Biraz sinirli ama çokça da sabırsızca yüzüne baktığımı görünce, cilveli bir edayla:

“Öyle bakacağına, yap ne yapacaksan” dedi, emir verir gibi. “Görüyorum ve hissediyorum, bunu istediğini, canının çektiğini” dedi sonra da.

 

Utandım mı, sıkıldım mı bu sözlerinden ve yaklaşımından bilmiyorum. Gözlerimi kaçırıp ondan pencereden dışarıya baktım.

“Nedir senin canını sıkan şey böyle?” dedi yeniden.

“Canımı sıkan şey nedir?” dedim ona bakmadan.

“Ne zamandan beri soruya soruyu tekrarlayarak yanıt veriyorsun?” dedi alaycı bir tarzla.

“En doğrusunu sen bilirsin ya” dedim. Biraz da sinirlenerek.

“Hayır, bilmiyorum. Neden sıkıyorsun kendini? Rahat ol” dedi bu kez iç gıcıklayıcı ve huzur veren bir sesle.

“Ayrılmalıyız” dedim birden. “Bu gidişe bir son vermeliyiz.” Onun bir şey söylemesine fırsat vermeden: “ Sorun olan sensin üstelik” dedim. “Her karşılaştığımızda, her bir araya gelişimizde aynı şeyleri söyleyip, istediğimi yapmam gerektiğini söyleyip beni kandırıyor, yalan söylüyor ve beni hep aynı tuzağa düşürüyorsun” dedim.

 

“Bırak bu zavallılık ayaklarını. Birincisi ben seni kandıracak bir şey söylemiyorum, ikincisi de yapıp yapmamak senin elindeki bir şey. Eğer karar verip yapma cesaretin yoksa ben ne yapabilirim ki?” dedi sinirli bir şekilde. “Kimse seni bir şeyler için zorlamıyor. Allah aşkına dön şöyle arkana bak. Ne demişim ne yapmışım ben sana? Karışmış mıyım senin aldığın kararlara, yapmak istediklerine?”

 

“Biliyor musun, işte bu tutumun yüzünden de senden nefret ediyorum. Tam on altı yılımız geçti seninle birlikte. On altı koca yıl. Bunca sene neler çektiğimi, bana neler çektirdiğini inkârdan gelip görmemezlik edemezsin.”

 

“Allah Allah! Ne dediğini kulakların duyuyor mu senin? İyi o zaman. Kesip atalım şu çıbanı içimizden. Ama unutma ki, ben sana değil, sen geldin bana, canının istediği zamanlarda, mutlu olmak istediğinde.” diyerek yine o bildik cilveli yanını konuşturarak.

 

“Mutlu olmak mı diyorsun sen buna? Canımın istemesi mi? Bunun adı neydi biliyor musun? Zoraki bir gelişti. Evet ben buna zorbalık diyorum hatta. Bu senin rezilliğin var ya, sonunda beni er ya da geç mezara götürecek, eğer zamanında seni yakamdan düşürmezsem.”

 

“Pes diyorum yani pes! Seni duyan da bunca yıl birlikte hiçbir güzel anımız olmadığını sanacak” dedi üzgün bir ifadeyle. “En yalnız olduğun zamanlarda kim vardı yanında? Ben. Psikolojik tedavi gördüğün dönemlerde kim sana destek oldu? Ben. Senin bu durumundan dolayı bir yıl ayrı kaldıysak da seninle, yine de baban öldüğünde en yakınında olan, seni teskin eden acını paylaşan, hafifleten kimdi? Gene ben” dedi ağlamaklı. “ve üstelik senin beni karınla her zaman aldatmana ses çıkarmayıp sana sadık kalan yine bendim. Hiç şikayet ettim mi bu konuda? Hayır. Başın derde girince, kendini yalnız hissedince, sorunlarınla başa çıkamayınca ilk başvurduğun adres gene bendim. Bak şöyle bir aynaya bak. Şu saçındaki sakalındaki ağarmışlıkların sebebi ben değilim. Bunu sen de biliyorsun. Oysa sen bilebilir misin kendimi böyle kullanılmış gibi hissetmenin ne olduğunu. Kullanılmanın da ötesinde, kullanıp bir çöp kutusuna atar gibi canının istediği zamanlar atmak istemen beni. Ya benim korkularım? Ya benim kaygılarım? Onları düşünüyor muydun sen? Diğer bütün kardeşlerimle düzgün bir şekilde küçücük daracık evimizde nefes almanın bile zor olduğu anlarda, sen her beni istediğinde, benim canımı yakacağını, yaralayacağını bildiğim halde sırf senin için çıkıp gönüllü geliyordum, ellerine teslim ediyordum kendimi” dedi sinirli ve ağlamaklı.

 

Sonra konuyu değiştirmek ister gibi:

“ Eğer akıllı biri olsaydın çoktan silip atmıştın beni hayatından. Ama sen bir zavallısın. Sen bir korkaksın” diyerek suçladı beni bu kez. “Evet zavallı olduğun şundan belli ki, başına bütün bunlar gelmiş. Tek suçlusu da sensin bütün bunların. Başkalarında arama suçu. Suçlu sensin, evet sen. Hem bir şey daha söyleyeyim mi sana? İnanmıyorum ben sana. Sen beni bırakamazsın, terk edemezsin. İraden de yok bunun için. Ne oldu? En son kızmış köpürmüştün de terk etmiştin beni. Ne kadar sürdü? Sadece on ay mı? Sonra yine çıkıp geldin bana. Sen beni seviyorsun. Arzuluyorsun beni, özlüyorsun. Bensiz yapamazsın.”

 

“Yeter!” diye bağırdım avazım çıktığı kadar. Onu tutup karşıma aldım. Sinirli ve ölümcül bir bakış fırlattım yüzüne doğru. “Sen rezilin, pisliğin tekisin. Sen insanı göz göre göre yiyip bitiren bir canavarsın. Yok olmalısın. Yok olmayı hak ettin sen” diyerek parmaklarımın arasına alıp dudaklarıma yerleştirip çakmağı çaktım ve aynı zevkle dumanını ciğerlerime çektim. Sonra da dumanı keyifle havaya savurdum.

 

Günün kaçıncı sigarasıydı bu bilmiyordum…

 

( Rezil Ve Pislik Şey başlıklı yazı HüseyinAkdemir tarafından 29.08.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.