Tahliye edilmeliyim artık en çok da
tecrit edildiğimi görmesin insanlar gerçi dilediklerini görüp görmezden de
gelebilmekteler ama…
Tehir edeceğim ne kaldı artık geride
ve ben bıkmadan usanmadan yaşama sevincime sahip çıkıyorum elbet senin bana
öğrettiğin gibi.
Yoluma sadece bir kez çıktın bense
yoldan çıktım.
Bir aşka düştüm sonra bilemedim bir
uçurumda uçup savrulurken de yamaçtaki bir dala tutundum ve işte o gün başladı
hikayemiz…
Bakar mısın, birincil çoğul şahsa
geçiş yaptım oysaki biz asla bir olmayı biz olmayı becerememişiz.
Benim tek becerdiğimse sevmek oldu
bir ömür. Bir seyyah imgeymişim ki hayatı şiir tadında yaşadığım ama adını
koyamadığım bir şiir ve hayat.
Sözcüklerle ördüğüm yeni bir hırka:
az evvel başladım ama dünkülerden çok farklı çünkü öncesinde sahip olduğum
yüzlerce çile yündü ve deli gibi ördüm ben hayatı yünlerden bilemedim de ben
ördükçe içimdeki kör düğümün git gide büyüdüğünü.
Kimse istememişti benden hem: neyi
mi?
Elbet bir ömür yaptığımı ve nefreti
ve kötülüğü protesto ettiğimi derken insanların beni protesto ettiğini fark
ettim ansızın ve de çok küçükken.
İnsan sevdikçe kıymete biner sandım
hem.
Meğerse yok sayıldıkça eksi hanesinde
devasa bir haneye denk düşüyormuş.
Yorgunum haddinden fazla: hem bedenim
hem zihnim hem ruhum bu yüzden kendimi sadece kalbimle avutuyorum ve nabzım
bazen öylesine hızlanıyor ki…
Hız kesmeden hayal kurduğum günler
sayesinde yazabilmekte ve yaşamaktayım hali hazırda sevginin kutsallığı ile
avunup başa dönmek de istemiyorum artık ama her nasılsa çalan hep de aynı plak
elbet zihnimdeki gramofon desem daha doğru olacak çünkü baba yadigârı pikabı
satalı çok oldu ve pek çok şeyi elden çıkardım bir süre evvel ve işte geride
kalanlar belleğimdeki kayıtlar bir de yüreğimle s/avunduğum bir yaşam reçetesi.
Gerçi terzi kendi söküğünü dikemez
ama…
Bu aralar kendimle bayağı uzlaştım ve
ulu orta yaşayan bir insan olmasam da ulu orta yerlerde sürünen duygulardan ve
kinayelerden haberim var.
Bazen gözlerinin içine baktığım bir
insanın içindeki karanlığı kolaylıkla fark edebiliyorum ve gözlerindeki
pırıltının mahiyetine bir şekilde vakıf oluyorum üstelik çok yenidir bunu
hissettiğim.
Baktığım o bir çift göz: bazen yeşil
bazen mavi ama adeta şeytani bir pırıltı beni rahatsız eden ve koşa koşa
uzaklaştığım.
Bazense bir çift siyah ya da
kahverengi göz ama ulvi bir amaç için ışıldadığını sezebildiğim ve o bir çift
koyu gözün içinde kaybolduğum sonra kendimi bulup kendimi kucakladığım.
Bir tek seferde görmek bile yetiyor
insana.
Siyahi gözlerin endamlı parlaklığı ve
işte en son gördüğüm o bir çift göze nasıl da duacıyım belki asla o gözde saklı
olmayacağım ama yüreğimde saklı tuttuğum o bir çift siyah göz.
Hayatı çitiliyorum işte.
Uhrevi duygular bana pelesenk
olmuş…
Bazen kapıldığım rehavet.
Teslim olduğum İlahi Işık ve kendimi
bildim bileli de hep heyecanlı bir insan olmuşken…
Sakarlığım da dillerde destandır bu
yüzden kendimi uzun bir zaman asla akıllı bulmadım ama geçtiğim sınavlar ve IQ
testinden sonra anladım hayli zeki olduğumu yine de övünmem fazla aklımla ve
yaptıklarımla çünkü yapmam gereken daha önemli işler var.
Elbet sevginin eşiğinde sınıf
atlamışken duygularım bense sınıfta asla kalmasam da bir ömür hayat denen
okulda son yıllarda hayli hırpalandığım üstelik durduk yere üstelik asla mesul
olmadığım şeylere tanık olup da ne suç işlediğimi hala algılayamamışken…
Sevginin refüze edildiği.
Ve iyi niyetin.
Aşk tapınağında yaşayan insanlarsa
her nasılsa gel-geç sevgilerle avunuyorlar ve bununla kendilerini vazgeçilmez
ve erişilmez sanıyor.
Oysaki saklanan benim.
Oysaki hayattan kaçan ve illa ki
mutluluğu erteleyen.
Her nasılsa hız kesmeyen yaşama
sevincim ve coşkum ama içten gelen asla abartı olmayan ve kalp gözümün de
benimle attığını bilmek çok da rahatlatıcı bir duygu.
Yüreğimin gömme dolabına bir
bakıyorum da…
Ne ilginçtir ki; rafları tozlanmamış
ve daha da çok raf var doldurmamı bekleyen belki de bu yüzden yazabiliyor
olmanın verdiği haz ile tek tek dolduruyorum o rafları ve işte boyumu geçen bir
dolap ve de dünya bense ufacık yüreğimle sahipleniyorum kâinatı ve aşkın
mizacına da yenik düşmüşsen biliyorum da kendimi sevebiliyor olmanın aslında
geç kazandığım bir alışkanlık ve de nimet olduğu.
Belki de şairin dediği gibi…
‘’sevmek sevildiğini bile fark
etmeden
yaklaştıkça ölüm soğuk bir yağmur
gibi
sevmek zehir zemberek ve yürekten
gecikerek de olsa vuruşur gibi…
sevmek için geç ölmek için
erken…’’(A. İlhan)