Monolog Röportaj- Şiir Acısını Dışa
Vuramayanların İç Sesidir-
-Sevgili okuyucularımız, bugün yine
şiirin penceresini açarak o hafif leziz ılgıt ılgıt esen rüzgârıyla hoşluğuyla
gönlümüzdeki boşluğu doldurmak için karşınızdayız. Bugün yine değerli şairimiz,
sayın kul Mehmet’i konuk ederek, onunla sizin gönlünüzü ferahlatacak konulara
değineceğiz az dokunacağız gönüllerinize. Sayın Kul Mehmet hoş geldiniz. Sizce
şiir bir ağlama duvarımız mıdır? Bizi aydınlatır mısınız?
-Öncelikle teşekkürler ederim, beni
okuyucularımla buluşturduğunuz için. Şiir bir duygu ve his pınarıdır, şair o
akan pınardan susuzluğunu giderir avuç avuç okuyucularına ve diğer insanlara
şiirleriyle sunar. Şiir bir ağlama duvarı değil, gönüldeki yaraları dağlama tedavi
etme merkezidir. Şiir acısını dışa vuramayanların, iç sesidir. Şiir tavrını
acısıyla dışa vurmayanların, onunla beraber olarak tavrını acısını dindirerek
rahatlamasıdır. Bu rahatlama yan gelip yatmakla karıştırılmasın, bu rahatlama
kendine geliş bu kendine gelerek yeniden diriliştir. Şiirde kendi ruh halini
bulan okuyucu kitlesi bu ruhunun kendisindeki iç ahengi duygu pınarını görerek
susuzluğunu gidererek, kusursuzluğun rengini ahengini hissederek, tüm kusurlu
olanı kusursuz olanla yani yaratılışındaki özüne dönerek insanlara bir şeyler
vermenin coşkusuyla, coşarak insanlara koşturan bir deryadır.
-Bir şeyler olmasını
beklemediğinizde, kendi varlığınızın kaynağına yani duygu ve hislerinizde size
batan bir şeyler olur rahatsızlık hisseder doğal olmayan bir batma ve huzursuzlukla
bir derinleşme olur ve bu derinlik sizi, içine çekerek ruhunuzu daraltır. Bu
daralma sessizdir ve ancak o zaman sizi varlığınızla hissetmeye başlayan bir
şiir okur, bu ani rahatlama ve huzurla hayata yeniden başlarsınız.
Mavi Randevu
Mavi bir elbiseyle gelmiştin,
gökyüzü maviydi.
Getirdiğin rüzgârla ev kokuyordun…
Kolun koluma değiyordu, omzun omzuma…
Mendilin maviydi, gökyüzü maviydi…
Bin dokuz yüz kırk iki baharıydı
Bahçeli pencereler önünde geziyorduk,
Gözlerimiz buluşuyordu, ürperiyordum
Gökyüzü maviydi, mendilin maviydi
Sıcak nefesin yüzüme değiyordu
“Evlenebilir miyiz” diye sormuştum,
Yürüyüşün değişmiş, yüzün pembeleşmişti;
Mavi elbiseler içindeydin, gökyüzü maviydi.
Elini elime verdin, ayrılıyorduk,
Gözlerin gözlerimde, dudakların ıslak,
“Sık sık konuşalım” demiştin; gittin…
Mendilin maviydi, gökyüzü maviydi…
Celal Sılay
Yolculuk ’tan
Kapındayız işte koskoca bir
geçmişle
Ölüler diriler düşenler dövüşenler..
Nicedir boşluğunda kimsesiz rüzgârların
Acı çığlıklar attığı cansız alanlar
Doğrular, yanlışlar…
Bir gizli dil gibi öfkenin için için
Derininde büyüdüğü dilsiz suskunluklar…
Kalanlar, kaybedilenler
Ne varsa, kapındayız işte
Tutuşturmak üzere yeniden
Zamanın küllenen yüreğini..
Sun bize inancın duru pınarlarından
Süzülen o eski tadını düşlerin;
Ömrümüzün acemi dallarında
O bir heyecanla telâş telâş açılan
Don vurmuş tomurcuğunu geleceğin…
Yaşamak ölümden üstün, acıdan büyük
Ver bize coşkusunu yeniden
Sesimizi geri ver
Sahipsiz kalmasın özgürlüğün türküleri
Kardeşliğin paylaşmanın sevginin
İnsanı çoğaltan o gönül zenginlikleri.
Şükrü Erbaş
-Şiirdeki duyguyu hissi bize
tattırdığı serinliği gönül hoşluğunu mısraların arasındaki şifreleri çözerek
ulaşıyoruz. Şiirin tanımı çok olsa da bu tanımıyla sınırlı olan kendimize
yetmeyen dünyamızın sınırlarını genişleterek, hatta tüm sınırları kaldırarak, dünyamızda
aydınlanma ile bir anda şiirle bulabiliriz. Koşulsuz sevgi, şefkat, dinginlik,
neşe içindedir, bizi huzurun gül bahçesine götürür tüm insanlıkla buluşturur
sevgiyle, keşke bu tanımı herkes anlayabilse aydınlanabilse şiirle. Zamanla
insandaki kayboluşuyla kaybolan insanı, kendi içinde buluşturur işte bu sensin
der kendi içindeki yansımasıyla. Kendinden ayrı kalan benliğinin sürüklemesiyle
kendini uçurumlara sürükleyen kişiye şiir kendi niteliğiyle dokunuşuyla, bir
anlık içindeki yansımasını seyrettirerek, bu uçuruma doğru giden ben olamam
dedirten tutuşuyla sarışıyla ifade edişiyle, şiir insanın kendi iç
yansımasıdır.
İlk
''Yanlış trenden indin seni şehrin aynasından geçirdiler
Sana baktım yıllarca hep aynı özlem penceresinden
Yürüyen ve kaçan yalın ve çocuksu özlem penceresinden
Denize karsı küçüle küçüle giden evleri
İnce ince karşılardın olağan karşılardın
Şen dünya içinde sen dünya içinde bir avuç şen dünyaydın sen
Bahar bilgisi güneş rengi at soluğu ve sen
Seni çağırıyorum geç gel ağlayan son bakireler içinden
Kadınlar taş heykeller gibi gelip geçer sarı kayalardan
Hangisine baksam sen kımıldar sen seslenirsin içerlerden
Çekil karşımdan sultanı cariyelerde aramak körlüğü diyorum
Körlük güneşe ve gözlerime doğru gelen.''
Sezai Karakoç-
-Saygıdeğer okuyucularımız kısa bir
çay molası vererek tekrar devam edeceğiz, buyurun çaylar bizden, gülümsemek
sizden.
Mehmet Aluç-Kul Mehmet