Ayten DİRİER

I-Eksen Kayması:
Üçbin yıldır her milenyumun başlarında Türk Milletinde bir hareketlenme, ardından eksen değiştirme ve başka coğrafyaya göç görülür.
1250 yıldır Orta Doğu’da, 940 yıldır Anadolu’da varız. Kâh dışına taştık, kâh içine büzüldük.
Egemen olduğumuz topraklarda emperyalist amaçlar gütmediğimiz için, varlığımız adalet, huzur ve refahı hakim kıldı. Bu denge emperyalist Batılıların aynı coğrafyaya sömürü amacıyla girmesiyle bozuldu.
Batı’nın ittirmesiyle Balkanlar ve Orta Doğu’dan çekildiğimiz anda, adalet-huzur-refah üçlüsü de kayboldu.

Oysa Atatürk’ün belirttiği gibi;
“Bütün Dünya ulusları, aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmak için uğrşmaktadırlar. Bundan ötürü, insan kendi ulusunun varlığını ve mutluluğunu düşündüğü kadar, bütün Dünya uluslarının dirlik ve refahını düşünmeli…”
“En uzakta sandığımız bir olayın, bize bir gün dokunmayacağını bilemeyiz. Bunun için insanlığın hepsini bir vücut ve bir ulusu bunun bir organı saymak gerekir. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan bütün organlar etkilenir. Dünyanın bir yerinde bir rahatsızlık varsa, bana ne dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlıkla tıpkı aramızda olmuş gibi ilgilenmeliyiz.”(1)
Kendi çıkarları için XIX.asır boyunca Avrupa’da, XX.asırda tüm Dünya’da kan döken, insan ve insanlık duygusunu yok sayan emperyalistlerin ezdiği uluslar için düşüncelerini, 1933 Mart’ında bir gece sabaha karşı Mısır Elçiliğinde konukluktan ayrılırken Atatürk, elçiye şöyle açıklar:
“Bugün güneşin ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu(Şark) uluslarının da uyanışlarını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşacak olan çok kardeş ulus vardır. Onların yeniden doğuşu, kuşkusuz ki, ilerlemeye ve refaha yönelik olarak görülecektir. Bu uluslar bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen, galip çıkacaklar ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerine uluslar arasında hiçbir renk, din ve ırk ayrımı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği egemen olacaktır. Size bu sözleri söyleyen Cumhurbaşkanı değildir, sadece Türk ulusunun bir bireyi olarak, Mustafa Kemal’dir. Buna özellikle dikkatinizi çekerim.”(2)

Hitler ve Mussolini’nin bir tehdit oluşturduğunu, Avrupa’daki savaş rüzgârlarını çok önceden hissedip; Batı sınırlarının güvenliği için 1934’te Balkan Antantı, Doğu sınırlarının güvenliği için 1937’de Bağdat Paktı’nı kuran Atatürk’ün, Gazze sorununa da ilgisiz kalmayacağı kesindir…
Türkiye’nin stratejik konumunu kavrayamayanların, Türkiye’nin şimdiki tutumunu İslâmcılık, Yeni Osmanlıcılık olarak nitelemeleri büyük hatadır. Unutulmasın ki, Türkler 1250 yıldır Orta Doğu’nun kaderinde söz sahibidir…

Hem Gazze’ye sahip çıkılmasında, hem nükleer çalışmalar nedeniyle, ikiyüzlülüğün sırıttığı bencil yaptırımlara karşı İran’ın desteklenmesi, bir eksen kayması değil, tarihî zorunluluğun gerektirdiği ilkeli bir davranıştır…
Türkiye’nin sömürgeci bir geçmişinin olmayışı, ard niyetten uzak ilkeli ve içten tutumu, Orta Doğu ve diğer uluslararası ilişkilerde daha inandırıcı ve etkili olmuştur. Soğuk Savaş sonrası dengelerin değişmesi de Türkiye’nin Orta Doğu ve Asya’daki önemini arttırmıştır. OD ve Türkî Devletlerin çoğuyla vizelerin kaldırılması, sınırların kalkmasına işaret olup, AB’liğine bir derstir.
Bu gelişmelere bakarak şu sonuca varabiliriz; aslında Türkiye'de eksen kaymıyor, Dünya'nın merkezi Doğu'ya kayıyor. Rotası Doğu olan bir gemide Türkiye, Batı'ya doğru yürüyor...


II-AB ile 30 Yıllık Nişan!

Türkiye Batılıdır, bırakın NATO-AB’ni, gerçekte 5.asırda Attilâ Döneminden beri Türkler Batılı’dır. 1353’te Çimpe kalesini fethiyle tekrar başlayan Rumeli/Batılı süreci, 1856 Paris Antlaşması ile Osmanlıların bir Avrupa Devleti ve onların korumasında olduğu kabul edilmesiyle pekişti…
Öyle bir koruma ki; 60 yıl sonra parçalayıp, tarihten silmeye kalkıştılar!
Bugün de Avrupa Birliği’nin hem dost, hem nişanlı olduğu halde; terörün ebesi ve koruyucusu olması, geçmişi düşündürdüğü kadar, ard niyetli olduğunun kanıtıdır…
ABD’nin de durumu kavrayıp, AB üyelerini suçlaması gibi, Avrupalıların bencilce tutumu da Türkiye’nin başka kulvarlarda at koşturmasında etkili olmuştur.

Kemal Derviş’in Macaristan Dışişleri Bakanı Peter Balazs’a belirttiği gibi; “30 yıl nişanlı kalınmaz. Sürekli yeni şartlar getirmek Türkiye’yi gerçekten yordu. AB’nin vizyonu açık değildir. Türkiye şartları yerine getiren olmamalı, her konuda aktör durumuna getirilmeli. Masada herkes gibi olmak istiyoruz. AB ile müzakereler çok uzadı. İnsanlar ‘ya bu nişanlılık dönemi bitsin, ya evlenelim’ diye düşünüyor. AB dostları Türkiye için sesini daha güçlü çıkarmalı.”
Avrupa’nın belirsiz geleceğini şekillendirmekte Türkiye önemli bir rol üstlenebilir. Ortadoğulu’nun ya da, Asyalı’nın gözünde de Avrupa Birliği perspektifini benimsemiş bir Türkiye çok daha değerli. Bakın bununla ilgili Derviş ne diyor?
“UNDP şapkamla Bangladeş’e gittiğimde Başbakan’ın ilk sorusu ‘AB üyeliği ne durumda’ oldu.”(3)

AB daha nazlanırsa, İnönü’nün dediği gibi; “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de içinde yerini alır.” Avrupa ve ABD’nin bu gelişmelere diyecek bir sözü de, yüzü de olmaz… Darbe yapacak durumları da kalmadı, sadece cerberusları saldırtabilirler!

III-İsrail
Türkiye’nin dış siyasetinde bir eksen kayması varsayımında, İsrail ile ilişkilerde eski dostluğun kaybolması da ileri sürülmektedir. Aslında bu konuda İsrail, Türkiye’nin sabrını taşırdı. Ne yaparsa yapsın kendisine acınmasını isteyen İsrail, soykırımda duyarsız kalan Batı’nın Filistin’e kör bakmasını sağladı. Yaptıkları, saldırganlığı yanında kâr kalınca Orta Doğu’nun kabadayısı kesildi. Oysa Türklerin tarih boyunca Yahudiler ve İsrail’e yakın davranmasının asıl nedeni başkadır…

Anadolu, Rusya ve Doğu Avrupa’daki Yahudiler, gerçekte Ben-i İsrail değil, Museviliği resmî din olarak benimseyen Hazar Türkleri’nin kalıntılarıdır. Dar bir kitle arasında sadece Ben-İ İsrail halkınca benimsenen Yahudiliğin, Rus ve Doğu Avrupa steplerine kadar yayılması, bu tarihî gerçeği bilmeyenlerin kafasını hep kurcalamıştır.
Türkler’in Dünyanın lânetlediği Yahudilere her zaman kol kanat germesinin nedeni bu akrabalık bağıdır.
*Hitler gerçekte Yahudileri değil, Musevi Hazarlar’ın 13.kabilesini yok etmiştir.(4)

IV-İran
Büyük Selçuklu İmparatorluğu’ndan sonra İran ile Anadolu’da kurulan Türk Devletleri’nin arası her zaman limonî olmuştur. Bunda İran’ın Şiî mezhebini, çoğunluğu Sünni olan Anadolu’ya ihraç etmek istemesi önemli rol oynamıştır.
Fatih’in 1473-Otlukbeli, Yavuz Selim’in 1514-Çaldıran Savaşları’nda ağır darbeler yiyen İranla mücadele XVII. Yüzyıla kadar sürmüş, IV.Murat’ın Irakeyn Seferi ile Bağdat’ı tekrar fethinden sonra yapılan 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması ile bugünkü sınırımız çizilmiştir. Arada sınır çatışmaları olduysa da, İran’la bir daha meydan muharebeleri yapılmadı. Fakat Türk ilerleyişini köstekleyenlerin başında hep İran bulunmuştur. Kâh Batı, kâh Doğu’daki Türk düşmanlarıyla hep işbirliği yapmıştır.
1980’lerde dinî rejimini Türkiye’ye ihraç etmeye çalıştı, epey de yandaş buldu. Bu nedenle Türkiye’nin İran’la her yakınlaşması Lâikleri çok kaygılandırdı.
Çevresindeki ülkelerin nükleer silahlara sahip olması, İran’ı aynı çabalara yöneltti. Bu gelişme ve aleni tehditleri İsrail’i ürküttü. Ağababası ABD’nin bu çabalara şiddetle karşı çıkmasının asıl gerekçesi, İran’ın İsrail’i yok etme tehditleridir.
Şimdiye kadar İran hakkında BM.Güvenlik Konseyi’nde üç yaptırım kararı çıkarıldı, hiçbiri uygulanamadı. Sonuç, hiç…
İsrail hakkında da sekiz kara çıkarıldı, sonuç, aynı… Hiç birine uymadı.
Günümüzde Brezilya ve Türkiye’nin yüklendikleri uzlaştırma görevi nedeniyle, BM.GK’nin dördüncü yaptırım kararına beklentinin aksine “hayır” demeleri, Lübnan’ın çekimser kalmasının, Dışişleri Bakanımız Prof.Ahmet Davutoğlu’nun deyimiyle olumlu sonuçları oldu:
-Tahran Anlaşması’nın masada kalmasını sağladı, müzakere zemini kapanmadı. Viyana Grubu(ABD-Rusya-Fransa)’nun deklarasyonu reddetmesiyle, yaptırım oylamasının aynı gün olması çabalarımızı olumsuz etkiledi.
-9 Haziran yaptırım kararı daha önce İran’a uygulananlar gibi unutulacak, ama Tahran Bildirisi tarihe geçti.
-İyi senaryo,İran yeniden masaya oturursa, Viyana Grubu’nun görüşleri doğrultusunda uzlaşma sağlanabilir. Kötü senaryo ise; yaptırımların ağırlaştırılması ve İran’ın sertleşmesidir.
-Tek bir olaya bakarak “Türkiye Doğu’ya kayıyor” denilmemeli… Bölgede barışı sağlamak ve ekonomik ilişkilerimizi geliştirmek istiyoruz.(5)
Dileriz ABD, Türkiye ile Brezilya’nın sağduyulu çabalarının önemini anlar, mantıksız girişimlerde bulunmaz… İran’da Türkiye’nin dik duruşunu hep hatırlar…

*Sonuç
Türkiye Batılıdır… Öyle olmasa bir ayağı Afganistan’da, Irak’ta, Bosna-Hersek+Sırbistan’da, Suriye+İsrail’de, Afrika’da Batılı kuruluşların yanında olmazdı. Balkanlar’da, OD’da Batı’nın sağlayamadığı barışı, araya girerek gerçekleştirmezdi. Haksızlıklara, çifte standartlara karşı BM’de Batı’nın karşısında yer alması, dik durması, ulusal çıkarlarına öncelik vermesi genlerine işleyen Ata mirasından kaynaklanmaktadır:
“Farklı ırklar ve dinler arasında tarafsızlık ve eşitlik” Osmanlı
“Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.” K.Atatürk

*Kaynakça:
1-Ayten Dirier: Atatürk İlkeleri, İzmir -1984, s.14-15
2-Sami N.Özerdim: Atatürkçü’nün El Kitabı, 1981, s.217-218
3-http://www.euractiv.com.tr/ab-ve-turkiye/article/dervis-turkiyenin-avrupali-dostlar-seslerini-yukseltmeli-010635
4-Arthur Koestler: 13. Kabile
5-Dışişleri Bakanı Prof.Ahmet Davutoğlu’nun, 9.06.2010 gecesi, Kanal 24’te sorulara verdiği cevaplar.

( Türkiye Nereye? başlıklı yazı AytenDirier tarafından 14.06.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.