Kendisi de şiirler yazan, edebiyatı çok sevdiğini her defasında vurgulayan bayan arkadaşım, adeta sürükleyerek beni de o akşamki şiir okuma etkinliğine götürdü.

Bırakın yazmayı, kitap okumayı bile beceremiyorum. Ama arkadaşımla her görüşmemizde onun bu edebiyat sevgisi yüzünden kitaplar, yazarlar, şiirler üzerine zorunlu olarak sohbet etme durumunda kalıyorum. Bu bana yapılan bir işkence. Yine de bunun bir işkence olduğunu yansıtmıyorum arkadaşıma. Ne de olsa aramızda sıkı bir sevgi bağı var. İnsan sevdiği için nelere katlanmaz ki?

 

Zaten birilerinin yazdığı şiirleri okumak dışında ayrıca kendisinden dinlemeye de bir anlam veremiyorum. Biz kendimiz okuyamaz mıyız?

 

Neyse, arkadaşımın söylediğine göre, mükemmel şiirler yazan Salih Küreli’nin şiir okuma etkinliğinde buldum kendimi.

Belediyenin tahsis ettiği küçük bir salondu burası. Hemen girişte bir masanın üzerinde okuma yapacak olan şairin kitapları istiflenmiş, başında da genç bir kız duruyordu. Etkinliğin başlama saatine henüz 15 dakika vardı. Arkadaşım, kimi diğer okuma akşamına gelen dinleyiciler gibi masanın üzerindeki kitaplardan iki tane alıp parasını ödedi.

-Bu ne şimdi? Neden iki tane birden aldın?

-Birisi senin için.

-Ne yapacağım ben onu? Hem zaten kendisi birazdan okumayacak mı içindekileri?

-İmzalatmak için aldım. Dayanışma için bu. Hem ayıp olmaz mı buradan bir kitabını bile almadan çıkıp gitmek? Ayrıca bu kitabı ben sana armağan ediyorum.

Diretmemin anlamı yoktu. Bayan arkadaşımı üzmemek, kırmamak için sustum.

 

Küçük salonda arka arkaya dizilmiş sandalyelerin önünde biraz yüksekçe duran yerde bir masa ve iki sandalye vardı. Salonda çok da fazla kişi olmamasına rağmen arkadaşımla arka sıralardan birine oturduk. Çok geçmeden salonun ışıkları hafiften karartıldı. Bir bayan ve bir bay sahnede duran masaya yönelip yerlerini alınca ışıklar yeniden aydınlatıldı. Kendi aralarında sohbet edenlerin tümü susmuşken, arkadaşım:

-İşte o, dedi.

-Kim?

-Şair işte. Salih Küreli.

-Diğeri kadın olduğuna göre ben de tahmin edebilirdim, dedim.

Şairin yanındaki bayan kısa bir konuşmayla adamı tanıttı ve okuma akşamımız başlamış oldu.

Şair, gayet rahat hareketlerle, yukarıdan biz dinleyicilere bakarak konuşmasına başladı: “İyi akşamlar diliyorum herkese. Öncelikle gösterdiğiniz bu yoğun ilgiden dolayı her birinize tek tek teşekkür ediyorum. Sözü fazla uzatmadan okumak istediğim şiirlerime geçiyorum. Okumanın sonunda benim hakkımda ya da şiirlerim hakkında dilediğinizi sorabilirsiniz. Ayrıca eleştiri ya da katkınız olursa da çok sevinirim. İlkbahar yaşatıyor beni, isimli şiirimle başlamak istiyorum.”

Bayan arkadaşım kulağıma eğilip, fısıldayarak:

-En güzel şiirlerinden bir tanesi, dedi.

“Bu şiirimi iki yıl önce yazmıştım. Karımdan ayrıldığım zamanlardı. Ruhen ve bedenen epeyce yıprandığım ama sonrasında baharın bana yeniden yaşam gücü verdiği zamanlardan.”

-Ay! Canım! Yazık ya! diye söylenip iç geçirdi bayan arkadaşım.

“İlkbahar gelecek ve bana hayat bağışlayacak” diye sesine teatral bir biçim vererek okumaya başladı şair Salih Küreli.

 

“Sen sevimli İlkbahar

Kışın soğuğunu, gecenin karanlığını

Söküp atarak

Bana güç veriyorsun.”

 

Bayan arkadaşım hayranlıkla gözlerini yukarıdaki masada okuyan şaire dikmiş, dinlerken:

-Harika değil mi? diyerek dirseği ile dürttü beni.

-Bu şiir mi şimdi? Kafiyesi bile yok.

-Ama şu söyleme baksana. Kelimelerin gücü.

Sustum.

Şair okumaya devam etti.

 

“İlkbahar

Ahhh, İlkbahar

Seni seviyorum.

Sarı papatyalarının ve

Anemonlarının topraktan fışkırıp

Renk katmasını hayatıma.

Seviyorum seni İlkbahar.”

 

Arkadaşım tebessümle, mutlulukla dinlemekte. Bense, yanlış yere mi, yanlış şaire mi geldik acaba?  diye düşünüyorum içimden.

 

 

“Kelebekler çiçekten çiçeğe zıplıyor

  Kuşlar mutluluk şarkıları söylüyor”

 

-Senin şair kafayı yemiş galiba, dedim arkadaşımın kulağına eğilerek. Ne zamandan beri kelebekler uçmuyor da zıplıyorlar?

-Bu sadece sembolik bir şey.

-Ne?

-Kelebeklerin zıplaması.

-Kelebekler zıplamazzz. Neyse ki bu satırlarda en azından kafiyeyi tutturdu.

-Aman! Sen sanattan ne anlarsın! dedi arkadaşım bu kez ciddi bir şekilde. Üstelik bozulmuştu bana. Sen bir Kültür fakirisin, dedi bana.

Sustum ve şair devam etti okumaya.

 

“Gökyüzünde beyaz bulutlar

  Ve ayaklarımın altında karıncalar”

 

-Eyvah, eyvah! Adam bulutlara bakarken, görmeden karıncalara bastı sanırım.

-Anlayamıyorsun işte. Şair burada sınırsız düşünceleriyle, toprakla olan bağlantısını yani yaşamı sembolize ediyor, yani yaşamla ölüm arasındaki bağı anlatıyor.

-İyi de bunu anlatmak için karınca yuvasının üzerine basması şart mı?

Arkadaşım, biraz da dikkati dağıldığı ve şairi tam duyamadığı için sinirli bir halde kalkarak yerinden, sessizce ve kızgın:

-Bunları anlamak için daha çok okumalısın. Kalk gidiyoruz. Rezil ettin beni. Senin yüzünden adamı da dinleyemedim doğru dürüst. Hem zaten adam bir yandan okuyor bir yandan da bizim tarafa bakıyordu. Rahatsız olduğu kesin. Ben eve gitmek istiyorum.

-Ya, canım, özür dilerim. Ben..

-Bırak şimdi özür dilemeyi. Hiçbir şey söyleme. Gidiyoruz.

 

Birkaç kişiyi oturdukları yerden rahatsız edip çıktık salondan.

Dışarı çıkınca:

-Ama canım ben fikrimi söyledim sadece. Kötü bir şey mi?

-Nesine itiraz ediyorsun? Bari anlasan da öyle itiraz etsen. Bak, sinirlerim tepemde. Seni görmek istemiyorum tamam mı? Şimdi evime gitmek istiyorum.

 

Arkadaşımın çok ciddi olduğunu anlayınca onu kaybetmekten korkup paniğe kapıldım. Gönlünü almak için:

-Hem sen daha kitap imzalatacaktın. Bak söz veriyorum. Bekleyip kitapları imzalatalım sonra da seni en güzel yere yemeğe götüreceğim, dedim.

-İstemiyorum. Haydi, sana güle güle. Ben evime gidiyorum, diyerek elindeki kitaplardan birini bana uzatıp: Al bunu da hiç olmasa okuyup anlarsın. Ben seni arayıncaya kadar da kesinlikle arama beni.

Kitabı elime tutuşturup, geçmekte olan bir taksiyi durdurdu ve Hoşça kal bile demeden binip gitti.

Şaire zaten bozulmuştum da o anda edebiyatsever bayan arkadaşıma da bozulmuştum.

Elimde kitapla yeniden salona yöneldim.  İçeriden şairin sesi geliyordu.

 

“Gitme

Gidersen kaybedersin beni

Ben de seni

Ama asıl kendimi kaybederim kendimi” diyordu.

 

Girişte kitapların yanında bekleyen kıza kitabı uzatıp:

-Kusura bakmayın, aynı kitaptan biraz önce iki tane almışız bunu geri alır mısınız? Diyerek, kıza verdim ve evime gidecek kadar taksi paramı alıp dışarı çıktım. Bir taksi de ben durdurdum.

 
Allah aşkına, Salih Küreli’yi tanıyanınız var mı?

 

( Şiir Akşamı başlıklı yazı HüseyinAkdemir tarafından 22.11.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.