*
Gaflet, ahlâk ve tasavvuf terimi olarak, dünya veya âhiret hayatı için gerekli olan bir şeyin önemini kavrayamama halidir. "dalgınlık, dikkatsizlik, yanılma, ihmal" mânasında isim olan gaflet kelimesi, "bir şeyin gerekliliği ortada iken bunun idrak edilememesi", "nefsin kendi arzusuna uyması, zamanın boş geçirilmesi" "yeterince uyanık ve dikkatli davranılmadığı için insana arız olan yanılgı hali" gibi manalara gelmektedir.
Gaflet; en mühim vazife olan Cenab-ı Hakk'a itaat ve ibadeti terk edip, önemsiz ve kıymetsiz şeylerle uğraşmak ve nefsine ve hevesâtına tâbi olarak Allah’ı ve ahreti unutmak anlamına geliyor.
Gaflet uykusuna dalanlar,
ömür sermayelerini iyi değerlendiremezler. Kâinata ve onda cereyan eden
olaylara gaflet ile bakanlar, gerçekleri göremezler.
Suyun buhar, sıvı ve buz halleri olması gibi, gafletin de dereceleri vardır. İnsan dünyaya daldıkça gaflet kalınlaşır, âdeta bir buz dağına dönüşür.
Dünyanın fani işlerine dalmak, gafleti artırır ve kalınlaştırır. Fikri harekete geçiren, Allah’ı, ahreti, ibadeti hatırlatan sohbetlere katılmak veya bunlardan bahseden eserleri dikkatle okumak ise gafleti dağıtır.
Gaflet "unutma ve yanılma" manasını da taşımakla birlikte, aslında bu iki kavramdan farklıdır. Bir şeyi bile bile terketmek gaflet; bilmeden terketmek ise unutmaktır.
Kur'an, hayvanlardan daha aşağı seviyede bulunan ve kalpleri mühürlü olanları gafil diye niteler 1 ve müminlerden gafil olmamalarını isteyerek 2 Allah'ın âyetlerinden gafil olanların cehennemlik olduklarını bildirir. 3 Gaflet içinde bulunanlar âhirette pişmanlık duyacaklardır. 4
Gaflet kelimesi Kur'an'da "habersiz olma" mânasında da kullanılmıştır 5 ve Allah'ın gafil (olup bitenlerden habersiz) olmadığı hususuna sık sık dikkat çekilmiştir. 6
Hadislerde de insanların Allah'tan, onun zikrinden ve âyetlerinden gafil olmamaları istenmiş, gafil kalple yapılan duanın tam ve mükemmel bir dua olmadığı belirtilmiştir.7
Zâhid ve sufîler gaflet
konusu üzerinde önemle durmuşlardır.
İbn Ebü'l-Havârî ,Gafleti "en büyük musibet ve kasvet" olarak tanımlar. En derin uyku gaflet uykusudur. Gaflet olmasaydı insan nefsinin arzularına kul olmazdı.
Cüneyd-i Bağdadî, Allah'tan gafil olmanın ateşe girmekten daha zor olduğunu söyler.
Ebû Ca'fer Sinan'a göre bir insanın işlediği günahtan tövbe etmesi gerektiğinden gafil olması, o günahı işlemesinden daha kötüdür.
Kalbin gaflet içinde bulunmamasını isteyen Dârânî'ye göre gafleti kalpten kovmanın tek yolu Allah korkusudur.
İbn Mesrûk ise gafletle cehalet arasında bir ilgi kurarak cehaletin gaflete yol açtığını söyler.
Sûfîlerin tehlikeli buldukları gaflet, insana ibadeti ve kulluğu unutturan veya kalp huzuruyla dinî görevleri yerine getirmesine engel olan gaflettir.
Gafletin çok mertebe ve dereceleri vardır. Küfür bir gaflet-i mutlaka olduğu gibi ibadetlerdeki eksiklikler de bir gaflettir. Bu yüzden gaflet sadece küfür ve fısk ile sınırlı bir kavram değildir.
Marifetin zirvesinde olan asfiyalar bile gafletten şikayet edip, o hallerine tövbe etmişler. İmanın yoğunluğunda bile gafletler bulunabilir. Hatta manevi terakki yolunda bir alt makam bir üst makama nispetle gaflet telakki edilmiştir.
Küfür, gafletin en koyu ve en kesif halidir. Bütün kainat Allah’a ve ahirete güneş gibi parlak birer delil de olsalar -nitekim öyledir- küfrün kesif ve koyu girdabında sönükleşip kaybolurlar. Küfür gafletinin bu koyu ve kesif halini ancak ve ancak hidayet ve iman ışığı yırtabilir ki, burada yine iş, insanın irade ve isteğine bakıyor. Yani insan, iradesini hidayet ve imandan yana sarf etmedikçe, gaflet sarmalından kendini kurtaramaz.
Gaflet öyle sinsi bir hastalıktır ki, hidayet ve iman sahasında da varlığını devam ettiriyor. İman etmiş birisi imanın yoğunluğunu ve aktifliğini her daim hissedip yaşayamıyor. İman etmiş ama imanın tadını, kokusunu alamıyor. Bunun yegane sebebi gaflettir.
Evet, gaflet imanın tesirini kırıp, imanı kalbin derinliğine hapseden zehirli ve fark edilmeyen sinsi bir düşmandır. Bu düşman uzun vadeli hesaplar yapar, hedefi, imanı kalpten atmaktır. Günahlar gafletin sivri başlarıdır. Nasıl ciğerdeki sinsi bir hastalık deride çıban şeklinde tezahür ediyor ise, gaflet de günah ve fısk şeklinde tezahür ediyor.
Günahlar gafletin sinsi ve tehlikeli meyveleridir. Gaflet tövbe ve tefekkür ile imha edilmez ise, neticesi Allah korusun çok tehlikeli olabilir.
Gafleti besleyip büyüten; ülfet, ünsiyet, dünyevi meşgale, iman zayıflığı gibi şeylerdir. Bunlar kökten tedavi edilmedikçe, gaflet kanseri de tedavi edilemez.
Gafletin en büyük ilacı ve zıddı ise, huşu ve huzurdur. Huşu ve huzur Allah’ın huzurunda olduğunu idrak edip ona göre hareket etmek anlamındadır.
Allah’ın huzurunda olduğunu sürekli akılda ve zinde tutmanın tek yolu, her şeyde ona açılan marifet pencerelerini görebilmek ve okuyabilmek ile mümkündür. Yani bir çiçeğe, bir böceğe, bir yıldıza baktığımız zaman, Allah’ın isim ve sıfatlarını o şeylerde görebiliyor isek, o zaman her şey bize onu hatırlatır ve onu gösterir.
İşte bu manaya huzuru İlahide meleke kesbetme deniyor. Yani sürekli onun huzurunda olduğumuzu akılda ve zinde tutmamız demektir. Işık nasıl karanlığın düşmanı ise, huşu ve huzur da gafletin düşmanıdır.
Böyle bir huzur ve meleke
ancak sağlam ve tahkiki bir iman ile kazanılır.
Gaflet, bir yandan ruh ile bedenin kaynaşmasından sonra ortaya çıkan bir insanlık özelliğidir.
Bu uyanıklık ve tefekkür hâli sadece meleklere hastır. Cismanî olan bünye, hayvansal ve bitkisel özelliğe sahip olduğu için, bu iki özelliğin yansımalarını gösterirken ileriye görememeye başlar. Buna gaflet denilir.
Bununla beraber, kör hissiyatın, duyguların, akıl ve ruhî aktivitenin mücadelesine sahne olan insanoğlu bu iki taraftan hangisine fazla rağbet ederse, buna göre de gafil ve uyanık unvanını kazanır.
Gafletin en büyük kaynağı tefekkürsüzlük, vurdumduymazlık, dünyevi lezzetlere dalmak ve nefsanî arzuların peşine takılmak gibi negatif faktörlerdir.
Gafletten kurtulmak için, din imtihanını sürekli düşünmek, hesap gününü unutmamak, imanı güçlendirmek, amel yaparak Allah’tan yardım istemek gerekir.
“Amellerin en hayırlısı, az da olsa devamlı olanıdır.” 8 manasındaki hadis bu sürekliliğin önemine işaret edilmektedir.
“Dünyanın lezzetlerini acılaştıran ölümü sıkça hatırlayın.” 9 “İmanınızı tecdidi edip tazeleyin.” 10 gibi hadislerde de gafletin izalesine yönelik yapılan tavsiyelerdir.
İnsan şu dünya hayatında başı boş ve gayesiz değildir; buna şahit bütün kainattaki mevcudatın mükemmel bir intizam ve ahenk içinde bir gaye etrafında hareket etmesidir. Bir çöpün dahi gaye ve intizam içinde olup da kainatın halifesi konumunda olan insanın gayesiz ve başıboş olması nasıl mümkün olabilir.
Eğer insan bu dünyaya sadece yemek içmek ve zevk almak için gelmiş olsaydı, ona akıl verilmezdi. Zira, akıl geçmişte olan üzücü olayları insana hatırlatmakla ve gelecek için bir şeyler yapması gerektiğini ihtar etmekle onun hazır lezzetini bozuyor, acılaştırıyor.
Bundan anlaşılıyor ki, insan geçmişi düşünmek suretiyle Allah’ın ona ettiği ihsanları hatırlamak, daha sonra ihtiyarlığı, ölümü, kabri, ahireti düşünmek suretiyle ebedi saadeti için bir şeyler yapmak zorundadır. Onun aklı bunu emretmektedir; vicdanı bunu emretmektedir; ona o aklı ve vicdanı veren Rabbi de bunu emretmektedir.
Huşu ve huzur ise; Allah’ın huzurunda olduğunu idrak edip, ona göre hareket etmek anlamındadır. Allah’ın huzurunda olduğunu sürekli akılda ve zinde tutmanın tek yolu, her şeyde ona açılan marifet pencerelerini görebilmek ile mümkündür. Yani bir çiçeğe, bir yıldıza baktığımız zaman, Allah’ın isim ve sıfatlarını o şeylerde görebiliyor isek, o zaman her şey bize O'nu hatırlatır ve O'nu gösterir; ne yana kafamızı çevirsek onu görürüz.
İşte bu manaya "huzuru
İlahide meleke kazanma" denir. Yani sürekli onun huzurunda olduğumuzu
akılda ve zinde tutmak anlamına gelir. Böyle bir huzur ve meleke de ancak
sağlam ve tahkiki bir iman ve bütün ibadetleri hakkıyla yerine getirmekle
kazanılır.
Huşu ve huzuru bozan önemli bir neden; günahlar ve gaflettir. Bu zamanda sağlam bir huzur, ancak takva ile mümkündür. İnsan ne kadar tefekkür ehli de olsa, takva yok ise huzuru bozar. Tefekkür ve takva, huzur ve huşunun temeli gibidir. Bu iki temelden birisi eksik olursa, huzur ve huşu kaybolur.
“Biz neden varolduk?” şeklindeki beşer aklının kadim sorusuna sufi ârifler genellikle “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” 12 ayetiyle cevap verirler.
Başta İbn Abbas olmak üzere irfan yolunun büyükleri insanın yaratılışındaki birinci gayenin mutlak anlamda Allah’a kulluk yani ubudiyet, kulluktan maksadın ise kullukta bulunulan Hakk’ın bilinmesi (marifet, irfan) olduğunu vurgulamışlardır.
Çünkü kulluk, kulluk edilenin bilinmesine bağlıdır. Marifetsiz ibadet âdet kabilindendir. İrfanın gayesi ise tevhit ya da Hakk’ı birlemek, âlemdeki kesreti vahdete/çokluğu birliğe/irca etmektir. Dolayısıyla insanın yaratılış amacını birbirini iltizam edecek şekilde üç aşamalıdır: Kulluk etmek, bilmek ve birlemek.
İmam Gazzali bilmeyi (irfan) “Allah’ın kulunun kalbine attığı bir nurla kulun daha önce isimlerini bildiği şeyleri açık seçik müşahede etmesi ve tevhidi idrak etmesi” şeklinde tanımlar. 13
İrfana ermek ve eşyanın hakikatlerine dair bilgi sahibi olmak oldukça çileli bir yolculuktur. Yolculuğun başlangıcında yolcu öncelikle manevi bir farkındalık ve uyanış hâlindedir.
Mutasavvıflar’da bu agâhlık “yakaza” terimiyle karşılanmıştır. Yakaza gaflet teriminin zıddıdır ve gafletten uyanma hâlinde görülen ilk ürpertidir.
Sufilere göre gaflet üçe ayrılır: Birincisi, Hakk’ı terk edip onun dışındaki şeylerle (masiva) meşgul olmaktır. Bu meşguliyet kişiyi Hakk’tan uzaklaştırdığından Hak ile birliktelik manasına gelen huzurun ortadan kalkmasına sebep olur. Amelde gaye Hak ile birlikte olmak ise gaflet hâlinde gerçekleştirilen ameller hedefine ulaşamamış demektir.
İkinci gaflet ile kastedilen, ölümü ve masivanın geçiciliğini unutup, tamamen dünya hayatına dalmaktır.
Üçüncü gaflet türü ise, fiilleri görüp fiillerin yaratıcısını unutmaktır. Diğer bir ifadeyle daima mahlukat âlemindeki çokluğu (kesret) itibara alıp, çoklukta Hakk’ın birliğini (vahdet) müşahede etmemektir.
İşte yakaza bu üç tür gafletten uzaklaşarak, kalp gözünün açılmasıdır. Peki mümin, gafletten uyandığında neyi nasıl fark edecektir?
Yakaza, Hakk’a ulaşmayı, O’nu bilmeyi ve idrak etmeyi tüm varlığıyla arzulayan insan kalbinin Hak tarafından gelen bir uyarıcı, bir tembih, bir ışıltı ile uyanıklık hâline kavuşmasıdır.
İnsan böylelikle Hakk’tan uzaklığına işaret eden, Hak ile kendisi arasında kalın perdeler geren gaflet uykusundan uyanarak kendisi, çevresi, içinde bulunduğu âlem, dünyada meydana gelen olaylar ve tüm bunların yegâne halikı Allah’a dair bir farkındalığa ve ayıklığa kavuşur.
Bu farkındalık sayesinde kendisini Hak’tan uzaklaştıran geçmiş günahlarından tövbe eder, pişman olur, gözyaşı döker. Akıtılan gözyaşları insanın ferahlamasına sebebiyet verir. Bu ferahlık kulun Hakk’a yakınlaşması için gayretini durmadan artırmasına yol açar.
Yakaza hâli tasavvuf yolculuğunun ilk merhalesidir. Ardından tövbe makamı gelir. Herevi’ye göre yakaza üç şekilde olur:
Birincisi, kalbin Hakk’ın
verdiği nimetlerin sonsuz ve sınırsız olduğunu düşünmesi; bu nimetleri bilmek
için bütün gücünü sarf etmesi ve nimetlerin şükrünü eda hususunda kusurunu ve
acizliğini idrak etmesidir.
Nimeti ve değerini bilmek ise üç şeyle kemalini bulur: Akıl nuruyla, ilahî ihsanlar karşısında acziyetini itiraf etmekle ve belalara müptela olan kimselerden ibret almakla.
İkincisi, insanın işlediği suçları gözden geçirmesi, muhasebede bulunması, işlediği günahlara ve hatalara muttali olması, hatalarını telafi yoluna gitmesi, günahlarına olan bağımlılığından kurtulması ve onlardan tamamıyla arınmak suretiyle Hakk’tan kurtuluş talebinde bulunmasıdır.
Geçmiş günahları muhasebe etmek ise üç şeyle sağlamlaşır: Hakk’a tazimde bulunmakla, kişinin kendisini tanımasıyla ve cehennemi tasdik etmekle.
Üçüncüsü, insanın hayatı boyunca ibadet açısından kazandığı ve elinden kaçırdığı şeylerin farkında olması, ömrünü boşa harcamaması, kaçırdığı fırsatları telafi etmek ve kalan zamanını bereketli kılmak için ömrüne dikkat etmesidir.
İnsanın ömründeki fazlalık ve eksiklikleri kavraması da üç şeyle istikamete kavuşur: İlim meclislerinde bulunmakla, Hakk’a hizmete çağıran sese kulak vermekle ve salih kişilerle sohbet etmekle.
İlk dönem sufilerinin ortak kanaatine göre yakaza hâlinden önce “intibah” denilen bir hâl vardır. Kul bâtınına ansızın doğan hâllere sarılarak intibaha erer ve gaflet uykusundan uyanır. Bu intibah onu yakaza hâline ulaştırır.
Yakazaya erdiği zaman bu durum teyakkuz sahibinin doğru yola iletilmesini sağlar. Hakk’tan başka bir yolda olduğunu bilip de doğru yola gitmeyi istediği zaman tövbe eder.
Yakaza hâli tam olan kişi bu hâli ile tövbe makamına yükseltilir. Kulun yakaza hâli sağlam olursa, kalbi “fikre” denilen tefekkür makamına yükselir. Fikre üçe ayrılır: Tevhidin kendisini düşünmek, Allah’ın fiillerindeki ince hikmetleri düşünmek, amellerin ve hâllerin manalarını düşünmek.
“İrfan yolcuğuna (süluk) niyet etmek” şeklinde tanımlanan yakaza yolculuğunun başlangıcından sonuna değin farklı görünümler kazandığını Yakaza, Hakk’a ulaşmayı, O’nu bilmeyi ve idrak etmeyi tüm varlığıyla arzulayan insan kalbinin Hak tarafından gelen bir uyarıcı, bir tembih, bir ışıltı ile uyanıklık hâline kavuşmasıdır.
Bu itibarla insana gereken şey her an bir farkındalık hâlinde olması, nefsini muhasebe ederek katettiği merhalelerden elde ettiği neticeleri anlamasıdır. Mümin kul başlangıçta gaflet uykusundan uyandıktan sonra, şeytanın ve kötülüğü emreden nefsin (nefs-i emmare) davetlerinden sakınmakta hassas davranır, boş vehimlerden yüz çevirir.
Şeriat ve tarikat amellerini yerine getirmekten ötürü nefsinde ortaya çıkan kibir, riya ve ucup gibi ahlaki fiillere karşı uyanık olur. İyi vasıflarının kötü vasıflara dönüşmemesi için faziletlerini görmekten sakınarak melamet tavrında olur, kendisini daima kınar, eksikliğini görür.
Kalbinin Allah karşısında diri olması için her daim Allah’ın huzurunda olduğunu murakabe etmesi kulun manevi farkındalığının (yakaza) ileri bir aşamasıdır.
Hakk’ın kalbine tevdi ettiği basiret nuru sayesinde eşyaya firasetle yaklaşır. Allah’a yakınlaşan insanın Hak ile yakaza hâlinde olması, masivaya bakarak telvine düşmekten korunması, Hak ile halka dair hükümleri birbirine karıştırmayıp marifet sahibi olması ve temkine ermesi yakazanın son aşamasıdır.
Tasavvuf metinlerinde yakaza hâli kulun gafletten kurtuluşu şeklinde geçer. İnsan nefsinin beşerî arzularına kul olması gaflettir. Olup bitene nefsini hesaba katarak uyanık yaklaştığını zanneden çoğu kimse aslında gaflet hâlindedir.
Yakaza bedenin değil kalbin ve ruhun uyanıklığıdır. Hz. Peygamber’in “Benim gözlerim uyusa da kalbim âlemlerin Rabbinden gafil olmaz, uyumaz.”14 hadisinde geçen uyanıklıktan kasıt kalp uyanıklığıdır.
Sufiler “İnsanlar uykudadır. Öldüklerinde uyanırlar.” 15 hadisindeki uykuyu gaflet, uyanıklığı yakaza hâliyle yorumlamışlar, uyanmanın ancak ölmeden önce ölmekle gerçekleşen seyru sülukla olacağını ileri sürmüşlerdir.
Arif mürşitler irfan yolculuğunda dervişlerini çeşitli imtihanlara tabi tutarak yakaza hâllerinin daimi olmasını sağlarlar. Müridin zaman zaman gaflete düşürülmesi maneviyatında farkındalığa sebep olur.
Bu sebeple gaflet bazı
zamanlarda mürit için rahmettir. Gaflet sonrasındaki yakaza hâli dervişe ibret,
marifet ve hikmet kazandırdığı ölçüde anlamlıdır.
-------
1-(A'râf, 7/179)
2-(A'râf, 7/205)
3-(A'râf, 7/146; Yûnus,
10/7-8)
4-(Enbiyâ, 21/97)
5-(Yûsuf, 12/3; Kâf,
50/22)
6-( Bakara 2/74, 85, 140,
144, 149)
7-(Müsned, 2/177; Tirmizî,
Daavat, 65)
8-( Buhari, İman 16-29)
9-(Tirmizî, Zühd 4)
10-(Müsned, II/359)
11-(Yûsuf, 12/108)
12-(Zariyat, 51/56.)
13-(Gazzâlî, İhyâu
Ulûmi’d-dîn)
14-(Buhari, Teheccüd, 16.)
15-(Aclûnî, Keşfü’l-hafâ )
16-(et-Ta'rîfât,
el-Müfredât)
17-(Doç. Dr. Semih Ceyhan
TDV İslam Araştırmaları Merkezi )
18-(Abdullah Ensari
el-Herevi)
19-(Ebû Hafs Şihâbüddin
Ömer es-Sühreverdî, Avâriful’-maârif (trc. H. Kâmil Yılmaz-İrfan Gündüz)
20- (Füsus şarihi
Abdürrezzak Kâşani) Elf Makâm (Menzâilü’s-Sâirîn içinde) (trc. Abdurrezzak Tek)
21-(İsmail Ankaravi)