böyle yapmadığı takdirde kendisine zarar ulaşacağım sanarsa tedbirini alması gerekir. Yüzü ve elleri üçten fazla yıkamak: Bunu yapan, abdestte fazla yıkamanın şer'an istenen bir davranış olduğuna inanırsa bu tahrîmen mekruh olur. Eğer şer'an istenen bir davranış olduğuna inandığından değil de temizlik veya -sıcak mevsimdeyse- serinlenmek kasdıyla yapacak olursa bu tenzîhen mekruh olur. Çünkü temizlenme ve serinlemenin zamanı ibâdetinkinden ayrıdır. Abdestte suyu israf etmek tenzîhen mekruh olduğu gibi kıt kullanmak da tenzîhen mekruhtur. Hanefîlere göre kıt kullanmanın ölçüsü, yıkanan organlardan suyun damlamasının görülmemesidir. İleride de görüleceği üzere Mâlikîler, bu görüşe muhaliftirler. 60 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 99-103.)

Necis yerde abdest almak. Böylesi bir yerde abdest alana, necasete su döküp sıçraması sonucu/necasetin bulaşmasından korkulur. Kişi kendi malı olan suyu israf ederse mekruh olur. Mescidlerde abdest almak için vakfedilen sulan israf etmek ise haramdır. 

Mâlikîler: Abdestin mekruhları, “abdestle ilgili sünnetleri terk etmektir” derler. Ki bu sünnetler daha önce anlatılmıştı. Bilindiği gibi Mâlikîlerin nazarında, sünnetin terk edilişinden ötürü azaba müstahak olunmaz. Bununla beraber müekked ve gayr-ı müekked olmak üzere iki kısma ayrılırlar. Ki gayr-ı müekked olana fazîlet de derler. Bunlar, keraheti tahrîmî ve tenzîhî gibi kısımlara ayırmazlar. Bu mezhebteki geçer kurala göre bir yerde mekruh terimi kullanıldığında bu, tenzîhen mekruh demektir. Ki bu, evlâ olan hükme muhalif olan bir davranış demektir. Mâlikîler, abdestin mekruhları cümlesinden olmak üzere şunları saymışlardır: Suyu yeterinden fazla dökerek israf etmek: Yıkanan organları üç defadan fazla yıkamak. Meshedilen organları da bir defadan fazla meshetmek. Fazla yıkayış ve meshin abdestten sayıldığına inanmak da mekruhtur. Eğer serinlemek veya temizlenmek kasdıyla fazla yıkar ve meshederse, bu su da vakıf suyu değilse mekruh olmaz. Vakıf suyu ise haram olur. Başkasının izinsiz kullanılan suyu ise yine haram olur. Boynu meshetmek de mekruhtur. Çünkü bu, dinin emretmediği bir fazlalıktır. Bu hususta boyunla boğazın hükmü aynıdır. Ancak “yeni su almaksızın, kulaklardan sonra boynu meshetmek sünnettir” diyen Hanefîler bu görüşe karşıdırlar. Boğazı meshetmekse Hanefîlere göre bid'attir. Ne var ki bunun mekruhluğuna ilişkin bir nassları mevcûd değildir. Necis bir yerde ve necaset bırakmak için hazırlanmış bir yerde abdest almak. Bu yer yeni tuvalet gibi kullanılmamış olsa bile burada abdest almak yine mekruhtur. Abdest alırken Allah'ı zikir dışında bir söz konuşmak. Bunun mekruh olduğu hususunda mezhepler ittifak etmişlerdir. Ancak Şâfîîler, bunun mekruh olmadığını ve fakat konuşmamanın daha iyi olacağını ileri sürmüşlerdir. 

Şafiiler dediler ki: Mekruh, şâriin yapılmamasını kesin olmayarak taleb ettiği bir davranıştır. Bunu işleyen, azaba müstahak olmasa da işlemeyen sevâb kazanır. Bunlara göre abdestin mekruhları, vâcibliği hususunda görüş ayrılığı bulunan sünnetleri terketmekten ibarettir. Vâcibliğinde görüş ayrılığı bulunan sünnetlere bazıları farz, bazıları da sünnettir demişlerdir. Müekked sünnetler de böyledir. Bunlardan başkasını (meselâ müstehab ve faziletleri) terketmek evlâ olana muhaliftir (tenzîhen mekruhtur). Abdest alırken suyu israf etmek, tenzîhen mekruhtur. Vakfedilmiş suyu israf etmekse haramdır. Ancak bu su, havuz veya şadırvanda olursa -su, tekrar içine döndüğü gerekçesiyle- harâmlıktan çıkıp tenzîhen mekruh olur. Abdest alırken konuşmak tenzîhen mekruhtur. Oruçlunun mazmaza ve istinşak yaparken mübalağaya kaçması da mekruhtur. Necis bir yerde abdest almak da mekruhtur. Boynun iki tarafını meshetmeye gelince, Şâfiîlere göre bu mekruh olmayıp hattâ bazılarına göre sünnettir. Yıkanan organları üç defadan fazla yıkamak. Meshedilen organları da üçten fazla meshetmek mekruhtur. Şâfiîler, meshedilen organların da yıkanan organlar gibi üç kez meshedilmesini isterler. Ancak mest üzerine bir defadan fazla meshetmek mekruhtur. 

Hanbeliler dediler ki: Mekruh; vitir, sabah namazının sünneti ve teravih gibi müekked sünnetleri terketmektir. Bunların dışındaki sünnetleri terketmekse evlâ olana muhaliftir (tenzihen mekruhtur). Önceki bahiste anlatılan sünnetleri terketmek de böyledir. Ancak kesin olmayan bir yasak bulunursa bu durumda sünneti terk etmek mekruh olur. Abdest alırken kullanılmakta olan su, mubah bir su ise bunu israf etmek mekruhtur. Kullanılmakta olan su eğer vakıf suyu ise bu durumda israf edilmesi haram olur. Yıkanan organları üç defadan fazla yıkamak. Meshedilen organlarıysa bir defadan fazla meshetmek. Ama bu fazla yıkama ve mesh, temizlik veya serinleme kastıyla yapılırsa mekruh olmaz. Boynu suyla meshetmek, oruçlunun mazmaza ve istinşakta aşırılığa kaçması, necis bir yerde abdest almak, abdest alırken Allah'ı zikir dışında konuşmak da tenzihen mekruhtur. 61 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 104-106.) 

Abdesti Bozan Şeyler 

Abdesti bozan şeyler bazı kısımlara ayrılırlar. Şöyle ki: 

A. Önden ve arkadan çıkan şeyler: Bunlar alışıla-gelen ve alışıla-gelmeyen şeyler olmak üzere iki kısma ayrılırlar. 

B. Ön ve arkadan çıkan şeylerden olmamalarına rağmen onların hükmüne tabi olan haller. Meselâ aklını kaybetmek, şehvetle kadına dokunmak, tüysüz delikanlılara dokunmak gibi. Bunlar, bazı şartlar doğrultusunda abdesti bozarlar. 

Mâlikîler: Alışılmamış lezzette çıkan menî guslü gerektirmeyip sadece abdesti bozar demişlerdir. Üç mezheb İmamı bu görüşe karşı olup kişinin sıcak suya girdiğinde lezzetlenip menîsinin akmasını da buna örnek olarak göstermişlerdir. 

Şâfiîler: Lezzetli ve lezzetsiz olarak çıkan menî guslü icâb ettirir demişlerdir. Kişinin önünden çıkan sıvının menî olduğu kesin olarak bilinirse gusül yapması zorunlu olur. Guslü gerektirmekle birlikte abdesti bozmaz.

Arada bir perde veya engel olmaksızın penisi ellemek. Bunu yapmakla abdest, bazı mezheblere göre bozulur. Bazılarına göre ise bozulmaz. Ön ve arkanın dışındaki yerlerden çıkan şeyler. Örneğin kan gibi. Kanın abdesti bozup bozmayacağı hususunda mezheblerin tafsilâtlı görüşleri vardır. Abdesti bozan bu şeyleri şu şekilde açıklamamız mümkündür: 

A. Ön ve arkadan çıkan şeyler nedeniyle abdestin bozulması: 

1. Alışılagelmiş şekilde ön ve arkadan çıkan şeyler. Bunların bir kısmı sadece abdesti bozar, bir kısmı da guslü gerektirir. Sadece abdesti bozup guslü gerektirmeyenlere örnek olarak sidik, mezî ve vedîyi gösterebiliriz. Sidiği tanımlamaya gerek yoktur. Mezî ise, sarı renkli ince bir sıvı olup çoğunlukla lezzet anında önden çıkar. Vedî'ye gelince bu, menîye benzer. Katı ve beyaz renkte bir sıvıdır. Ki çoğunlukla idrardan sonra önden (penisten) çıkar. Hadî de vedî suyu gibidir. Ki bu doğumdan önce gebe kadının ön tarafından çıkan beyaz bir sıvıdır. Lezzet olmaksızın menî akması da guslü gerektirmeyip sadece abdesti bozar. Menî, bilinen bir sıvı olduğu için tanımlamaya gerek yoktur. Buraya kadar saydığımız sıvılar, hep ön taraftan çıkarlar. Arka taraftan alışılagelmiş şekilde çıkanlara gelince bunlar dışkı ve yellenmeden ibarettir. 

2. Alışılagelmişin dışında ön ve arkadan çıkan şeyler de abdesti bozarlar. Önden veya arkadan kurtçuk, taş, kan, irin ve cerehat akması abdesti bozar. Meselâ kurtçuk, çakıl taşı, irin ve cerahat ön veya arkadan çıkacak olursa abdesti bozmaz. Tabiî, abdesti bozmaması için çakıl taşı veya kurtçuğun dışarıdan yutulmuş olmayıp midede kendiliğinden oluşması şarttır. Ama kurtçuk veya çakütaşi yutulmuş olup normal çıkış yerinden çıkacak olursa abdesti bozar. Çünkü yutmak normal değildir.

Mâlîkîler: Alışılagelen çıkış yerleri olan ön ve arkadan alışılagelen şevlerin çıkması dışında hiçbir şey abdesti bozmaz, demişlerdir. Alışılagelen çıkış yerlerinden alışılagelen şeylerin sıhhat ve afiyet zamanında çıkmaları

B. Önden veya arkadan çıkmadıkları halde, tıpkı onlar gibi abdesti bozan şeyler. Bunlar, bilindiği gibi dört kısma ayrılmaktadırlar: 

1. Abdest alan kişinin delirerek veya sar'aya düşerek veya bayılarak veya içki, esrar, ya da afyon alarak aklını yitirmesi. Uyku da bu grupta mütâlâa edilmekte olup bizzat abdesti bozmaz. Ancak uyku hâlinde (yellenmek veya kadına dokunmak gibi) abdest bozucu durumların cereyan edebileceği İhtimâlinden ötürü, mezheblerin abdest bozucu oluşuna ilişkin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.

Hanbelîler: Uykunun bizzat kendisi abdesti bozar demişlerdir. Uyku, çok kısa süreli olmadığı takdirde mak'adın içinden bir şey çıkmayacak şekilde birşeye dayayıp emniyete alırsa dahi abdesti bozulur. Şafiiler dediler ki: Uyumakta olan kişi, mak'adını sağlam bir yere oturtmadığı takdirde, mak'adından abdest bozucu bir şeyin çıkmadığından emin olsa bile yine de abdesti bozulur. Hanefîler: 

Şafiî ve Hanbelîlere muhalefet ederek dediler ki: Sahîh olan görüşe göre uyku, abdesti bozmaz. Ancak üç durumda abdesti bozar: 

1. Yan tarafa uzanarak uyumak. 

2. Sırt üstü uzanarak uyumak. 

3. Uyluklardan birinin üzerine durarak uyumak. 

Çünkü bu şekilde oturan kişinin mafsalları gevşer, dolayısıyla da mak'adına hâkim olamaz. Ama oturarak uyusa, mak’adını da bir yere dayayarak sağlama alsa esah olan kavle göre abdesti bozulmaz. Bu durumda yastık ve benzeri bir şeye dayanmış olur da, bu yastık başkası tarafından çekildiği takdirde uyuyan kişi düşer ve mak'adı da dayandığı yerden ayrıhrsa abdesti bozulur. Ama oturuşunda bir değişiklik meydana gelmezse abdesti bozulmaz. Ayakta veya namaz rûkûu gibi tam rükû hâlinde uyuyan kişinin abdesti bozulmaz. Zîrâ bu durumlarda insanın vücudundaki organlar biribirlerine bağlı ve tutkun olurlar. Yanında konuşanların seslerini duyabilecek kadar hafif bir uyku uyumakta olan kişinin, uzanmış olmasına rağmen abdesti yine bozulmaz. Ama konuşanların seslerini işitemiyecek kadar ağır bir uykuda olursa abdesti bozulur. Uykunun ancak uzanarak vuku bulması hâlinde abdestin bozulacağına ilişkin delil, şu hadîs-i şeriftir: 

“Abdest, ancak uzanarak uyuyan kimseye vâcib olur. Zîrâ uzanma hâlinde mafsallar gevşer.” 62  (Ebu Dâvud, Taharet, Bâb: 79)

 Hanefîler sırtı üstü uyuyanla uyluklarından birinin üzerine ağırlığını vererek uyuyan kişileri de uzanarak uyuyan kimselere kıyaslamalardır. Çünkü uzanarak uyuyanın abdestinin bozulmasındaki sebeb, mafsallarının gevşemesidir. Bu sebeb, sırtı üstü uyuyanla, uyluklarından birinin üzerine durup uyuyan kimsede mevcûdtur. Kendisinde yellenme gevşekliği veya sidik akıntısı bulunan özürlü kimselerin abdestleri uyku ile bozulmaz. Zîrâ uyanık iken ön ve arkalarından çıkan bu şeyler, abdestlerini bozmadıklarına göre uyku hâlinde hiç bozmazlar. 

Şâfîîler: Kişi oturarak veya bir binite binerek oturağını oturduğu yere dayayıp arada boşluk bırakmadan uyusa abdesti bozulmaz. Ama sırtüstü veya yangelerek uyuşa, oturağıyla oturduğu yer arasında vücûdu zayıf olması dolayısıyla arada bir boşluk da kalırsa uyumakla abdesti bozulmuş olur. Uyuklama abdesti bozmaz. Uyuklama, uykudan ayrı olup beyinde meydana gelen bir ağırlıktır. Ki uyuklayan kişi, yanında konuşulanları anlamasa bile konuşanların seslerini işitir. Hanbeliler dediler ki: Her ne hal ve şekilde olursa olsun uyku, abdesti bozar. Ancak örfe göre az sayılan oturma ve ayakta durma hâlindeki hafif uyku abdesti bozmaz. 

Malikiler dediler ki: Uyku, ağır olduktan sonra kısa sürsün uzun sürsün, kişi uzanmış olsun oturmuş olsun, secde hâlinde olsun ayakta dursun, abdesti bozar. Bunun yanında kısa da sürse uzun da sürse, hafif uyku abdesti bozmaz. Ancak uzun süren hafif uykudan sonra abdest almak mendubtur. Kısa süreli ağır uyku: Uyuyan kişi, eğer bir bez dürüp mak'adının (oturağının) kaba etleri arasına koyup mak'adını tıkamaz ve üzerine oturmazsa ve uyuduktan sonra tıkaçsız olarak uyanırsa abdesti bozar. 

Uzun süreli ağır uyku: Uyuyan kişi oturağını tıkamış olsa bile kesinlikle abdesti bozar. Uyumakta olan kişi etrafındaki sesleri işitmezse oturağı üzerine oturup dizlerini yan yana getirerek iki eliyle dizlerini tutar da ellerinin çözüldüğünün farkına varmazsa, elindeki bir şeyin yere düştüğünün farkına varmazsa, ağzından salyasının aktığım hissetmezse ağır uykuda demektir.

2. Ön ve arkadan çıkmadığı halde, onlar gibi abdesti bozan şeylerin ikincisi, kadın olsun tüysüz genç erkek olsun, şehvetli birinin bunlara dokunmasıdır. Fıkıhçılar, işi terminolojiye dökerek dokunmanın bazan elle, bazan da vücûdun herhangi bir tarafıyla olabileceğini, “Lems”in, yani ellemenin ise sadece elle olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bunların herbirinin kendine özgü hükümleri vardır. Şehvetli birinin ellemesi mezheblere göre ileri sürülen şartlar doğrultusunda abdesti bozar.

Şafiiler dediler ki: Yabancı bir kadına dokunmak veya onu ellemek, mutlak surette abdesti bozar. Elleyen erkek yaşlı, kadın da ihtiyar ve çirkin olsa ve bunlar birbirlerine dokunmaktan lezzet duymasalar bile yine abdest-leri bozulur. Şafiî mezhebinde yerleşik kural budur. Elleyen veya dokunan 

erkek, genç de olsa, yaşlı da olsa hüküm aynıdır. 

Bazıları diyebilirler ki: Yaşlı ve çirkin kadını ellemekten ne tad alınabilir ki bunu yapmakla abdest bozulsun? 

Bunlara verilecek cevab şudur: Kadın, yaşadığı sürece mutlaka kendisinden tad alıp yararlanacak birisi bulunur. Kadına dokunmanın abdesti bozması, erkekle kadının tenleri arasında bir perde bulunmaması şartına bağlıdır. Abdestin bozulmaması için arada ince de olsa bir perde bulunması yeterlidir. Tozların üst üste gelmesiyle arada bir kir tabakasının oluşması bile perde yerine geçerli olur. Ama ikisinin vücûdları arasındaki ter tabakası perde yerine geçerli olmaz. Bir erkeğin başka bir erkeği ellemesi veya arada perde olmaksızın dahî vücûdlarının birbirine dokunması abdesti bozmaz. Ellenilen veya dokunulan erkek, tüysüz güzel bir genç olsa abdest yine bozulmaz. Ama bundan dolayı abdest almak sünnet olur. Kadının kadını, erseliğin erseliği (Hunsa, çift cinsiyetli) ellemesi veya tenlerinin birbirine dokunması abdestlerini bozmaz. Erselikle erkek veya kadının elleri veya tenleri birbirlerininkine dokunacak olsa yine abdestleri bozulmaz. Selim tabiatlı kimselerce, dokunan erkekle dokunulan kadının şehvet haddine vardıkları bildirildiğinde abdestleri bozulur. Kadının tüyleri, tırnak ve dişlerine dokunmakla lezzet duyulsa bile abdest bozulmaz. Çünkü lezzet duyulmaması, bu nesnelerin özelliğindendir. 

Denebilir ki: İnsanlar, kadının bazı yerlerine nisbetle dişlerinden daha fazla lezzet almaktadırlar. Lezzet duymamak bunların özelliğindendir demek akla uyar mı? 

Şâfiîler bu soruya şu cevâbı vermektedirler: Ağıza dokunmak bir tarafa bırakılacak olursa, dişleri birer kemik parçası olarak ele alacak olursak bunlardan ne lezzet alınabilir? Ölüyü ellemek ve ona dokunmak da abdesti bozar. Mahrem, yani kişiye nikâhlanması ebediyyen haram olan bir kadına dokunmak veya onu ellemek abdesti bozmaz. Kan bağı, süt bağı ve hısımlılık bağlarından ötürü bazı kadınların nikâhı ebediyyen insana haram olabilir. (Anne, kızkardeş, teyze, halâ, kayınvalide, süt ana ve sütbacısı gibi.) Bunlara dokunmakla abdest bozulmaz. Bazı. kadınların nikâhlanması ebediyyen değil de geçici olarak haram olur. Baldız, hanımın teyze ve halâsı gibi. Bunlar, hanımın boşanmasından veya ölümünden sonra nikâhlanabilirler. Bunlara dokunmak abdesti bozar. Şüphe ile cinsel ilişki kurulan kadının annesine ve kızına dokunmakla abdest bozulur. Bunların ikisini nikahlamak her ne kadar harâmsa da bu harâmlık, hısımlık, neseb ve süt bağlarından ötürü doğmamıştır. 

Hanbeliler dediler ki: Arada perde olmaksızın şehvetle bir kadım ellemek veya ona dokunmak abdesti bozar. Bu kadın mahrem olsun yabancı olsun, diri olsun ölü olsun, küçük olsun büyük olsun fark etmeyip aynı sonuca varır. Yalnız küçük kızların âdete göre şehvetli olmaları gerekir. Bu hususta kadın da erkek gibidir. Eğer bir kadın bir erkeği elleyecek olursa veya ona dokunacak olursa mezkûr şartlarla abdesti bozulur. Abdestin bozulması için tüy, diş ve tırnak dışında vücûdun diğer kısımlarının ellenmesi şartı vardır. Sözgelimi bu saydığımız nesneler ellenecek olursa abdest bozulmaz. Dokunulan veya ellenilen kişi bunlardan bir lezzet duysa bile abdesti bozulmaz. Erkek erkeği ellerse, ellenen tüysüz bir genç olsa bile yine abdesti bozulmaz. Kadın kadını, erselik erseliği ellerse, elleyen bundan bir lezzet duysa bile bile abdesti bozulmaz. Bu anlattıklarımızdan sonra, arada perde olmaksızın âdeten şehvetli olduğu bilinen kadını -bu kadın yaşlı ve çirkin olsa bile- elleme veya dokunmanın abdesti bozması hususunda Hanbelîlerle Şâfiîlerin görüş birliği içinde oldukları anlaşılmış olur. Bu iki mezheb, yalnız mahrem kadınları elleme hususunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. 

Hanbelîler derler ki: Mahrem de olsa bir kadını ellemek abdesti bozar. Ellenen veya dokunulan kadın, elleye-nin annesi de olsa kızkardeşi de olsa abdesti bozulur. Şâfiîler buna karşıdırlar. Erkeğin erkeği ellemesiyle ellenen, tüysüz güzel bir genç olsa bile abdestin bozulmayacağı hususunda görüş birliği edilmiştir. Yalnız Şâfiîler, bunu yapanın abdest almasının sünnet olacağı kaydını koymuşlardır. Kadının tüyü, tırnağı ve dişlerinin ellenmesinin abdesti bozmayacağı hususunda da görüş birliği edilmiştir... Ancak Şâfiîlerin anlatmış oldukları hafif bazı detaylarda aralarında bir görüş ayrılığı olmuştur. Ki bu nedenle de her iki mezhebin görüşlerini ayrı ayrı anlatmayı uygun gördük. 

Malikiler dediler ki: Abdestli biri kendisinden başka birine, eliyle veya vücûdunun herhangi bir tarafıyla dokunacak olursa abdesti bozulur. Ancak abdestin bozulması için gerek dokunanda, gerek dokunulanda bazı şartların gerçekleşmesi îcâb eder:

1. Baliğ olacak. 

2. Lezzet kasdiyle dokunacak. Veya dokununca lezzet duymuş olacak. Lezzet kasdiyle dokunup lezzet duymasa bile yine abdesti bozulur. Bunun tersi için de aynı hüküm geçerlidir. 

3. Dokunduğu kimse çıplak veya hafif bir örtüyle örtünmüş olacak. Örtü kalın olursa abdest bozulmaz. Örtü kalın olur da içindeki şahsın bir organını tutup eliyle avuçlayacak olur veya lezzet kasdiyle bunu yaparsa abdesti bozulur. Lezzet kasdiyle yapmayıp lezzet duyarsa yine abdesti bozulur. 

4. Dokunduğu kimse âdeten şehvetli biri olacak. Örneğin beş yaşındaki şehvetsiz küçük bir kız çocuğunu ellemek abdesti bozmayacağı gibi, erkeklerin kendisinde tamahlarının kalmadığı yaşlı kadını ellemek de abdesti bozmaz. 

5. Saç ve tüyler de vücudun parçalarından sayılmaktadırlar. Lezzet alma kasdiyle kadının saçlarına dokunulacak olursa abdest bozulur. Lezzet kasdi olmaksızın dokunur da lezzet duyacak olursa yine abdesti bozulur. Ama kadın, kendi eliyle kendi saçma dokunacak olursa abdesti bozulmaz. Aynı şekilde erkeğin saçı kadının saçına, tırnağı kadının tırnağına dokunacak olursa bunlarda duyu olmadığı gerekçesiyle abdesti bozulmaz. 

6. Dokunmakla abdestin bozuluşu, lezzet kasdi veya lezzet duyma sebebinden ötürüdür. Dokunulan kadının yabancı bir kadın olmasıyla kendi eşi olması arasında fark olmadığı gibi, dokunulanın tüysüz bir delikanlı olmasıyla sakalı yeni bitmekte olup insana lezzet veren bir genç olması arasında fark olmayıp hepsi abdestin bozulmasına neden olurlar. 

7. Dokunulan kızkardeş, veya onun kızı, hala veya teyze gibi mahrem bir kadınsa ve dokunan da şehvetli olup lezzet almayı kasdeder ve fakat lezzet duymazsa abdesti bozulmaz. Ama dokunduğu kadın yabancı biriyse, lezzet kasdi olmazsa bile abdesti bozulur. 

8. Ağızdan öpmek de dokunma ve ellemenin hükmüne tâbidir. Lezzet kasdiyle öpen veya zorla öptürmek gibi lezzet kasdi olmaksızın öper ve fakat lezzet duyarsa abdesti bozulur. Kişi kendi nefsindeki maksada göre birine acıyıp öper de lezzet duymazsa abdesti bozulmaz. Eğer lezzet duyarsa abdesti bozulur. Bütün bu saydığımız şartlar dokunana nisbetledir. Dokunulana gelince o da, baliğ ise ve kendisine dokunulup ellendiğinde lezzet duyarsa abdesti bozulur. Eğer kendisine dokunulduğunda veya ellendiğinde lezzet duymayı kasdederde zâten dokunan durumuna geçer. Ki yukarıda geçen hükümlere tâbi olur. Düşünmekle veya dokunmaksızın bakmakla lezzet kasdi olsa veya lezzet duyulsa bile veya fuhuşa dâir kötü söz söylese bile abdesti bozulmaz. Eğer düşünme veya bakma sebebiyle mezîsi gelirse abdesti bozulur. Menisi gelirse de gusül yapılması gerekir. Hanefîler: Bedenin hangi tarafıyla olursa olsun, dokunan veya dokunulan çıplak da olsa abdest bozulmaz, derler. Kişi, abdestli olur; ikisi de çıplak ve hanımına bitişik olarak aynı yatağa uzanacak olurlarsa, abdestleri bozulmaz. Ancak kendilerinden mezi ve benzeri bir şeyler akarsa veya ikisinin tenasül organları üst üste gelecek olursa abdestleri bozulur. Tabiî ayrıca erkeğin penisinin sertleşmesi ve arada vücûdlarının ısısını engelleyecek bir perdenin bulunmaması hâlinde erkeğin abdesti bozulur. Kadın ise, erkeğiyle yanyana gelip, tenasül organının onunki ile üst üste gelmesi hâlinde abdesti bozulur. İki kadın çıplak olarak birbirlerine sarılıp bitişirler ve cinsel organları da birbirine temas ederse abdestleri bozulur. Hamamlarda olduğu gibi iki erkek, kalabalıktan ötürü çıplak olarak yanyana gelip bitişecek olurlarsa, dokunanın penisi sertleşmedikçe abdestleri bozulmaz. Böylece Hanefîlerin bu hükümde diğer İmamlardan ayrı görüşe sâhib oldukları öğrenilmiş oldu. Mâlîkîler abdestin bozulmasını, lezzet kasdına veya lezzet duyma şartına bağladılar. Şehvetsiz ihtiyar kadını ellemekle abdestin bozulmayacağını söyleyerek de, bozulur diyen Şafiî ve Hanbelîlere muhalefet etmiş oldular. Güzel ve tüysüz delikanlıları ellemekle abdestin bozulmayacağını söyleyerek Hanefîler, Mâlikîlere muhalefet ettiler. Hanbelîlerle Şâfiîler de bozulmaz dediler. Dokunulan çıplak olmadıkça ve üzerindeki örtüsü de ince ve hafif olmadıkça dokunmanın abdesti bozmayacağını söyleyerek bazı şartlarla diğer mezheplerle görüş birliği yaptılar. 

Ancak Malikiler dediler ki: Dokunulan, elbisesini giyinikse ve abdestli biri de onun vücûdunu eliyle tutacak olursa abdesti bozulur. Kadının saçını tutmada ihtilâfa düşmüşlerdir. 

Mâlikîler derler ki: Erkek, kadının saçma lezzet kasdiyle dokunur veya lezzet kasdiyle olmaksızın dokunur da lezzet duyarsa abdesti bozulur. Çünkü saçların lezzet verdikleri tartışma götürmez bir şekilde kesindir. Ama kadınlar, kendi saçlarıyla erkeklere dokunacak olurlarsa kendilerinin abdestleri bozulmaz. Çünkü onlar, bundan bir şey hissetmezler. Hanbelî ve Şâfiîlerse, saça dokunmanın abdesti bozmayacağı görüşündedirler.

3. Önden ve arkadan çıkan şeyler gibi abdesti bozan şeylerin üçüncüsü ellemektir. Kişi, eliyle ya kendi vücûduna veya başkasının vücûduna dokunur. Başkasının vücûduna dokunmakla ilgili hükümler geçen bölümde anlatıldı. Kişinin kendi vücûdunu ellemesine gelince, bundan lezzet duyacağı alışılmış bir durum değildir. Ama baz; hadîsler, kişinin kendi penisini ellemesinin abdestini bozacağına delâlet etmektedirler. Diğer bazı hadîslerdeyse, bunu yapmakla abdestin bozulmayacağı ifade edilmektedir. İşte bu nedenle mezhebler, bu konuda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Kişinin kendi penisini ellemesiyle abdestinin bozulmayacağı görüşünde olanlar, bazı hadîsleri delil olarak ileri sürmektedirler. Bunlardan biri İbn Mâce dışındaki diğer Sünen sahiplerinin rivayet etmiş olduğu şu hadîs-i şerîftir: Rasûlullah (s.a.s.) namazdayken penisini elleyen bir erkeğin durumu hakkında sorulduğunda şu cevabı vermiştir: 

“O, senin vücudundaki bir parça etten başka bir şey değildir.”  63 (Tirmîzî, Taharet. 118; Nesâî, Taharet, 62.)

İbn Hibban da bu hadîsi. Sahîh'inde rivayet etmiştir. Tirmizî ise, “Bu mevzuda rivayet edilen en güzel hadîs budur” demiştir. Penisi ellemek abdesti bozar diyenler de birçok hadîs-i şerîfi delîl olarak ileri sürmektedirler. Ki bunlardan biri şu hadîs-i şeriftir: 

“Kim penisini ellerse abdest alsın.” 64  (Ebû Dâvûd, Taharet, 69; Nesâî, Taharet, 118.) 

Üç mezheb İmamı, penisi ellemenin abdesti bozacağı hususunda görüş birliği etmişlerdir. Hanefîlerse bu hususta onlara muhalefet etmişlerdir. Bu mezhebe göre, penisi ellemekten ötürü abdest bozulmaz. Hanefîlerin bu konudaki detaylı görüşleri aşağıda anlatılmıştır.

Hanefiler dediler ki: Avuç içiyle de olsa, parmakların iç taraflarıyla da olsa, şehvetle de olsa penisi ellemek abdesti bozmaz. Zîrâ bedevîvâri birisi Rasûlüllah (s.a.s.) a gelerek 

“Ya Rasûlallah! Namazdayken penisini elleyen bir adamın durumu hakkında ne dersin?” diye sormuştu da Rasûlüllah, kendisine şu cevâbı vermişti: “O, senin vücûdundan bir parça veya etten bir parçadır.” 65  (Tirmîzî, Taharet, Bâb: 62.)

Yine de penisi elleyen birinin, âlimlerin ihtilâfından kurtulmak için abdest alması müstehab olur. Çünkü ittifaklara uyularak yapılan ibâdet, ihtilâflara kaçılarak yapılan ibâdetten daha hayırlıdır. Ama ittifaklara uyayım derken, kişinin kendi mezhebine göre mekruh davranışlarda bulunmaması da şarttır. Bu anlatılanlar bir tarafa, Rasûlüllah (s.a.s.) in: “Kim penisini ellerse abdest alsın” mealindeki buyruğunda geçen abdest kelimesini Hanefîler, lügat manâsında kabul etmişlerdir. Ki bu da ellerin yıkanması demektir. Penisini ellemiş olan bir kişi, namaz kılmak istediğinde mendûben ellerini yıkamalıdır. Kişi, vücûdunun herhangi bir yerini, hatta mak'adındaki deliğin etrafını bile elleyecek olursa abdesti bozulmaz. Kadın da elini, kendi tenasül organına değdirecek olursa abdesti bozulmaz. Ancak parmağını veya iğne uçu gibi bir şeyi vaginaya sokarsa bu durumda abdesti bozulur. Çünkü bu durumda sanki içeriye bir şey girip kaybolmuş olmaktadır. Parmağının sadece bir kısmını sokar da parmak görünmeyecek şekilde olmazsa, ama geri çekerken parmağında ıslaklık ve koku olursa abdesti bozulur. Aksi takdirde bozulmaz. Aynı şekilde kadın, parmağını veya bir parça pamuğu vaginasının önüne koyar da pamuk veya parmak ıslanacak olursa abdesti bozulur. Aksi takdirde bozulmaz. 

Malikiler dediler ki: Penisi ellemekten ötürü ancak bazı şartların gerçekleşmesi hâlinde abdest bozulur: 

1. Kişi kendi penisini ellerse abdesti bozulur. Başkasının penisini ellerse, başkasına dokunma hükümleri cereyan eder. 

2. Kendi penisini elleyen baliğ ise abdesti bozulur. Erselik dahî kendi penisini ellediğinde abdesti bozulur. Çocuk, kendi penisini ellediği takdirde abdesti bozulmaz. 

3. Ellerken arada bir örtü veya engel bulunmazsa abdesti bozulur. 

4. Avuç içi veya elin yan tarafları veya parmakların alt ve yan kısımları veya baş taraflarıyla penisi ellerse abdesti bozulur. Diğer parmaklardan farksız olan duyma ve görmede onlar gibi olan fazla parmakla da penis ellenecek olursa abdest yine bozulur. Ama baldır veya kol, penise değecek olursa abdest bozulmaz. Bir ağaç dalıyla penise dokunulursa veya arada bir perde bulunmakla penis ellenecek olursa abdest yine bozulmaz. Yukarıdaki şartların gerçekleşmesi hâlinde lezzet alınsın alınmasın, kasıtla olsun, unutarak olsun, penis ellendiği takdirde abdest bozulur. Bir kadının kendi tenasül organını ellemesiyle abdesti bozulmaz. Parmağını soksa ve bundan zevk alsa bile durum değişmez. Kişinin mak'ad mahallini ellemesi veya zaruret olmadan yapılması haram bile olsa parmağını bu deliğe sokmasıyla abdesti bozulmaz. Penis kesilmiş olsa, kesildiği yeri ellemek, teslisleri ve kasık bölgesini ellemek, yapana lezzet vermiş olsa bile abdesti bozmaz. Başkalarının mak'ad deliğini veya vaginasını ellemek halinde, başkasına dokunma hükümleri geçerli olur. Bununla ilgili hükümler, önceki bahiste anlatılmıştır. 

Şafiiler dediler ki: Vücûda bitişik veya vücûdtan ayrılıp da henüz parçalanmamış olan penisi ellemekle abdest bozulur. Her ne kadar vücûdtan ayrıldıktan sonra penis ismini yitirirse de ellemekle abdest bozulur. Penisin kesildiği yeri ellemek de bazı şartlarla abdesti bozar: 

1. Arada perde ve benzeri bir engel bulunmazsa. 

2. Elleme, avuç içi veya parmakların alt kısımlanyla yapılırsa. Avuç içiyle parmakların alt kısımlarının sınırı, avuç ve parmaklar üst üste geldiğinde görünmeyen kısımlardır. Elin ve parmakların aralarıyla ve yan taraflarıyla penis ellendiğinde abdest bozulmaz. 

Hanbelîler: Bunlar da Şâfiîler gibi, penisin kişiye ait olmasını şart koşmazlar. Başkasının penisini ellemenin de kişinin kendi penisini ellemesi hükmünde olacağı düşüncesindedirler. Bu nedenle demişlerdir ki: Kişi, gerek kendi penisini gerek başkasının penisini ellerse; ellediği penis küçük bir çocuğun veya bir ölünün penisi olsa bile abdesti bozulur. Penisi ellenenin değil de penisi elleyenin abdesti bozulur. Kadın, kendi vaginasını elleyince abdesti bozulacağı gibi başka birisi de elleyecek olursa elleyenin de abdesti bozulur. Mak'ad deliğini ellemek de vaginayi ellemenin hükmüne tâbidir. Ama testisleri ve kasık bölgesini ellemekle abdest bozulmaz. Ön ve arka dışında vücûdun herhangi bir yerinden çıkan necaset, çok olduğu takdirde abdesti bozar. Çokluk ve azlık, kişinin bünyesinin kuvvet veya dermansızlığı ile şişmanlık veya zayıfliğıyla ölçülür. Meselâ zayıf birinden kan akarsa bu kan, onun bünyesine göre çok görülürse abdesti bozulur. Çok görülmezse abdesti bozulmaz. Kusmak da bu hükme tâbidir.

4. Ön ve arkadan çıkmadığı halde abdesti bozan şeylerin dördüncüsü, çıbandan veya yaradan çıkan irin ve kandır. Ki bunlar necis olup abdest bozucudurlar. İrtidâttan dolayı da abdest bozulur. Dinden çıkan bir kişi eğer abdestli ise abdesti bozulur. Şiddetli derecede gazaplanan câhiller, çoğu kez dîne söverek bu duruma düşmektedirler. Bunlar küfrü gerektirici sözleri hiç aldırmaksızın sarfetmekte, sonra da pişman olmaktadırlar. Bunlar bu fiili işlerken şayet abdestli iseler abdestleri bozulur. En aşağılık irtidât cerîmelerinin sâlih amelleri boşa savurup heba edeceği bilinirse, insanlar kendilerine hâkim olup bu vartaya düşmekten kurtulurlar. Ve hiçbir yararı olmayan, tersine birçok zararlara sebeb olan bu kelimeleri söylememek için dillerini tutarlar.

Hanefîler: İrtidâttan dolayı kişinin her ne kadar işlemiş olduğu sâlih ameller boşa gitse de ve mâlî tasarruf yetkisi elinden alınsa da abdestinin bozulmayacağı görüşündedirler. 

Şâfiîler: İrtidat eden kişi, eğer sidik akıntısı özründen salim ise abdesti bozulmaz, ama salim değilse, temizliği zayıf olduğundan ötürü abdesti bozulur. 

Hanefiler dediler ki: Namazda kahkahayla gülmek abdesti bozar. Bu hususta birçok hadîsler mevcûd olup, bunlardan TaberânFnin Ebû Musa'dan rivayet etmiş olduğu hadîsi örnek olarak gösterebiliriz: 

“Rasûlullah (s.a.s.), bir ara halka namaz kıldırıyordu. Gözleri arızalı bir adam içeri girdi. Mesciddeki çukura ayağı kayıp düşünce de orada namazda bulunanların çoğu kendisine güldüler. Bunun üzerine Resülüllah (s.a.s.), namazdayken gülenlerin abdestlerini ve namazlarını yenilemelerini emretti." 66  (Ebû Dâvûd, Taharet, Bâb: 66; Salât, Bâb: 99; İbn Mâce, Taharet, Bâb: 139.)

Namazda kahkahayla gülmek, deve eti yemek ve ölü yıkamak abdest bozmaz. Hades hâlinden şüphe etmekle abdest bozulmaz. Bunun da iki şekli vardır:

1. Kişi, abdest aldığını kesin olarak bilecek. Ancak abdest aldıktan sonra hades hâlinin vuku bulup bulmadığı hususunda şüphe ederse bu şüpheden ötürü abdesti bozulmaz. Çünkü bu kişi, abdestten sonra hadesin vukûbulup bulmadığından şüphe etmektedir. Şüphe ise tahareti gidermez. 

2. Kişi, abdest aldığını da, kendisinden hades hâlinin vukû bulduğunu da kesin olarak bilecek. Ancak hades hâlinin vukuundan önce mi sonra mı abdest aldığı hususunda şüpheye düşecek olursa, bu durumda iki şekille karşılaşılacaktır: 

a. Bu kişi şüphelenmekte olduğu ve hangisinin daha önce vukû bulduğunu bilmediği abdestten ve hadesten önceki durumunu hatırlamaya çalışacaktır. Eğer abdesfen önce hades hâlinin vukû bulduğunu hatırlayacak olursa abdesti var sayılır. Çünkü hatırladığından ötürü birinci hades hâlinden sonra abdest almış olduğu hususu sabit olmaktadır.

Kahkaha; kişinin yanmdakilerinin işiteceği kadar yüksek sesle -uzun sürmese bile- gülmesidir. Bu gülüş, abdesti bozar. Ama sadece kendisinin işitebileceği kadar bir sesle namazdayken gülmesi hâlinde yalnız namazı bozulur. Abdesti bozulmaz. Namaz kılan baliğ ise, kadın olsun erkek olsun, kasıtlı olsun unutmuş olsun kahkahayla gülecek olursa (hem namazı hem de) abdesti bozulur. Yok eğer çocuksa bozulmaz. Ayrıca kahkahayla gülmek, secdeli ve rükû'lu namazlarda vekûbulursa bu saydığımız hükümler söz konusu olur. Diyelim ki tilâvet secdesini edâ etmekte olan biri kahkahayla gülecek olursa sadece secdesi bozulur. Abdesti bozulmaz. Namazını bitirmek üzere olan birisi, selâm yerine kahkahayla gülecek olursa abdesti bozulur. Namazı sahîh olur. Hanefîlere göre selâmdan başka şeylerle de namazdan çıkılabilir. Ancak selâm yerine kahkahayla gülen, Allah'a yalvaracağına terbiyesizlik etmiş ve vâcib olan selâmı terk etmiştir.

Hanbelîler: Deve etini yemekten ve ölüyü yıkamaktan ötürü abdest bozulur demişlerdir. 

Malikiler dediler ki: Hades veya hadese sebeb hâllerin vukû bulduğundan şüphe edilince abdest bozulur. Meselâ bir şahıs, abdest aldıktan sonra yellenmekten veya penisini ellemekten dolayı abdesti bozulduktan sonra abdest alıp almadığından veya abdest ile hades hâlinin hangisinin daha önce vukûbulduğundan şüphe edecek olursa abdesti bozulur. Çünkü berâet-i zimmet ancak yakîn ile hâsıl olur. Yani zimmetten kurtulmak, ancak kesin hükümlerle mümkün olur. Şüphedeki adamda ise yakînden eser yoktur.

Hadesli bir kişi abdest alarak hades hâlini ortadan kaldırdıktan sonra ikinci kez kendisinde hades hâlinin vukûbulup bulmadığından şüphe edecek olursa ne yapmalıdır? Yalnız Hanefîlere göre şüphenin, yakîne zararı olmayacağını hatırlatmakta da fayda vardır. Evet, durumu belirtilen kişi için bir örnek vermeye çalışalım: Bir kişi öğleden sonra abdest aldığını kesin olarak bildiği gibi, öğleden sonra da kendisinde hades hâlinin vukûbulduğunu kesin olarak biliyor. Ancak hadesin önce vukûbulup abdes-ti sonra aldığı (ve dolayısıyla abdestli olduğujnu kestiremediği gibi; abdesti önce alıp hadesin sonra vukû bulduğu (ve dolayısıyla abdestsiz olduğu)nu kestirememektedir. Bu durumda öğleden önceki durumunu değerlendirecektir. Şöyle ki: Eğer öğleden önce abdestsiz idiyse, öğleden sonra abdestli sayılır. Çünkü bu kişinin hades hâlinin öğleden önce vukû-bulduğuna ve abdestini de öğleden sonra aldığına kesin olarak kanaat getirilmiş olur. Öğleden sonra vukû bulan ikinci hades hâlinin abdestten önce mi, sonra mı vukûbulduğu hususunda şüpheye düşecek olursa abdestli sayılır. Çünkü şüphe ile abdest bozulmaz. 

b. Kişi eğer öğleden önce abdestli olduğunu, sonra yine abdest aldığını ve hades hâlinin vukûbulduğunu hatırlayacak olursa bu durumda birkaç şekil ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki: Eğer abdest yenilemek, âdeti ise fecirden sonra kesin abdestsiz olduğuna hükmedilir. Çünkü fecirden önce abdestli olduğu kesinlikle bilinmektedir. Bundan sonra da abdest yenilemiş ve de hades hâli vukû bulmuştur. 

Hanbeliler dediler ki: Abdest tazelemek itiyadında olsa bile bu kişi, önceki hâlinin tersine göre amel eder. Yani önce abdestsiz ise abdestli olduğuna; abdestli ise abdestsiz olduğuna itibâr edilir.

Ancak kendisi, bunlardan hangisinin daha önce, hangisinin daha sonra olduğunu bilememektedir. Bu şüphe, abdesti bozacak bir şüphe olarak kabul edilmez. Çünkü daha önce birinci abdesti aldığı kesin, hades hâlinin vukuu da kesindir. İkinci abdesti ise, kendisinden sonra hades vukûbulan birinci abdesti yenilemek İçin aldığı kabul edilir. Böylece de ikinci abdesti, vukuu kesin olan hades hâlini ortadan kaldırmak için almadığı anlaşılmış olur. Eğer abdest yenilemek âdeti değilse, abdestli sayılır..Çünkü ikinci abdest, şüpheli olan hades hâlini ortadan kaldırmış olmaktadır. Bütün bu anlatılanlar, abdestin tamamlanmasından sonra akla gelebilecek olan şüphelerle İlgilidir. Ama abdest esnasında, bir organı yıkayıp yıkamadığında şüpheye düşecek ulursa şüphelendiği organı yeniden yıkar. Gayet açık olarak bilinmektedir ki biz, bu ilmî incelikleri, ilim talebelerine faydalı olur ümidiyle burada anlatmaktayız. Avam tabakasına mensub kimselerin, zorunluluk olmadıkça bu incelikleri bilmelerine gerek yoktur. Meselâ bir kişi, suyun kıt olduğu bir yerde olur, yaşlılık, zayıflık ve soğuktan ötürü abdesti iade etmesi zorlaşır ve teyemmüm etmesi de mubah olmaz bir durumdaysa, bu anlattığımız inceliklerden haberdar olmalıdır. Âlimler, toplumun bir kısmının veya tümünün yararlanacağını hesaba katarak dînî hükümlerden her hangi birini açıklamaktan geri durmazlar. 67 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 106-119.)

İSTİNCÂ BAHSİ

İstincâ'nın Tanımı:

İstincâ, önden ve arkadan çıkan pislikleri gidermek ve bunların çıkış yerlerini su, taş ve benzeri şeylerle temizlemektir. İstincâ kelimesinin yerine bazan “istitâbe”'veya “isticmar” kelimeleri de kullanılmaktadır. Ancak isticmar, sadece taşlarla yapılan temizliğe özgü bir terimdir. Bu kelime arapçada, küçük çakıl taşları anlamına gelen 'cimar' dan türemiştir. İstitâbe denmesi ise, kişi pisliklerden temizlenince gönlü ferah olup müsterih olduğundan ötürüdür. İstincâ demesi de şu sebepten ileri gelmektedir: İstincâ, “Necevtü'ş-şecerete”, yani “ağacı kestim” cümlesindeki “necevtü” fiilinin südâsî mezîdlerinden olan “istif'al” babının masdandır. Kesmek, yani necaseti kesmek anlamını ifade etmektedir. İstincânm suyla yapılması asıldır. Bizden önceki ümmetlerde istincâ, sadece suyla yapılırdı. Rivayet olunur ki suyla ilk istincâyı yapan, Hz. İbrahim (a.s.) dır. Ama İslâm dîni bir kolaylık ve müsâhama eseri olarak istincânm taşla ve benzeri, mak'ada zarar vermeyecek diğer şeylerle de yanılmasına ruhsat vermiştir. 68  (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 119.)

Hükmü:

Anlattığımız mânâda istincâ farzdır.. 

Hanefiler dediler ki: İstincâ veya onun yerine geçen isticmar, kadınlar ve erkekler için müekked bir sünnettir. Müekked sünnetin özelliği gereği, istincâ yapmayan, kuvvetli görüşe göre kerahete girmiş olur. Necaset, çıkış deliğinin etrafına yayilmadıkça istincânm su, küçük taş ve benzeri şeylerle yapılması müekked sünnettir. Çıkış yerinden maksat, Hanefîlere göre insan ayakta durduğunda oturağın (mak'adın) kapanıp görünmeyen deliği ile penisin ucundaki deliktir. Bu çıkış yerlerinden çıkan pisliğin alışılagelen dışkı ve idrar gibi bir pislik olmasıyla kan ve irin gibi alışılagelmeyen bir pislik olması arasında fark yoktur. Bu pislikler, sözü edilen çıkış delikleriyle oturağın dışına yayılacak olurlarsa durumu değerlendirmek gerekir. Yayılan necaset, bir dirhemin genişliğinden daha fazla ise bu pisliği yalnız su ile gidermek farz olur. Bu durum artık istincâyı değil de necaseti giderme konusunu ilgilendirmektedir. Necasetin giderilmesi için de su kullanmak gereklidir; farzdır. Yine aynı şekilde penisin baş tarafına sidik yayılır ve bu sidik bir dirhem miktarından daha fazla olursa suyla temizlenmesi farz olur. Taşla temizlemekle yetinilmemelidir. Sahîh olan görüş budur. Sünnet edilmemiş bir penisin başındaki kılıfa da bulaşan sidik bir dirhem miktarından fazla olursa suyla yıkanması farz olur. Taşla temizlemek yeterli olmaz. Bu görüş, İmam Âzam ile Ebû Yûsuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre ise, çıkış deliğinin dışına yayılan necaset bir dirhem miktarından az da olsa çok da olsa yıkamlması vâcib olur. Bunu yaparken çıkış deliğinin tam üzerinde bulunan pislikleri yıkamanın da vâcib olduğunu söylemeye gerek yoktur. Çünkü etrafa yayılan pislik, çıkış deliğinin tam üstündeki pislikten yayılmıştır. Her ne kadar İmam Âzam ile Ebû Yûsuf'un görüşleri esas olarak alınıyorsa da, İmam Muhammed'in bu görüşü ihtiyata daha yakındır. Suyun bol olduğu mıntıkalarda ihtiyata uymak için pisliği suyla yıkayıp temizlemek gerekir. Pislikler ve pis kokular ancak su ile temizlenip giderilebilir. Çöl gibi suyun kıt olduğu yerlerdeyse İmam Âzam ile Ebû Yûsuf'un görüşlerine uyulacağı açıktır. Su bulunmasına rağmen kullanılması bazı sebeblerden ötürü imkânsızlaşıyorsa da bu görüşe uymak gerekir. Özetle Hanefîlerin bu konudaki görüşlerinin şu noktalarda toplanmakta olduğunu söyleyebiliriz: Çıkış deliğinin üzerinde bulunan dışkı ve idrar gibi alışılagelmiş pisliklerle mezî, vedî ve kan gibi alışılagelmemiş pisliklerin su veya başka şeyle giderilmesi müekked sünnettir. Ki buna istincâ, isticmar veya istitâbe denmektedir. Çıkış deliğinin etrafına yayılan pislikleri gidermekse farzdır. Ki buna istincâ değil de, necasetin giderilmesi denir. Bu necasetin miktarı bir dirhemden fazla olunca suyla giderilmesi şart mıdır, değil midir? Bu hususta İmam Muhammed ile İmam Âzam ve Ebû Yûsuf arasında görüş ayrılığı mevcuddur. İmam Muhammed der ki: Çıkış deliğinin dışına yayılan pislik bir dirhenı miktarından az olsa bile suyla yıkanılmahdır. İmam Âzam ile Ebû Yûsuf der ki: Bu pislik, bir dirhem miktarını aşmayınca suyla yıkamlması vâcib olmaz. İstibrâ dışında kadınla erkek aynı hükümlere tabidirler. İstibrâ, çıkış mahallinde sidik veya dışkı kalıntısının bulunmadığına galip bir zanla kanâat getirmektir. Bu anlamda istibrâ, kadına vâcib değildir. Ancak dışkı veya idrarını tamamladıktan sonra az bir zaman beklemeli, bilâhare istincâ veya isticmar yapmalı veya her ikisini bir arada yapmalıdır. Bir kişi isticmar yaptıktan sonra çıkış yerinde necasetin eseri kalır da terledikten sonra o eser, çamaşırına bulaşacak olursa; bulaşık miktarı bir dirhemden fazla olsa bile çamaşır necis olmaz. Ama isticmar yapan kişinin çıkış deliğinde pislik eseri kalır da o kişi, az miktardaki bir suyun meselâ küçük bir su kabının içine oturursa oturduğu suyu ve kabı necis eder. Bunu söylemekle istincâmn, yani sadece çıkış deliğinin üzerindeki pisliği gidermenin farz değil de sünnet olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü çıkış deliğinin etrafına yayılma olduğunda bu, istincâ olmaktan çıkıp necaseti giderme hükümlerine tâbi olur. Yalnızca küçük abdest yapılıp sidik, penis deliğinin etrafına yayılmadığı takdirde istincâ yapmak müstehab olur. Ama sidik, penis deliğinin etrafına yayılacak olursa bu durumda yapılacak olan istincâ değil de necaseti gidermektir. Sırf yellenmekten ötürü istincâ yapmaksa bid'attir. Katı necasetlerde dirhem miktarı, yirmi kırattır. Sıvı necâsetlerdeyse dirhem miktarı, avuç dibinin dolusu kadar olmasıdır. Bir kırat, kabuğu olmayan beş arpa tanesi ağırlığına mukabildir. Ayrıca bir kırat, orta yollu bir keçiboynuzu meyvesinin bir çekirdeğinin ağırlığına da mukabildir. Yine bu çekirdeklerden her biri beldemizdeki buğday tanelerinden dört tanesinin ağırlığına denk gelir. Sonuç olarak da bir dirhem, keçiboynuzu meyvesinin çekirdeklerinden onaltı tanesi kadar bir ağırlıktır. Bu anlatılanlardan sonra kişi, bir dirhemin miktarını yaklaşık olarak takdir edebilir. Tabiî takdir ederken de ihtiyatı elden bırakmamalıdır. 

Malikiler dediler ki: İstincâda aslolan mendubluktur. Def-i hacette bulunan kişinin, çıkış deliğinin üzerindeki pisliği suyla olsun taşla olsun gidermesi mendubtur. Ancak suyla giderilmesi birkaç durumda vâcib olur: 

1. Bakire olsun olmasın bir kadın, oturarak küçük abdest yaptığında tenasül organından çıkan şeyi suyla yıkaması vâcib olur. Çıkan bu pislik, çıktığı deliğin etrafına tassa da taşmasa da hüküm aynıdır. Suyla giderilmesi vâcibtir. Yalnız küçük abdesti hergün en az bir defa tenasül organının dışına yayılıyorsa bu, sidik akıntısı olan özürlü kimselerin durumuna benzer. Ki bu durumda bulunan kadınlar, suyla yıkamaktan muaf tutulurlar. 

2. Önden veya arkadan çıkan pisliğin aşırı derecede etrafa yayılması durumunda da suyla yıkamak vâcib olur. Normalin dışındaki bu yayılmanın ölçüsünü şöyle tesbit edebiliriz: Büyük abdest yapıldığında dışkının butlara kadar yayılması aşırı derecede bir yayılmadır. Küçük abdest yapıldığında ise sidiğin, penisin baş tarafındaki sünnet yerini tamamıyla kaplaması aşırı derecede bir yayılmadır. Bu durumda organın tümünü suyla yıkamak vâcib olur. Sadece pislik yayılan yeri yıkamak yeterli olmaz. 

3. Alışılagelmiş lezzetiyle penisten mezînin çıkması durumunda da temizlenmeye niyet edilerek 

penisin tümünü yıkamak vâcib olur. Ama niyet etmeden yıkayacak olursa mûtemed olan görüşe göre namazı sahîh olur. Niyet ederek penisin bir kısmını yıkayacak olursa bazıları namazı sahîh olur dt..niş, bazıları da sahîh olmaz demişlerdir. 

4. Cünüplükten ötürü gusül îcâbeden hâllerde menînin çıkması. Bunun iki şekli vardır: 

a. Bu durumdaki kişi, gusle yetecek kadar suyun bulunmadığı bir yerde olursa gusül yerine teyemmüm eder. Ancak penisinin üzerindeki meniyi suyla yıkayıp temizler. Penisin tamamını suyla yıkamaya gerek yoktur. Gusül yapmak zararlı olur korkusundaki hasta adam da aynı hükme tâbi olup penisinin üzerindeki meniyi suyla yıkar ve sonra da teyemmüm eder. 

b. Akıntı hâlinda,menmin bir defa bile olsa hergün sızıntı hâlinde akması. Bu durumdaki kişi, mazur sayılıp meninin necasetinden muaf tutulur. Ne suyla ve ne de taşla istincâ yapması gerekmez. Bu şartların tahakkuku durumunda birinci şıkta da aynı hüküm uygulanır. 

5. Hayız ve nifas hâlinin sona ermesi anındaki kadının ayrıca gusül yapmasına engel bir mazeretinin doğması durumunda sadece tenasül organını suyla yıkaması ve gusül yerine teyemmüm etmesi gerekir. Yeterli su yoksa, suyla istincâsı da vâcib olmaz. Su varken sadece çakıl taşlarıyla istincâ yapması yeterli olmaz. Yellenmeden ötürü istincâ yapmak da mekruhtur.

Nâdir olarak da olsa kan, vedî, mezî gibi önden veya arkadan çıkan her türlü necis şeylerden ötürü de istincâ yapmak zorunludur. Ayrıca çıkmakta olan bu pisliklerin, istincâdan önce kesilmiş olmaları gereklidir. Aksi takdirde yapılan istincâ geçersizdir, bâtıl olur. (Hanbelî ve Şâfiîler bu görüştedirler.) 69  (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 119-122.)

Kazây-ı Hacetin Âdabı

Bilindiği gibi şeriat koyucu, kazây-ı hacetle ilgili olarak bazı hükümler koymuştur. Ki bunların bir kısmı, bu pisliklerin çıkış yerlerinin temizlenmesine ilişkindir. Suyla yapıldığında bu temizlenmeye “istincâ”, sudan başka taş ve benzeri şeylerle yapıldığında da “isticmâr” adı verilmektedir. İstincâyla ilgili hükümleri her mezhebe göre ayrı ayrı anlattık. Böylece geriye, kazây-ı hacetle ilgili davranışların usûl ve erkânını anlatmak kalmış oluyor. Bu arada bir kısım insanların bu konuyla ilgili olarak ortaya attıkları bir itiraza da değinmek istiyorum. Diyorlar ki: “Kazây-ı hacet, insanın pozisyonuna ve içinde bulunduğu kendine özgü ortama bağlı olan tabii hâllerden biridir. Bu işi yaparken bazı şer'i kayıtlara bağlı kalmak, insanı gereksiz bazı zorluklara katlanmaya sürükler.” Bu ve buna benzer itirazları ileri sürenler, her halükârlarında şer'î yükümlülüklerden sıyrılıp kurtulmayı amaçlamaktadırlar. Yoksa şeriat sahibinin hayız hâli ve cinsel ilişkilere ilişkin koymuş olduğu hükümlerle bu hükümler arasında bir fark olduğunu mu iddia ediyorlar? Bizler için ne güzel bir mutluluk vesilesidir ki, İslâmiyet'in bütün bu konularla ilgili vaz'etmiş olduğu hükümlerin hepsi de akla, sağlık kurallarına ve sosyal düzenin gerekli kıldığı temizlik prensiplerine tam tamına uymaktadır. Bizler burada İslâm dîninin vaz'etmiş olduğu hükümlerin se beb ve illetlerini her ne kadar araşttrmıyorsak da bilinmelidir ki bunlar, sadece insanın kendisini ilgilendiren özel hükümlerdir. Ve acizlik halleri dışında insanın yapmaktan kaçınamıyaeağı ibâdetlerdir. Bütün bunlara rağmen yine de İslâmiyet akla uygun olan şeylerin tümünü kabullenmiş ve insanların sosyal durumlarıyla sağlıklarına uygun ibâdetleri onlara görev olarak yüklemiştir. Bütün bunlardan sonra kim kalkıp da, “dışkı ve idrardan ötürü temizlenmek gereksizdir” veya, “kazây-ı hacetle ilgili usûl ve erkâna uymak faydasızdır” diyebilir?   İslâm dininin hükümlerinin tümü, toplumun yararınadır; insanlar için ilâhî bir ihsandır. Bu kayıtların tümü, insanların yararına olup hiç kimsenin bunlara zarar vermeye de gücü yetmeyecektir. Şimdi de kazây-ı hacetle ilgili olarak konulan hükümlerin tümünü vâcib, haram, mendub ve mekruh sırasına göre ele alacağız. 1. İstincâ esnasında yapılması vâcib olan işler: İstincâ esnasında istibrâ yapmak vâcibtir. İstibrâ: Ön veya arka çıkış yerlerinde sidik veya dışkının kalan artığını çıkarmak ve çıkış yerlerinde artık olarak hiç bir şeyin kalmadığına kuvvetli zanla karar vermektir. Bazı insaniar, penisin içinde artakalan sidik birikintisini bir iki adımlık yürüyüşle veya ayağa kalkmakla veyahut da kendine özgü bir takım hareketlerle dışarı atmayı âdet edinmişlerdir. İstincâ yapmak isteyen kişinin istibrâ yapması gerekir. Sidik sızıntısının kesildiğine karar vermedikçe abdest alması caiz olmaz. Bu durumda abdest alır da bir damla sidik damlarsa abdestinin bir faydası olmayıp boşa gider. Penisin içinde kaldığını tahmin ettiği sidik birikintisini çıkarıp geriye hiç bir sızıntı ve birikinti kalmadığına kuvvetli zanla karar verdikten sonra abdest alması gerekir. Bu, ittifakla vâcibtir. Bazıları demişlerdir ki: Pisliğin çıkış yerinde bir miktar birikinti kaldığına kuvvetli zanla karar verilmedikçe istibrâ yapmak vâcib olmaz. Bazılarıyla çıkış mahallinde bir miktar birikinti kalmadığına kanaat getirebilmek için istibrâ yapmak vâcibtir demişlerdir.

Şâfiîler: Pisliğin çıkış yerinde bir miktar birikinti kaldığına kuvvetli zanla karar verilmedikçe istibrâ yapmak vâcib olmaz diyenler sadece Şafiîlerdir.

2. Kazây-ı hacet yapılması haram olan yerler: Mezarların üzerinde kazây-ı hacette bulunmak haramdır. Bunun haramlık sebebi gayet açıktır. 

Hanefîler: Mezarlar üstünde kazây-ı hacette bulunmak tahrîmen mekruhtur demişlerdir. Her halükârda bunu yapanın günahkâr olacağı hususunda diğerleriyle görüş birliği etmişlerdir. Ancak diğer mezhebler bu günâhın şiddetli bir günâh olduğunu da kaydetmişlerdir. Ve bunun sebebi de yukarıda anlatılmıştır. Mezarlıklar, ibret ve nasihat alma yerleridir. İnsanların avret mahallerini açarak bunların üstünü, kendinden çıkan pisliklerle kirletmeleri edebe aykırıdır. Sahîh rivayete göre Peygamber (s.a.s.), âhireti hatırlamaları için, ümmetini kabirleri ziyaret etmeye teşvik etmiştir. İbret ve nasîhat almak için ziyaret edilen yerlerin, büyük veya küçük abdest yeri olarak kullanılmaları ahmaklık ve cahillik değil de nedir? İşte mezarların üzerinde kazayı hacette bulunmak, bu sebebten ötürü yasaklanmıştır. Bu mânâyı kapalı bir şekilde dile getiren hadîslere örnek olarak Müslim'in ve Ebû Dâvûd'un rivayet etmiş oldukları şu hadîs-i şerîfi dikkatlere sunmakta yarar vardır: 

“Sizden birinizin, yanmakta olan bir ateş közü üzerine oturup da elbisesinin yanması ve sonra da (ateşin), derisine ulaşması, elbette kabir üzerine oturmasından daha hayırlıdır.” 70  (Müslim, Cenâiz, 96; Ebû Dâvüd, cenâiz, 73. )

Bazı âlimler bu hadîsin, kazây-ı hacet maksadıyla mezar üstüne oturmanın yasak olduğu anlamına geldiğini söylemişlerdir. Ama hadîste buna işaret edecek bir unsur yoktur. Aslında hadîsin ifade etmek istediği husus, vakit geçirmek ve teselli bulmak için mezarların üzerine oturmaktır. Nitekim bazı câhil köylüler de böyle yapmaktadırlar. Bunlar mezarlıklarda güneşlenmekte ve bazı mezarların gölgesinden istifade etmekte, buralarda birbirleriyle tıpkı şehirlilerin lokallerde ve kahvehanelerde yaptıkları gibi çene çalıp sohbette bulunmaktadırlar. Kuşkusuz bu davranışlar, mezarları ziyaret etmekle elde edileceği umulan nasihat, ibret ve haşyete ters düşmektedir. Üstelik bu sebeble mezarlar da pervasızca tahkîr ediliyor. Rasûlullah'ın İbn Mâce tarafından rivayet edilen şu hadîs-i şerîfi konuya ne güzel bir açıklık getirmektedir: 

“Yanmakta olan bir ateş közünün veya şiddetli derecede sıcak bir yerin üstünde yürümem veya delinen ayakkabımı ayaklarımın derisiyle yamalamam, kabir üstünde yürümemden daha hayırlıdır.” 71  (İbn Mâce, cenâiz, 45.)

3. Durgun suda kazây-i hacet yapmak caiz değildir. Sahabeden Hz. Câbir (r.a.) in rivayet ettiği bir hadîse göre Peygamber (s.a.s.) Efendimiz; durgun suya idrar yapılmasını yasaklamıştır. Dışkı da idrar gibi bu yasağın kapsamına alınmıştır. Çünkü o daha pis ve dolayısıyla yasağı da daha şiddetlidir. Durgun suya idrar yapma yasağıyla ilgili olarak mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.

Malikiler dediler ki: Az olan durgun suda kazây-ı hacette bulunmak haramdır. Ama büyük bahçelerdeki büyük göllerde ve geniş havuzlarda idrar yapmak haram olmaz. Ancak bu göller ve büyük havuzlar başkasının mülkü olur da kullanılmalarına sahibince izin verilmemiş veya verilmiş de, içine pislenmesine izin verilmemişse, içine idrar yapmak haram olur. Eğer su akar ise, içine idrar yapmak haram değildir. Ancak bu akar su da başkasının olup izin vermemişse veya vakıf suyu ise içine idrar yapması haram olur. 

Hanefiler dediler ki: Az miktarda olan durgun suda kazây-ı hacette bulunmak şiddetle haram kılınmıştır. Eğer su çok ise bu, tahrîmen mekruh olur. Eğer su akar ise, içine idrar yapmak tenzîhen mekruhtur. Su her ne kadar çok olsa da başkasının mülkü olur ve içine idrar yapılmasına izin verilmezse veya bu su vakıf malı ise içine pislemek haramdır. 

Hanbeliler dediler ki: Az veya çok, durgun veya akar suda büyük abdest bozmak haramdır. Genişliği ve içine düşen pisliklerin görünmemesi bir tarafa, yolculuk yapıldığında sefer zorlukları göz önüne alınarak denizde büyük abdest bozmak haram olmamaktadır. Durgun suya idrar akıtmak haram değil ama mekruhtur. Az miktardaki akar suya da idrar akıtmak mekruhtur. Çok miktardaki suya idrar akıtmaksa mekruh değildir. Ancak bu suyun vakıf suyu olmaması veya başka birinin özel mülkiyetinde bulunuyorsa sahibinin izin vermiş olması gerekir. Aksi takdîrde bu sularda kazây-ı hacette bulunmak haram olur. 

Şafiiler dediler ki: Az olsun, çok olsun suda kazây-ı hacette bulunmak haram değildir. Sadece mekruhtur. Ancak bu su, başkasının mülkiyetinde bulunuyor da sahibince kullanımına izin verilmiyorsa veya biriktirilmiş fakat geniş olmayan bir su ise bunda kazây-ı hacette bulunmak haram olur. Yalnız Şâfiîler geceyle gündüz arasında bir ayırım yaparak demişler ki: Durgun olsun akar olsun, gündüzleyin az suda kazây-ı hacet yapmak mekruhtur. Ama geceleyin az da olsa çok da olsa suya idrar yapmak mekruhtur.

İslâm fıkhının vaz'etmiş olduğu bu hüküm, ilmin kabullendiği ve selim aklın benimsediği en güzel hükümlerden biridir. Kendisinden yararlanmak İçin hazırlanan suya pislemek, nefretle kınanan çirkin huylardan biridir. Ayrıca bazı salgın hastalıkların da etrafa yayılmalarına neden olur. İslâmiyet'in yüceliklerinden biri de ibâdetlerin, insanların yararına olarak vaz'edilmiş olmalarıdır. 4. Suyun geliş yerlerinde, insanların gelip geçtikleri yerlerde ve gölgelendikleri mevkilerde kazây-ı hacette bulunmak haramdır. 

Hanefî ve Şafiiler dediler ki: Bu gibi yerlerde kazây-ı hacette bulunmak mekruhtur. Ancak bu yerler, vakıf malı veya başkasının mülkiyetinde ise haram olur. İnsanların gelip geçmekte oldukları umumî yerlerde, suların geliş yerlerinde ve gölgeliklerde kazây-ı hacette bulunmanın yasak olduğu hususunda mezheb İmamları ittifak etmişlerdir. Ancak Şafiî ve Hane-fîler bu yasağı mekruh olarak; Mâlikî ve Hanbelîlerse haram olarak ifade etmişlerdir. Ancak her iki görüş de bu fiili yapmanın sonucuna göre karar verilmesini kabullenmişlerdir. Meselâ kazây-ı hacet yapmaktan ötürü insanlara şiddetli bir zarar dokunuyor veya genel sağlık durumlarını olumsuz yönde etkiliyorsa bu, icmâ' ile haram kılınmıştır. Zîrâ insanlara zarar vermek ve onlara eziyette bulunmak kesin ve sert bir biçimde yasaklanmıştır. Mekruh olduğunu söyleyenlerse her hâlde, tuvalet bulunmayan ıssız ve geniş yerlerde kazây-ı hacette bulunmayı kasdetmiş olacaklar. Ki bunun pek şiddetli bir zararı olmasa gerektir.

Bu husûsta Müslim ile Ebû Davud'un rivayet etmiş oldukları bir hadîs-i şeriflerinde Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır: 

“İki lanet edici şeyden sakının. Dediler ki: “Ya Rasûlallah! Nedir bu iki lanet edici şey?” Buyurdular ki: “İnsanların yollarında veya gölgeliklerinde def-i hacette bulunandır.” 72  (Müslim, Taharet, 68; Ebû Dâvûd, Taharet, 14.)

 Bir kişinin hadîste belirtilen bu iki yerde kazây-i hacette bulunması onun lanetlenmesine sebeb olur. Çünkü yollarda kazây-ı hacette bulunanlar, sövüp saymalara maruz kalmaktadırlar. Oysaki bu ezâ verici ve tiksindirici işi yapmasalar, bu tür hakaretlere maruz kalmayacaklardır. Bu konudaki bir başka hadîsi de Muaz bin Cebel (r.a.) rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: 

“Üç lanet yerinden sakınınız: Suların geliş yerleri, yol üzeri ve gölgelikler.” 73  (Ebû Dâvûd, Taharet, 14; İbnMâce, Taharet, 21.)

“Lanet yerinden” denmesinin sebebi, buralarda def-i hacette bulunanlara başkasının lanet okuyacağından ötürüdür. 

5. Kazây-ı hacette bulunurken kişinin, önünü veya arkasını kıbleye çevirmesi haramdır. 

Hanefiler dediler ki: Kazây-ı hacet esnasında kıbleye yönelmek veya sırt çevirmek ister bu iş için yapılmış bir bina dahilinde olsun, ister dışarıda olsun tahrîmen mekruhtur. Eğer unutarak bu şekillerden birine göre oturur da sonra hatırlayacak olursa mümkün olduğu kadar başka tarafa yönelmeye çalışmalıdır. Mümkün olursa, yasak yöne doğru yapılmış olan tuvalete oturmamak gerekir. İdrâr yapmak, dışkı yapmak, istincâ ve isticmar yapmanın bu husustaki hükmü aynı olup hepsi de tahrîmen mekruhtur. Bu hususta Hanefîler delil olarak şöyle bir hadîs naklederler:

 “(Tuvalet için hazırlanmış olan geniş ve) alçak çukura geldiğinizde ne idrar ne de dışkı yapmak için kıbleye yönelmeyin ve de sırtınızı çevirmeyin.” 74  (Müslim, Taharet, Bâb: 59; Ahmed b. Hanbel, Mûsned, c. 2, s. 247. )

Şu anlamda ki bir kişi, idrarını veya dışkısını yaparken yüzünü kıbleye yöneltirse veya arkasını çevirirse günahkâr olur. Doğu veya batıya yönelmesi gerekir. Tabîî def-i haceti dışarıda yapma hâlinde bu hükümler cereyan eder. Tuvalet binası gibi kapalı bir yerde yapıldığında kıbleye yönelmek veya sırt çevirmek haram olmaz. Şâfiîler, Mâlikî ve Hanbelîler bu görüştedirler. Def-i haceti tamamladıktan sonra kıbleye yönelik veya dönük olarak istincâ veya İstİcmar yapmak haram değil, ama mekruhtur. Mâlikîlerle Hanbelîler bu görüştedirler.

Şafiiler dediler ki: İstincâ veya isticmar esnasında kıbleye yönelmek veya sırtı çevirmek yasaklanmamıştır. Bu yasak, sadece kazây-ı hacetle ilgilidir.

6. Kazây-ı hacet yapmakta olanın rüzgârın estiği tarafa yönelmesi mekruhtur. Ama idrar yapılırken rüzgârın estiği tarafa yönelik olarak oturmak caiz olmaz. Çünkü bu durumda idrarının serpintileri, kendisinin üzerine savrulur. Bu hükmün konulmasında, idrarını yapmakta olan kişinin menfaati gözetilmiş olmaktadır. Doğal olarak insanın, elbisenini ve bedenini kirleten şeylerden nefret edip uzak durması gerekir. Şerîat sahibi, insanların menfaatlerini gözetmek ve onları temizliğe teşvik etmek için bu olumsuz davranışları mekruh saymıştır. 

7. Kazây-ı hacet yapmakta olan birinin konuşması mekruhtur. Bunu yapmakla konuşmanın değeri küçük düşürülmüş olmakta, Allah'ın, peygamberin adlarını ve diğer kutsal sözleri söyleme olasılığına bile aldırış edilmemektedir. Aslında bu esnada gereksiz yere konuşmak mekruhtur. İhtiyâç duyulduğu takdirde konuşmak mekruh olmaz. Meselâ ibrik veya necaseti kurulamak için bez istemek için konuşma gibi. Bu maksatla konuşmak mekruh olmaz. Bir çocuğu tehlikeye düşmekten veya bir malı telef olmaktan kurtarmak için konuşmak da elzem olduğu gerekçesiyle mekruh olmaz. 

8. Kazây-ı hacet yapan, güneşe ve aya doğru yönelmemelidir. Çünkü bunların ikisi, insanlığın istifade ettiği nimetlerden birer nimet ve Allah'ın varlığına delâlet eden birer kanıttırlar. Allah'ın nimetlerine gereken saygıyı göstermek ve kıymetlerini takdîr etmek İslâm Şerîatı'nın kurallarındandır.

Malikiler dediler ki: Kazây-ı hacet yapanın güneşe ve aya doğru yönelmesi tahrîmen mekruh değildir. Ama en iyisi, bunu yapmamaktır. Çünkü yapılması tenzihen mekruhtur.

9. İstincâyı sol elle yapmak mendubtur. Çünkü yemek yeme ve benzeri işlerde umumiyetle sağ el kullanılmaktadır. Sol eli pisliğe değdirmeden önce parmakları ıslatmak da mendubtur. Bunu yapmakla pislik, parmaklara kuvvetlice yapışmaz. İstincâ bittikten sonra da sol eli, temizleyici bir şeyle yıkamak mendub olur. Necaseti tamamıyla gidermek mümkün olsun diye istincâ esnasında azıcık da istirhâ yapmak mendub olur.

Şafiiler dediler ki: îstincâ anında istirhâ, yani kişinin kendini serbest bırakması vâcibtir. Çünkü istincâ yapan ancak bu şekilde kendisinden çıkan pisliği temizleyebilir. 

Hanefiler: İstincâ yapan, oruçlu değilse istirhâ yapması mendup olur demişlerdir. Zîrâ oruçluyken alt taraftan içeriye su kaçması orucu bozar. Bir ihtimâl de olsa oruçluyken bunu yapmamak gerekir. 75  (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 122-128.)

Kendisiyle istincâ sahîh olan suda iki şart aranır: 

1. Bu, temizleyici bir su olmalıdır. Sadece temiz bir suyla istincâ yapılması sahîh olmaz. Nitekim bu suyla necasetin giderilmesi de sahîh olmaz.

Hanefiler dediler ki: Temizleyici suyla istincâ yapmak vâcib değildir. Sadece temiz suyla istincâ yapmak yeterli olur. Evet, temizleyici suyla yapmak daha faziletlidir. Çünkü bu suyun, necaseti giderdiği husûsunda mezhebler arasında görüş birliği mevcudtur. Üzerinde görüş birliğine varılan hükümlere uymak, Hanefîlere göre erdemli bir davranıştır.

2. Su, necaseti giderecek miktarda olmalıdır. Necasetin çıkış yerini tekrar eski temiz hâline getirmeye yetecek kadar olmadığı takdirde bu su kullanılmamalıdır. İstincâ yapan bir kimse önce ön tarafını mı yoksa arka tarafını mı yıkayacaktır? Bu hususta mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.

Malikiler dediler ki: Necaseti giderme ve temizlemede ön tarafa öncelik vermek mendubtur. Ancak elini ıslatıp da oturağı (mak'adı) na değdirdiğinde sidiğinin damlaması âdet hâline gelmişse bu durumda mak'adını öncelikle yıkaması mendub olur. Hanefîler: Bu mevzuda iki görüşleri vardır: Ama müftâbih olanı İmam Âzam'ın görüşüdür. Ki buna göre öncelikle mak'adı yıkamak gerekir. Çünkü arka tarafın pisliği, ön tarafınkine oranla daha tiksindiricidir. Ayrıca otraktaki çıkış deliğini ve etrafını ovarken sidik damlayabilir. Bu durumda ön tarafı önce yıkamanın bir faydası olmaz. Şafiiler dediler ki: Suyla istincâ yapıldığında ilkin ön tarafı yıkamak, taşla isticmar yapıldığında ise ilkin arka tarafı yıkamak mendup olur. 

Hanbeliler dediler ki: İstincâ veya isticmar yapmak isteyen bir kişi, erkek veya bakire bir kızsa ilkin ön tarafı yıkaması sünnettir. Eğer bakire olmayan bir kadınsa temizliğe dilediği taraftan başlayabilir.

Taş ve benzeri maddelere gelince bunlar, su bulunsa bile yine de su yerine geçerler. Ancak istincâda su kullanmak daha faziletlidir. Daha da iyisi, su ile taşlan bir arada kullanmaktır. Sadece taşla isticmar yapılması hususunda mezheblerin tafsilâtlı görüşleri aşağıda anlatılmıştır.

Hanefiler dediler ki: İsticmarı toprak, eski bez, taş, kuru çamur parçaları gibi temiz şeylerle yapmak sünnettir. Kemik, hayvan dışkısı ve benzeri gibi, kendileriyle isticmar yapılması yasaklanan şeylerle isticmar yapmak, tahrîmen mekruhtur. Bunlarla isticmar edilmesini Rasûlullah (s.a.s.) yasaklamıştır. İnsan ve hayvan yiyecekleri de böyledir. Şer'an saygın sayılan şeylerle de isticmar etmek tahrîmen mekruhtur. Buhârî ve Müslim'in Sahihlerinde sabit olduğu gibi malı zayi etmek, yasaklanmış bir husustur. Kâfir veya ölü de olsa insan vücudunun bir parçası, üzerine huruf-u mukataa ile yazılmış olsa bile yazılı kağıtlar, yazı yazmaya elverişli boş kâğıtlar şer'an saygın olan şeylerin kapsamına gir.erler. îsticmar etmekle telef olan veya değeri eksilen, mâlî değeri olan şeylerle isticmar etmek mekruhtur. Ama bu vasıftaki bir şeyle isticmar edildikten sonra, bunlar yıkanıp kurulandığı takdîrde eski hâllerine dönerlerse mekruhluk durumu ortadan kalkar. Tuğla, balçık, cam, kömür ve üstü düz kaygan taş ile isticmar etmek mekruhtur. Bu maddelerin kullanılmaları zarar veriyorsa tahrîmen mekruhtur. Çünkü zararlı şeyleri kullanmak caiz değildir. Ama zararlı değilse, necaset yerini tam olarak arındırmadıkları gerekçesiyle kullanılmaları tenzîhen mekruhtur. Başkasının duvarına mak'adını sürerek isticmar etmek tahrîmen mekruhtur. Zira başkasının malına tecâvüz etmek caiz değildir. Ama kendi mülkü olan bir duvarla isticmar etmesinde kerahet yoktur. Kira ile tuttuğu binanın duvarı da kişinin kendi mülkünün duvarı gibidir. Yukarıda sayılan şeylerden biriyle isticmar etmek, serdedilen tafsilâta göre tenzîhen mekruh olmakla birlikte yine de yeterli olur. Ayrıca bu bahsin baş tarafında, sadece suyla istincâ yapılması gereken durumlarla taş ve benzeri şeylerle isticmarın yeterli olduğu durumlar anlatılmıştır. 

Şâfiîler: Kendisiyle isticmar edilecek nesnenin katı ve temiz olmasını şart koşmuşlardır. Necis bir şeyle isticmar etmek sahîh olmaz. İsticmar edilecek şey, necaseti söküp atacak bir şey olmalıdır. Yassı ve gevşek bir şeyle isticmar yapmak sahîh olmaz. İsticmarda kullanılacak nesne, ıslak bir şey olmalıdır. Meselâ terle ıslanmış bir şeyle isticmar etmek sahîh olmaz. Şer'an saygın bir şey olmamalıdır... Ekmek, kemik, fıkıh ve hadîs gibi içinde şer'ı ilimler yazılı olan kitaplar veya sarf-nahiv, hesab, tıp ve aruz gibi bunlara vesile sayılan ilimlerin yazılı bulunduğu kitaplar şer'an saygın şeylerden olup bunlarla isticmar etmek caiz olmaz. Bu ilimlerden başka şeylerin yazılı olduğu kitaplarsa şer'an saygın sayılmazlar. Üstün kişiliği olan birisinin ismi kastedilerek üzerinde Ebû Bekir, Ömer gibi isimlerin yazılı bulunduğu şeyler, mescide ait şeyler (bunlar mescidden ayrı olsalar bile ait oldukları sürece) şer'an saygıya lâyıktırlar. Kanı heder edilen biri bile olsa sırf şekline nazaran insan olduğundan ötürü vücûdunun parçalan da şer'an saygındır. Bu sayılan şeylerden herhangi biriyle isticmar etmek caiz olmaz. Ön veya arkadan çıkan necasetlerle de ilgili bazı şartlar vardır. Şöyle ki: 

a. Vücûddan çıkan bu necaset kuru olmamalıdır. Zîrâ kurumuş olan pisliği taşla gidermeye çalışmanın bir faydası olmaz. 

b. Vücûddan çıkmış olan bu necasetin üzerine başka bir necasetin veya ter gibi başka bir temiz şeyin katılmaması. 

c. Dışkı kaba etlere kadar, idrar da sünnet yerine kadar yayılmamalı-dır. Bu kayıt erkeklerle ilgilidir. Kadınlara gelince isticmarı yapan bakire bir kızsa, necaset, oturduğu zaman görünen yere kadar yayılmamış olmalıdır. Bakire olmayan bir kadınsa, dâhilde bundan sonrasına kadar yayılmamış olmalıdır. Belirtilen sınırı aşan necasetin sadece suyla yıkanması gerekir. Tıpkı sünnetsiz erkeğin idrarının, sünnet kılıfına bulaşması hâlinde sadece suyla yıkanması gerektiği gibi. 

d. Taşla isticmar edildiğinde üç defadan az silmemeli. Her defasında da necaset mahallinin tamamı silinmelidir. Her silişte taşın bir başka tarafını da kullanmak mümkündür. Silmeyi üç defadan eksik yapmak yeterli olmaz. Necasetin çıkış yeri üç silişle temizlenmemişse, temizleninceye kadar silmeye devam edilmelidir. Ancak necasetten geriye suyun giderebileceği bir eser veya kiremit kırıntıları kalırsa bunun pek zararı olmaz. Malikiler dediler ki: Beş şartı hâiz olan şeylerle isticmar etmek caiz olur: 

1. Taş, pamuk, yün gibi kuru bir şey olmalıdır. Yünün de davara bitişik olmaması gerekir. Aksi takdirde mekruh olur. Çamur gibi kuru olmayan bir şeyle de isticmar etmek caiz olmaz. Çünkü bu, necaseti etrafa daha da yayar. Çamurla isticmar edilmesi durumunda necaset yerini suyla yıkamak artık zorunlu olur. Eğer yıkamadan abdest alıp namaz kılınacak olursa, necasetle birlikte namaz kılınmış olur. Ki bunun hükmü, necasetin giderilmesi bahsinde anlatılmıştı. 

2. Kendisiyle isticmar yapılacak şey temiz olmalıdır. Ölü kemiği, eti yenmeyen hayvanların tersleri gibi necis şeylerden biriyle isticmar etmek caiz olmaz. Eğer bu şeylerden katı biri ile isticmar edilecek olursa, isticmarda bundan bir parça kopmamışsa ve necaset yerini de temizlemişse günahkâr olmakla birlikte bu isticmar yeterli görülür. 

3. Kendisiyle isticmar yapılacak şey, necaseti temizleyici bir nesne olmalıdır. Meselâ cam ve fârisî kamışı gibi düz ve pürüzsüz nesnelerle isticmar yapmak caiz olmaz.    

4. Kendisiyle isticmar edilen şey, eziyet verici olmamalıdır. Meselâ bıçak gibi keskin ağızlı nesnelerle kenarlı taşlar ve kırık cam parçalarıyla isticmar etmek caiz olmaz. 

5. Kendisiyle isticmar edilen şey, şer'an saygın olmamalıdır. Meselâ insan yiyeceği bunlardandır. Tuz, ilaç ve kâğıt da insan yiyeceklerinden sayılmaktadır. Çünkü kâğıtta az da olsa nişasta vardır. Mektub da şer'an saygın olan şeylerdendir. Çünkü mektubun içindeki harflerin saygınlığı vardır. Başkalarının hukukunu ilgilendiren şeyler de ister vakfa, ister özel mülkiyete ait olsun şer'an saygındırlar. Meselâ vakıf veya başkasının özel mülkü olan bir duvarla isticmar etmek haramdır. Ama kişinin kendi mülkü olan duvarla isticmar etmesi mekruhtur. Temiz olan kemik ve hayvan dışkılarıyla isticmar etmek de mekruhtur. Ama bunlarla veya diğer mekruh veya haram olan şeylerle isticmar etmek günâh olmakla birlikte yeterli olur. Temizlenmek içiri illâ da suyun kullanılması gerekli olan durumların izahı, istincâ bahsinde yapıldı. 

Hanbeliler dediler ki: Kendisiyle isticmar edilecek şeyde aranan bazı şartlar vardır. Şöyle ki: 

1. Kendisiyle isticmar edilecek şey, temiz ve mubah olmalıdır. O hâlde gasbedilmiş bir şeyle isticmar etmek caiz olmaz. 

2. Pisliği temizleyen bir şey olmalıdır. Yani pisliği temizledikten sonra geriye kalan eserin sadece suyla 

temizlenebilecek bir kalıntı olması gerekir. Cam ve benzeri düz, pürüzsüz nesnelerle isticmar etmek sahîh olmaz. 

3. İsticmarda kullanılacak şey katı olmalıdır. Meselâ çamur, hayvan tersi, kemik, insan veya hayvan yiyecekleriyle isticmar etmek caiz olmaz. 

4. İsticmarda kullanılacak şey, şer'an saygın olmayan bir şey olmalıdır. Meselâ üzerinde “Allah” lâfza-i celâli yazılı olan bir kâğıt parçası, hadîs veya diğer şer'î ilim kitaplarıyla, kullanılmaları şer'an mubah olan ilim kitapları hürmete lâyık olduklarından ötürü bunlarla isticmar yapılamaz. Ama şer'an kullanılmaları yasaklanmış kitaplarla isticmar yapılabilir. Çünkü bunların saygınlıkları yoktur. 

5. Bir hayvanın eliyle veya henüz kırkılmamış olan üzerindeki yünüyle isticmar etmek caiz değildir. 

6. Altın ve gümüş gibi kullanımı yasaklanmış şeylerle de isticmar yapılamaz. 

7. Necaset mahallini en az üç defa silmek de şarttır. Her silişte de necaset mahallinin tamamı silinmelidir. Bir defada temizlense bile yine de üç-lemek şarttır. 

8. Çıkış deliği, kendisinden çıkmayan başka bir şeyle pislenmiş olmamalıdır. 

9. Necasetin normal sınırın dışına aşmamış olması gerekir. Aştığı takdirde suyla yıkanması gerekir. Ki bu zorunludur. 

10. Çıkış deliğinden çıkan necasetin hukne (şırıngayla vurulan ilaç) artığı olmaması gerekir. Hukne artığı ise suyla yıkanması zorunlu olur. 

11. Çıkış deliğinden çıkan necaset, isticmardan önce kurumamış olmalıdır. Kuruduğu takdîrde sadece suyla yıkanması gerekir. Kadının tenasül organının içi de dışı gibidir. Ancak orasını suyla yıkamak vâcib değildir. Ama kazây-ı hacet yaparken, otururken açığa çıkan kısmını yıkamak vâcib olur. 76 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 128-132.)

ÖZÜRLÜ KİMSELERİN TEMİZLENMELERİ

Bilindiği gibi İslâmiyet, insanların omuzlarındaki zorluk ve sıkıntıları kaldıran açık seçik nasslarla gelmiştir. Buna ilişkin olarak Yüce Allah (c.c.) buyurur ki: 

“Din işlerinde üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi.” 77  (Hacc: 22/78)

İçinde zorluk ve sıkıntı olan şeyleri yapmak, mükellefe vâcib değildir. Özürlere örnek olarak, insanı işten geri bırakmayan hastalıkları gösterebiliriz. Meselâ mesane zayıflığından kaynaklanan ve kesintisiz olarak her zaman veya çoğu zaman sidik damlaması veya mezî ve vedî gibi sıvıların damlaması diyebileceğimiz akıntı hastalığı, sürekli ishal hastalığı, kan ve irin damlaması şeklinde görülen kanlı dizanteri hastalığı bunun örneklerindendir. Bu hastalıklara müptelâ olan kimseler, abdest ve benzeri temizleme işlemlerinde hastalıklarına özgü bir muameleye tâbi tutulurlar. Ki bu hususta mezheblerin detaylı görüşleri aşağıya alınmıştır.

Hanefiler dediler ki: Bu konuyu üç şıkta ele almak gerekir: 

1. Akıntı hastalığının tanımı, 

2. Hükmü, 

3. Özürlünün yapması gereken davranışlar. 

1. Tanımı: Akıntı hastalığı olan kimsede sidik damlaması, yellenme gevşekliği, rahimden olur olmaz kan akması, sürekli ishal ve bunlara benzer bilinen hallerden biri veya birkaçı meydana gelebilir. Bu sakatlıklardan birine düşen kimse özürlü sayılır. Ve bu özrü, hastalığının hemen başlangıcında sabit olmaz, ancak bu haller peş peşe ve sürekli olarak her namaz vaktinde görülürse bunlara müptelâ olan kişi özürlü sayılır. Eğer sürekli olmazsa özürlü sayılmaz. Aynı şekilde özrünün kalkması da damlamanın, bir farz namazının vakti boyunca baştan sona kadar hiç görülmemesiyle sabit olur. Özrün, sabit olduktan sonra devam etmesi için, damlamanın bazı vakitlerde olsa bile vukûbulmasi kâfi olur. Meselâ öğle vaktinin başlangıcından sonuna kadar sidik damlaması olursa özürlü olur. Böylece özrü sabit olduktan sonra damlama, tam bir vakit boyunca kesilse bile bu kişi özürlü kalmakta devam eder. Yani özürlülüğü satfît olduktan sonra ikindi vaktinin başlangıcından çıkışma kadar damlama görülmezse yine özürlü kalmakta devam eder. Ha-nefîlere göre özürlünün tanımı işte bundan ibarettir. 

2. Özürlünün Hükmü: Bu durumdaki bir şahıs, her vakit için abdest alır. Bu abdestle de dilediği kadar farz veya nafile namaz kılabilir. Aynı vakit içinde kılacağı her farz için abdest almasına gerek yoktur. Farzolan vakit çıkınca da özründen önceki hadesinden ötürü abdesti bozulur. Şöyle ki: Bu kişi, kendisinde özrün sabit olmasından önce abdestli olmuş olsaydı, vaktin çıkışıyla abdesti bozulmayacaktı. Ancak vücûdun başka bir yerinden kanama olması veya yellenme gibi başka bir sebeble abdesti bozulabilecekti. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki; abdestin bozulmasının şartı, farz olan vaktin çıkmasıdır. Ama bayram namazını kılmak için güneşin doğuşundan sonra abdest alınır da bilahere öğlen vaktinin girmesiyle abdest bozulmaz. Çünkü öğlen vaktinin girmesi abdesti bozmayacağı gibi, bayram namazı vaktinin çıkması da abdesti bozmaz. Çünkü bu, farz bir namazın vakti değildir. Tersine bu, mühmel bir vakittir. Öğle vaktinin çıkıp ikindi vaktinin girişine kadar bayram namazının abdesti ile dilediği kadar namaz kılabilir. Öğle vakti çıkınca da abdesti bozulur. Özürlü kişi, güneşin doğuşundan önce abdest alırsa güneşin doğmasıyla farz vakti çıktığından ötürü abdesti bozulur. Öğle namazından sonra abdest alırsa ikindi vakti girdiğinde, öğlen vafcti sona ermiş olduğu için abdesti bozulur. 

3. Özürlü kimsenin görevi: Özürlünün görevi kendisinde bulunan özrü zarar vermeyecek şekilde gidermeye veya azaltmaya çalışmaktır. Gücü yettiği kadarıyla bunu doktorlara tedavi ettirmektir. Eğer bunu doktorlar vasıtasıyla tedavi ettirmesi mümkünse bundan geri durması günahkâr olmasına neden olur. Zîrâ fıkıh âlimleri, bu tür hastalıklara mübtelâ olanların bu hastalıklarını tedavi ettirmeleri ve imkânlarının elverdiği kadarıyla vücûdlarını koruyup savunmalarının gerekli olduğunu sarahatle ifade etmişlerdir. Buna dayanarak diyebiliriz ki: Gücü yettiği halde bu hastalıklarını tedavi ettirmeyip şiddetlenmesine ve ağırlaşmasına sebebiyet verenler günahkâr olurlar. Bir şey bağlamak veya olur olmaz rahminden sızıntı yapan kadının yaptığı gibi mahfaza kullanmak akıntıyı önlüyor veya azaltıyorsa bunu yapmak vâcib olur. Eğer ayakta namaz kılmaktan ötürü idrar veya kan damlıyorsa bu durumda oturarak namaz kılmak gerekir. Eğer rükû ve secdelerden ötürü damlama oluyorsa, rükû ve secde yapılmaksızın sadece işaretle namaz kılınır. Özürlü kimsenin akıntısından bir şeyler elbisesine bulaşırsa veya kılmak istediği namazı henüz bitirmeden yeniden akıntı olacağına inanıyorsa bu bulaşığı yıkaması vâcib olmaz. Ama namazını tamamlayıncaya kadar yeniden akacağını tahmin etmezse bu bulaşığı yıkaması vâcib olur.

Hanbeliler dediler ki: Sidik veya mezî akıntısı veya yellenme gevşekliği olan özürlü kimselerin abdesti bazı şartlarla bozulmaz. Şöyle ki: 

1. Pislik akan yeri yıkayıp bir bez parçası veya benzeri bir şeyle bağlaması, mümkün mertebe akıntıyı durduracak pamuk parçalarını içine tıkaması ve akıntıyı dışarıya kaçırmamaya çalışması gerekir. Eğer bu sayılan önlemleri almadan bir akıntı vukû bulursa abdesti bozulur. Ama her türlü önlemi aldıktan sonra yine de akıntı olursa abdesti bozulmaz. Pislik akan yeri yıkayıp orasını bağladıktan sonra bunu her namaz kılışta yenilemesi gerekmez. 

2. Sızıntı veya akıntı devamlı olmalıdır. Eğer bu sızıntı veya akıntı aynı vakitte yeniden abdest alıp namaz kılacak kadar bir süre kesilirse ve bu, her zaman görülebilen bir hâl ise namazını bu kesinti zamanında kılması gerekir. Ve bu kişi, özürlü de sayılmaz. Eğer abdest alıp namaz kılmaya yetecek süreli olan bu kesinti kendisinde âdet hâline gelmemiş ve fakat geçici olarak vukû bulmuşsa abdesti bozulur. 

3. Vaktin girmesidir. Özürlü kişi vaktin girmesinden önce abdest alırsa abdesti sahîh olmaz. Ancak bir kaza namazı veya cenaze namazı için abdest alırsa abdesti sahîh olur. Elinde olmayan bu akıntılar vuku buldukça her vakit için abdest alması vâcib olur. Bu akıntılar vukubulmazsa ve abdest bozucu başka bir durum da meydana gelmezse abdesti bozulmaz. Özürlü kişi, almış olduğu abdestle dilediği kadar farz ve nafile namaz kılabilir. Eğer ayakta durmasından ötürü akıntı oluyorsa namazını oturarak kılar. Eğer rükû ve secdeye gitmekten ötürü akıntı olsa bile namaz kılarken yine rükû ve secdeyi yerine getirir. İşaretle namaz kılmak bu gibi hâllerde yeterli olmaz. Malikiler dediler ki: Hastalık hâlinde insandan akan idrar ve benzeri şeylerin akıntısı abdesti, bazı şartların gerçekleşmesi ile bozmazlar: 

1. Bu özür kişide, namaz vaktinin çoğunda veya en az yarısı kadar bir zamanda devamlı olarak bulunmamalıdır. Meselâ sabahleyin sidik akıntısı görülür, iki saat sonra da kesilirse bu durumdaki bir kimse özürlü sayılmaz. Akıntısı kesilinceye kadar sabretmeli ve sonra da öğle için abdest almalıdır. Yellenme boşluğu olan ve kendisinde sürekli ishal bulunan da böyledir. Bu özürler, namaz vaktinin yarısı veya daha fazla bir sürede devam ederlerse sahipleri özürlü sayılır. Yoksa sayılmazlar. 

2. Akıntıların düzensiz olmaktan ötürü hangi zamanlarda geldiğini kişi aklında tutamamalıdır. Bu özürlerin hangi saatlerde vukûbulduğunu aklında tutabilen kişi bu saatlerde abdest almamalıdır. Meselâ öğle vaktinin sonlarına doğru akıntının kesileceğini bilirse, öğle namazını bu saate kadar geciktirip abdestini alır ve namazını kılar. Aynı şekilde akıntının, öğlenin ilk vaktinde kesileceğini bilirse namazını geciktirmeden hemen bu saatte kılmalıdır. Namazı, özürsüz kimselerin yapabildiği gibi vaktin sonuna ertelemesi mubah olmaz. Eğer akıntı öğle vaktinin tümünde devam ediyor ve ikindi vaktinin de sadece son kısmında kesiliyorsa, öğle namazını bu vakte erteleyip ikindi namazıyla birlikte “cem-i te'hîr” yaparak kılmalıdır. Eğer akıntı ikindi vaktinin tümünde devam ediyor ve öğle vaktinin sadece son kısmında görülmüyorsa, ikindi namazını öne alarak öğle namazıyla birlikte “cem-i takdim” yaparak kılmalıdır. 

3. Özürlü kişi kendisindeki bu özrü ilâçla tedavi ederek veya evlenerek ortadan kaldırmaya muktedir olamamalıdır. Eğer gücü yeter de yapmazsa özürlü sayılmaz. Tedaviyi terk etmekten ötürü günahkâr da olur. Tedaviye başlayacak olursa, tedavi günlerinde muaf tutulur. Kendisinde mezî akıntısı görülen kimsenin mezîsi, bir hastalıktan ötürü ve alışılagelmiş lezzeti duyulmaksızın akıyorsa özür sayılır. Ama bir hastalıktan ötürü değilse, bekârlıktan ötürü ve alışılagelmiş lezzetiyle akıyorsa, örneğin bir kadına bakmaktan veya onu düşünmekten ötürü akıyorsa özür sayılmaz. Her aktıkça da abdesti bozar. Bu durumda sürekli olarak aksa bile yine özür sayılmaz. Bu sayılan şartların gerçekleşmesi hâlinde akıntılardan ötürü abdestin bozulmayacağı, Mâlikî mezhebinin meşhur görüşüdür. Hastalar için hafifletici bir hüküm sayılabilecek olan bir başka görüşleri daha vardır ki, bu görüş meşhur değildir. Bunu şöyle ifade edebiliriz: Bu sayılan şartlar gerçekleşmeseler bile, akıntılardan ötürü abdest bozulmaz. Ancak bu akıntılar sürekli değilse abdest tazelemek müstehab olur. Ama bu akıntılar sürekli vukû bulmakta iseler abdest tazelemek müstehab olmaz. Özürlü kimselerin zorluk ve sıkıntı anlarında her ne kadar meşhur değilse de bu görüşü taklid etmeleri sahîh olur. Çünkü bu, birçok insanın durumuna uygun düşmektedir. Bunu taklid etmelerine bir engel de yoktur. 

Şafiiler dediler ki: Kendisinde akıntı görüleri özürlü kişinin, akıntı yerini tıkayıp bağlayarak korunması vâcibtir. Bu önlemi aldıktan sonra abdest alır, ancak bilâhare harhangi bir akıntı meydana gelirse bunun namaz kılmaya ve diğer ibadetleri yapabilmeye zararı olmaz. Özürlü kimsenin abdestinin namaza elverişli olması için birtakım şartların gerçekleşmesi gerekir. Şöyle ki: 1. Abdestten önce istincâ yapılmalıdır. 

2. İstincâyı yapar yapmaz yukarıda anlatılan korunma önlemini hemen almalıdır. Korunma önlemi de alınır alınmaz hemen abdest alınmalıdır. Bunu biraz daha açalım: Önce istincâ yapılacak. İstincâdan hemen sonra aradan zaman geçmeksizin, akıntı gelen veya dışkı süzülen yeri temiz bir bezle tıkayıp bağlamalıdır. Ama bu bağ, zarar verici bir bağ olmayıp doktorun pansuman bağını andırmalıdır. Bunu yapar yapmaz da acilen abdeste başlanmalıdır. Öyle ki, istincâ ile bağlama arasına fasıla konulmayacağı gibi bağlama ile abdest arasına da herhangi bir fasıla konmamalıdır. 3. Abdest organlarından biri kurumadan hemen öbürünü yıkamaya geçmelidir. Meselâ önce yüzü, sonra araya fasıla koymaksızın acelece elleri yıkamalıdır. 

4. Abdest alır almaz araya fasıla koymaksızın hemen namaza durmalıdır. Çünkü abdestten sonra başka bir işe başlanacak olursa abdest bâtıl olur. Ancak araya mescide gitmek gibi namazla ilgili bir işi sokacak olursa bunun pek zararı olmaz. Meselâ istincâyı evinde yapıp gerekli yeri bağladıktan sonra abdestini alıp mescide giderse bunun pek zararı olmaz. Abdest aldıktan sonra yürüyerek mescide gitmesinin abdest için bir sakıncası yoktur. Yine abdest alır ve fakat cemâati veya cuma namazını beklerse bunun da zararı olmaz. 

5. Bütün bu saydığımız işleri vaktin girmesinden sonra yapmalıdır. Vaktin girmesinden önce yapılan istincâ ve alınan abdestin geçerlilikleri yoktur. Özürlü kimse, anlattığımız şekilde aldığı abdestle sadece bir farz namazını kılabilir. Her farzı kılmak için, bu saydığımız işleri yeniden yapması gerekir. Nafile namazlara gelince, bu abdestiyle kıldığı farz namazın yanısıra dilediği kadar nafile namaz kılabilir. Nafileleri farzdan önce kılabileceği gibi, farzdan sonra da kılabilir. Niyet bahsinde de anlattığımız gibi özürlü kişi, abdest alırken bununla, namaz kılmayı kendine mubah etmeye niyet etmelidir. Meselâ, “Bu abdestimle şâriin, namaz kılmayı bana mubah etmesine niyet ettim” demelidir. Bu abdest, gerçek bir abdest olmayıp, damlayan sidik ve benzeri şeylerden ötürü bozulmaktadır. Ancak İslâm dîni, müsamaha göstererek bu abdestle namaz kılınmasına müsâade etmiştir. Böylece özürlü kimseler, sevâbtan yoksun kalmamış olmaktadırlar. Çünkü İslâm hukuku, insanların maslahatlarını, dünya ve âhiret menfaatlerini gözetmeye büyük îtinâ göstermektedir. 78 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 132-136. )

NOT: Değerli okucucular; Ben araştırmalarım da, Abdeste başlarken veya  Namaza başlarken Niyet, kalple olur. Bu Niyet, Namaz Abdesti, Gûsül Abdesti, Teyemmüm Abdesti, Farz Namaz, Sünnet Namaz veya Nafile Namazlarda da aynıdır. Ben konu bölünmesin diye olduğu gibi yazdım. En doğru kaynak, hiç şüphesiz Kur'an ve Sünnet'tir. Bunun dışında alimler ve imamlar hata yapabilirler yani nadiren de olsa görüşlerinde yanlış bilgi verebilirler. Birde, bu temizlik ve namaz bölümlerinde yazmış olduğum Dört Mezhep İmamlarının görüşleri, yazmış olduğum tüm konularda tamamı, İmamlarımızın kendi görüşleri değildir bir kısmı yani kendilerinden sonra gelen, onları takip eden (öğrencilerinin) İmamların görüşleridir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ onlara Rahmet etsin. Bu notu yazmamdaki amaç, yanlış bilgi verip, gerek değerli imamlarımızı gerekse kendimizi zan altında bırakmamak içindir. Sizlere buradan tavsiyem eğer, tüm bu yazmış olduğum konularla alakalı, yanlış olduğunu düşündüğünüz veya bildiğiniz bir şey varsa, onu Kur'an ve Sünnet'ten araştırmanızdır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ bize ve Tüm Müslüman kardeşlerimize dinimiz İslâm'ı doğru öğrenmeyi ve hayatımızın her alanında doğru uygulamayı nasib etsin İnşeAllâh. Allâhümme Amin.

 Hâtime: 


Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzerine olsun.

Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.

O, her şeyin en iyisini bilendir.

Muvahhid Kullara Selâm Olsun.

Polat Akyol

NOT: KONUNUN DEVAMI VAR

KAYNAKLAR:
62 Ebu Dâvud, Taharet, Bâb: 79.
63 Tirmîzî, Taharet. 118; Nesâî, Taharet, 62. 
64 Ebû Dâvûd, Taharet, 69; Nesâî, Taharet, 118. 
65 Tirmîzî, Taharet, Bâb: 62.
66 Ebû Dâvûd, Taharet, Bâb: 66; Salât, Bâb: 99; İbn Mâce, Taharet, Bâb: 139.
67 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 106-119. 
68 Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 119.
69  (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 119-122.)
70 Müslim, Cenâiz, 96; Ebû Dâvüd, cenâiz, 73. 71 İbn Mâce, cenâiz, 45.
72 Müslim, Taharet, 68; Ebû Dâvûd, Taharet, 14. 
73 Ebû Dâvûd, Taharet, 14; İbnMâce, Taharet, 21.
74  (Müslim, Taharet, Bâb: 59; Ahmed b. Hanbel, Mûsned, c. 2, s. 247. )
75  Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 122-128.
76 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 128-132.)
 77 Hacc: 22/78.
78 (Abdurrahman Cezırî, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı- I, Çağrı Yayınları, 7. Baskı, İstanbul, 1993: 132-136. )
( Taharet Kitabü't-tahâre (Temizlik Bölümü) Devamı 3 başlıklı yazı Polat Akyol tarafından 3.08.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.