Küskündü Güneş. Asık
suratlıydı Ay ve yıldızlar… Buraya ait olmak istemiyorlardı. Tanrı onları
buraya mahkum ederek cezalandırıyordu. Bu çorak toprakların ve çorak
toprakların üzerinde yaşayanların bir ismi yoktu. İsim sorumluluk almak
demekti. Burada yaşayanların sorumluluk alma isteği, gücü yoktu. Bütün
güzellikler bu çorak topraklardan çoktan silinip gitmişti. Geriye sadece zaman
dolduran canlılar kalmıştı. Boşa giden günler, ömrün soygunuydu. Bizde kendi
ömrümüzün hırsızlarıydı…
Burada kimse kimseye
karışmıyor. Fitne fesat arzusu taşımıyor. Dedikodu yapmıyordu. Herkes yapması
gerekeni yapıyor. Gerektiği kadar konuşuyor. Sonra kendi dört duvarına
giriyordu. Zaman anlamsızca gelip geçiyordu. Zamanı üst üste yığılmış cesetler
gibi acımasızca yakıyorduk!
Ve bir gün çok sıra
dışı bir olay yaşandı! Mutluluk denen bir pilot; Huzur adlı uçağıyla sorunsuz
bir şekilde ilerlerken, bilinmeyen bir sebep yüzünden Mutluluğun uçağı
arızalanır! Zorda olsa bizim çorak topraklara sert bir iniş yapar! Koşarak yanına
gittiğimiz zaman, korkuyordu Mutluluk! Titriyordu! Nerede olduğunu bilmiyordu!
Uçağı için endişeleniyordu! Bizleri ilk defa görüyordu! Bizde Mutluluğu ve
Huzuru ilk defa görüyorduk! Mutluluk hiç konuşmuyordu! Zaten konuşsa dilini de
anlamayacaktık! Bütün misafirperverliğimize rağmen yanımızda kalmadı mutluluk!
Biz hak etmiyorduk O’nu…
O kazadan sonra bir
daha göremedik! Bizim acılarımız vardı… Gözyaşlarımız vardı… Yalnızlığımız
vardı…
Bu kaza bir efsane olup
anlatıldı.
Bir gün bu çorak
topraklarımıza Mutluluk ve uçağı Huzur ansızın çakıldı! Ve aynı gün bize hoşça
kalın demeden, arkalarına bile bakmadan çekip gittiler….
Bizi de sadece bu
efsane kaldı….