Gözlerimi kapattığımda artık seni göremiyorum diye yazıyorum...
Bilincimi açık tutmak için her öğle Galata’ya gidiyorum...Alkolsüz izmarit kokan denizin dalgalarında ismini duyamıyorum diye bütün çabam...
Bu kayboluşun sorumlusu kim acaba diye düşündükçe , inatla cevabı kendimde arıyorum...
Ateşim yükseliyor , buzdan bir kale inşa et diye çığlıklar atıyorum , karşılığında bir yankın bile yok...
Uğursuz cümleler inadına geviş getiriyor dudaklarımda.Uğursuz kelime oyunları bunlar...
İçinde yokluk olan , yalnızlık türeten , toplasam/çarpsam sonuç hep sen olan , sağlamaya bile gerek duymadan kaldırıp atamadığım bir hikayenin ön kapağı olmalısın diye yazıyorum...


Aslında telefon numaran ezberimde, kendimi kandırdım işte rehberimden adını silerek.
Oysa sonsuz bir cesaretle bütün bunları yazmadan önce yada hemen şimdi açıp konuşmalı mıydım(?) diye sormamak için alelacele zehirli bir telaş içindeyim..
Her gelen günden sıkıldım artık..
Her gün yaptığımın aynı olmaktan çıkıp birbirinin kopyası haline dönüşen haftalarımdan büsbütün yıldım...
Her anım ayrı bir dua biçimiyle geçiyor..
Çeşitli dua şekilleri öğrendim bu saye de...
Önceleri Telli Baba’ya gidip bana hediye ettiğin kırmızı cüzdanın tüllerini asardım...
Artık asacak bir cüzdan kumaşı kalmadı diye yazıyorum...
Yolu sana çıkan sonu sonsuzluk olan delik deşik olmuş mektupları bir yere fırlatıp aslolan gerçeği yazıyorum...
Kederlerle evlenen , yersiz/yurtsuz kendine bir sığınak bulamayıp ,sonunda boşanan, dul kalmaya mecbur yarım/yamalak sevincin içindeyim işte...
Bu yüzden numaramı özel yapıp arayıp arayıp kapatıyorum seni...Sesine susamış ruhumu böyle sevindiriyorum...
Ne çok şey öğrendim senden değil mi ?
Ücretini ödeyemediğin , adisyon kağıdında asılı onca acının tek yaratıcısıyken , şimdi sağlam kafayla düşünürken seni , en acı tecrübeyle öğrendiğim şeyin "aşk " olduğunu görüyorum...
Gülten bana aşkın tanımını sorduğunda ben bile inanamadım ağzımdan çıkan kelimelere...
Kendiliğinden çıkan iki üç cümle nasılda hayatımı özetlemişti...
Karşılıklı sevmek ve kavuşamamaktır aşk dediğimde masadaki herkes bana baktı...
Bil diye yazıyorum...
Ne arkadaşlarım anladı bu derin sevgiyi ne de ben anladım onların yüzeysel sığlığını...


Görmeye bile gerek duymuyorum artık diye yazıyorum...
Çünkü öyle ezberlemişim ki seni ; sesini , yüzünün rengini , saçının telini , ruhsatı yalnızca sana yakışan gülümsemeni , yaşadığın hayatı , sahip olduğun işi , ziyaret ettiğin insanları , her gece açıp içtiğin bir kutu birayı , izlediğin maçları , haftanın bir günü yediğin balığı , tatile çıkamadığında hayıflanışını , hayatınla ettiğin kavgayı...
Öyle çok farkındayım ki dilediğim onca dileğin asla kabul olmayacağını ....
Belki de bu yüzden yazıyorum ... Sana yazarak boyun eğiyorum susuşlarıma ...
İşlenmeden toprağa gömülmek için can atan bir suç olup çıkıyor bu aşk...
Şimdi tek arzum var ,
Beni sensizliğin mahkumiyetiyle öldür...
Öldür ki öle öle yaşasın ben de ki sen ...
Öle öle yaşayalım herkesten gizlice...
 
 
" gizLi özNe "
 
 
( Öle Öle Yaşayalım başlıklı yazı Gizli Özne tarafından 1/10/2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.