Hep mükemmellik arıyoruz. En güzelini almak, en iyisi yemek ve içmek, en kalitelisini kullanmak, en lüksünde oturmak istiyoruz. O da olmazsa eskilerinden daha güzeline, daha iyisine, daha kalitesine, daha lüksüne sahip olmak istiyoruz. Bu arzularımıza kavuşmak için türlü fedakârlıklara katlanıyoruz. En güzel vakitlerimizi, mallarımızı, işimizi, gençliğimizi, dostlarımızı, çocuklarımızı, eşlerimizi gerektiğinde canımızı feda ediyoruz. Fedakârlık güzel bir şey; ancak vazgeçtiklerimiz, bir daha ele geçmeyecek olan, değerlendirilmesi gereken fırsatlar ise veya bu fedakârlıklar başkalarını üzecekse orada durup düşünmeli, “Ben ne yapıyorum.” demeliyiz.

Vaatler hepimizi cezbeder. Hayal kurarak kendimize mükemmel vaatler sunar, onların peşinden şartlanmışçasına koşarız. Bir adam bir ev sahibi olmaya şartlanıyor, otuz yıl boyunca yemiyor, içmiyor gece gündüz çalışıyor, sonunda eve sahip oluyor; ancak o zaman zarfındaki en güzel yıllarını sadece bu amaç için harcamış oluyor. Zaman ayıramadığı eşi, ilgilenemediği çocukları yıllarca birçok güzellikten mahrum bir yaşam sürüyor. Hâlbuki hayallerdeki güzelliklere kavuşma ihtimali şüphelidir. Onlara belki kavuşursunuz, belki kavuşamazsınız. Oysa sahip olduğumuz güzelliklerle mutlu olmak bizim elimizde.

İstediği yere zorlanmadan, yürüyerek gidebilen, sağlıklı bir insanın her fırsatta arabasının olmamasından yakınması; kimseye muhtaç olmadan yaşam sürebilecek kadar geliri olan birisinin yüksek maaşlı kişilere özenerek sürekli onların gelirini konuşması; kiralık bir evde de olsa sıcak bir yuva kurmuş bir kadın veya bir erkeğin başka ailelerin yaşam koşullarına özenerek karı koca hep onları konuşması, kendi hatalarıyla birbirlerini yargılayıp durmaları ne kadar anlamsız ve ne kadar yıpratıcı. Kendi huzurunu kendi eliyle bozan kişilere şaşırmamak elde değil.

“En büyük zenginlik kanaatkârlıktır.” denilmiş. Yaşamımız boyunca bir şeylerimiz hep eksik kalacak. Biz eksiklerimizi tamamladıkça başka eksiklerimizi keşfedeceğiz. O halde birçok kişide olmayıp bizde olanları görmek, başaramadıklarımızı değil de başarabildiklerimizi görmek daha akıllıca olacaktır. Bir kolu kopan birisi “Neyseki diğer kolum sağlam ve onu kullanabiliyorum.” diyebilmeli.

Kanaatkarlık sadece mal varlığıyla ilgili değildir. Kişi başkalarıyla olan ilişkilerinde de kanaatkar olmalı. “Armudun sapı, üzümün çöpü” anlayışı ile arkadaşlarımıza veya dostlarımıza veya eşimize yaklaşırsak kimseyle geçinemeyiz, kimseden memnun kalmayız. Kiminle beraber olursak olalım aklımızda sürekli bir başkası olur. Oysa herkesi olduğu gibi sevebilsek muhataplarımızın ne kadar çok güzel meziyetleri olduğunu göreceğiz.

Yıllar önce bir yerde okumuştum. Bir gözü görmeyen birisini seven bir kişi onu şöyle değerlendiriyordu : Bir gözü görmüyor ama diğer gözünün o kadar derin bir bakışı var ki… Bir ayağı topal olan birini seven de onu şöyle değerlendiriyordu. “Aksayan ayağıyla öyle güzel sekiyor ki… Bakış açısı insanın yaşamını ve ruh dünyasını ne kadar çok değiştiriyor değil mi? Bütün mesele sevdiklerimizi noksanlarıyla sevmek. Zihinsel özürlü genç çocuğunun bakımındaki zorluklara “O benim cennetim.” anlayışıyla katlanan anne takdiri hak etmiyor mu?
( Hayatı Güzelleştirmek Elimizde başlıklı yazı AbdullahGndm tarafından 15.04.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.