Akşamlar çok uzundu eskiden. Geçmek bilmeyen saniyeleri
sayardım. Geçmek bilmeyen umutların üstüne sabrımı ekleye ekleye. Hüzün
kuşlarının çığlıklarında eriyip giden vakitler hep bir bekleyişin içinde öksüz
ve yetimdi. Sanma ki yetimliğim çocukluğumdan, sanma ki ben hep severim
yetimliğimi…
Arşınladığım yollar geliyor aklıma. Asla sevgisiz kalmasan
bile mış gibi davranışlarının arkasından biriken infiallerimi yerlere düşse
bile, kaç kez ayağa kaldırmaya çalıştığımı bilemezsin. Gururunun elleri altında
kaç kere sabahlara karanlığı ektiğimi hissedemezdin, çünkü sen isminin geçtiği
her yerde yüreğimi, yüksek ökçelerinle ezdin…
Akrebin yelkovanı kovaladığı bir vakit, derin düşüncelere
daldı özlemlerim. Ben eski ben değilim diye diye feryat etti kelimelerim. Hani
ben en faili meçhul cinayetlerde bile eksik etmezken yüzümü tebessümlerden,
şimdilerde firari düşlerin sanığı yüz hatlarım. Dudaklarımda somurtkan nameler
törpülene törpülene büyüyen hasret ve hiçliğin tam ortasında leylak kokulu
karanfiller. Biliyor musun artık boynunu büktü bütün çiçekler…
Hani otursam bir yalnızlığın üstüne, kıvrana kıvrana
söylensem gökyüzüne. Ne kadar zor olabilir yüreğini anlatmak. Ne kadar zor
olabilir yitip gidenleri geriye toplamak. Hani özlemiyor değilim en haşarı
hallerimi, ele avuca sığmayan vakitlerimi. Uzak değil ama sanki bir masal gibi
işlenmiş benliğime. Hem masallarda kahramanlar nasıl olsa kazanırdı ve mutlu
olurdu ya…
Bilmezsin, defalarca
öldüm ben gözlerinde. Her hayal âleminin içine dala dala, kendimden geçtim
binlerce defa. Hüzünleri arkadaş kıldığım şiirler arkadaşımdı. Arkadaşımdı
bunca yandığım, budandığım ve kavrulduğum her rüya. Hani anlatsam, neresinden
başlasam neresinde bitirsem söyleyemediğim anlarda hep dolu dolu yaşardın gizli
gizli benim ölen gözlerimde…
Şehrinin kokularını içime çekerken, ürkek bir heyecanla
koşturdum sokaklarında. Yabancıydı yüzler, evler, caddeler her şey. O kadar
yabancıydı içim içime. Ben bana yabancıydım belki de. Belki de geçip gideceğini
biliyordu içim onun için yitiyordu içinde. Nedensiz ve sonuçsuz kaldıkça cümleler işte böyle
savruldu içimde…
Seneleri ardı sıra koşturdukça, hezimete bulaşan umutların
cankırıklarını toplamakla meşgulüm. Sevmeyi bilmeyen yüreğine selam olsun desem
üzülür kelimelerim. Sevmeyi bilmeyen benim yüreğim diyeyim ve üzerinden bütün
ceremeye çekip kurtarayım sevdiğim. Bak hala sevdiğim diye düşüyorken
kelimeler, insan olanın en büyük özelliğidir sevmek bunu söyleyeyim…
Biliyorum onlarca mesele için yine suçlanacağım. Olsun alıştım ben öteden beri suçlanmaya, aşağılanmaya hatta ökçeler altında ezilmeye. Bin pareye bölünmüş kalbimi bin kere yapıştırsam da, izlerinden sızan damlalar yakıyor her yerimi. Çok doğru demiş atalarımız, alışmıştım kaybolup gittiğin günlerde “Kırılan bir kalbi nezih ellerde ipek zincirlerle örmek kabildir ama muhakkak ki bir düğüm kalır” diye. Şimdi, istisnasız bir gecenin içinde ağlayan çocuklar gibi, beni bana bırak. İçime düşüp sessizliğimle koşacağım artık yılkı atlarıyla. Sana kocaman bir hoş çakal bırakarak.
Âdem Efiloğlu