Bir nar gibi yaşamalıyız. Birkaç taneyle, ağırlığınca. İçini açma zahmetinde bulunanlar tatmalı o tadı yalnızca. İçimizde ne cevherli narlar var bir bilseniz! Geçip aynaya keşke görebilseniz. 


Şahsen ben görebiliyorum onun her şeyini. Ama içimi o kadar çok açtım ki, tanelerim de dört bir yana dağıldı. Toparlayamıyorum. 

Toparlamaya kalkışsam da doğuştan bir tanem eksik kalacak, biliyorum. 


“Neyini seviyor neyine katlanıyorum?” diyorum. Güvensizliğim de burada başlıyor; erkeklere, hayata, kadere, dünyaya… Diyorum ki nar yetiştirmesi zordur; nemli ve serin bir toprak ister. Ben onun toprağında büyüdüm ama serinlerinde nefes alamıyorum.


 Aksine nefes nefese kalıyorum; ürpererek, korkarak, üzülerek, kaçarak. Çok başka bir meyve ya da çok başka bir toprak arzusunda değilim. Ama bu arazi seneden seneye de olgunlaşıp bereketlenmez mi azizim?



   Neyse ne! Alıştık sonuçta; doğumdan doyuma. Bir eksikliğe karşı, koca kalabalık vardı şuramda. Zaten aşıktık da! Aşkın o zehirli ucundan bir damla alır sevgiye uğrayamazdık ömür boyunca. 


Çünkü sevmek demek insanı insanca sevmek gibi anlaşılmasın. Sonuçta tüm insanlar içinde bu sevgiyi barındırır. Hoş ‘bunca kötülük nereden geliyor’ diye konuyu saptıran bir iç yakarışıma teslim olursam, iradesizliğin idaresi önlenemese de sonucunun emsali olmaksızın en çetin şekilde olması gerektiğini savunanlardanım.


İnsanın insanlık anlayışının yanı sıra bir insana duyduğu duygu bundan apayrıdır. Çünkü bir insanı sevmek de insan sevgisinden öte hatta aşktan bile öte sorumluluk dürtüsüyle hareketlenen bir şeydir aslında. Süreklilik, sürerlik isteyen bir şey. 


Ben kalamıyordum. Kalakaldığım çok zamanlar olurdu ama bir kalpte kalamazdım. Daha doğrusu kalbimde barındıramazdım hiçbir ruhu.


Hala “Neden olmadı?” sorusuna cevap verebileceğim bir ilişkim yok. Hatta bazen öyle ilişkilerim vardı ki ortada fol yok yumurta yok. 


Ama şunu net bir şekilde söyleyebilirim ki hem kendimi suçlayacak kadar değersiz hem de suçu travmalarıma atacak kadar demsiz değilim. 


Doğru zaman doğru insan fiyaskosuna da inanmıyorum. Hayat işte diyorum. Nadide hayat. Tecrübelerle kurulan tercümelerle yaşanan bir şanslık bir salt.



   Gezdiğim yerler vardı, geçip gittiğim onlarca yer. O da onlardan biriydi. İz bıraktı mı bilmem ama his bıraktığı kesindi. 


Ben gibi koskoca narı ayıklamak için uğraştı, yıllarca. Ama günün sonunda uğurladım onu. Bilmediği çok şey vardı. Beni hala ağacından kopmamış bir nar olarak görüyordu. Belki de hatalarımı anlatsam, alsam karşıma dertleşsem mutlu bir son bizi bekliyor olabilirdi. 


Ama hayır! Olayların içinde bile yokken ondan nasıl af dileyebilirdim ki? Kimin kabahati, kim kimin sahibi? 


Ruhumu ararken yaptığım sancılar silsilesini bir ben bilirim! Umduğum gibi olmayan her olayın bedelini de bir ben ödedim. Yalnızlığım komik ve acınası gelmiyor artık. Yalnızlık koca bir enerji, teklik büyük bir devrim. 


   Şimdilerde en azından zararsızım. Kimseyi çelişkilerimle yormuyorum. Kimseden ilgi bekleyerek kabuğuma sıkışıp kalmıyorum. 


Diyorum ya, ben bir narım. Gün gelir tanelerimi dağıtırım; sahibi bilinmeyen öfkemi kusarım. Bir bakmışsın toplar kapatırım kabuğumu; sahici duygularla.


Aslında bereket sembolü olduğu kadar da bertaraf bir hali de vardır bunun. Hele ki suyunu sıkınca yani benlikten her kaçışta dilde mayhoş bir tat bırakır. Sonra ara kabuğunu, ara tanelerini. Çoktan midededir sindirilmiş hali. Ama o dildeki tat kalır. En azından o his narı hatırlatır. 



   Hatırlamak da unutmak kadar elzem, unutmak da hatıralar kadar ezber bir olay. 


Yeniden dünyaya gelsem yine nar olmayı seçerdim. Seçimlerimin olgularını uzun süre süzerek yaşar, yas araçlarımın yaşam amacıma gölge düşürmesine müsaade etmezdim. 


Her şeyiyle narımsı olmadığım için acılarımı da sevinçlerimi de dibine kadar dirice hissettiğim için asla narlığımdan bir şey kaybetmezdim.


Günün sonunda kendimi kazıyarak kendimi kazandığımı bilirdim.


Çürümem mevsimler geçip nasır tutsam da; ben bir narım birkaç taneyle, ağırlığınca.  

 


Tuğsel KARAKIRIK

( Nar başlıklı yazı Tuğsel Karakırık tarafından 31.03.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.