Yağmur yağıyordu kentin bomboş sokaklarına. Sicim gibi ipince yağıyordu, aralıksız. Bomboş tu sokaklar. Kaldırımlarda sallanan gece lambalarından yansıyan ışıklar dans ediyordu. Uzaklardan bir geminin ince çığlık gibi geceye karışan sesi, ’Mor sicim’ sokağını kapladı. Köşedeki cumbalı evin penceresinde pinekleyen tekir kedi yerinden zıplayıp, kaldırıma atlayarak hızla uzaklaştı. Evin bahçesindeki ceviz ağacının dallarından havalanan sığırcıklar, telaşlı kanat çırpıntıları ile bir daire çizdikten sonra, yine aynı ağaçtaki yerlerini aldılar.
              Küçük kız, başını kaldırdı hüzünlü gözlerle etrafına bakındı. Adeta yağmur yağıyordu gözlerinden küçük kızın. İncecik dudaklarını titretiyordu ağzından dökülen hıçkırıklar. Minicik yüreğinin üstünde sanki kapkara bir bulut vardı. Korkuyordu besbelli.

                                                        -

               Etrafta sonbaharın kokusu hissediliyor, düşen yapraklar rüzgarın önünde rastgele uçuşuyordu. Ufukta, aheste aheste yüzen kayıklar gibi geçen bulutların arasından bir görünüp bir kayboluyordu güneş. Akşam çöküyordu kentin üstüne. Son iş gününün yorgunluğundan kurtulmak ister gibi, hızlı adımlarla geçiyordu insanlar kaldırımlardan. Ocaklar yakılıyordu bir bir mutfaklarda. Bir evin açık penceresinden, radyoda çalan hüzünlü bir şarkının nağmeleri taşıyordu sokağa.

Birden, bir kapının çarpma sesi duyuldu. Bir adam çarptığı kapıdan hızla uzaklaşıyordu. Yüzü öfkeden kıpkırmızıydı.
     -“Lanet olsun böyle hayata” diye bağırıyordu.
     -“Ben artık gidiyorum… ne halin varsa gör”.
Henüz birkaç adım atmıştı ki, kapı tekrar açıldı. Üstü başı aynı şekilde, adamınki gibi perme perişan bir kadın başını uzattı kapıdan.
     -“Ne cehenneme gidersen git” diye seslendi, yaşlı gözlerle.
     -“Sakın dönme bir daha”.
Hışımla geri çekilip, kapıyı yine aynı hızla çarptı ardından. Çevredeki evlerden birkaç pencerede perdeler kıpırdadı. Nereden geldiği anlaşılamayan bir ses…
     -“Allah kahretsin” diye bağırdı.
     -“Her gün aynı terane”.
Sonra ortalık sakinleşti. Artık derin bir sessizliğin ortasında, rüzgarın etkisi ile ağaç yapraklarının çıkardığı hışırtı duyuluyordu yalnızca.

                                                                      -

                Saatler saatleri kovaladı. Gece çökmüştü kente. Küçük kızın artık kesilmişti hıçkırıkları. Sadece yüzünde, farkında olmadığı bir şaşkınlık ve mahzun bir ifade takılıp kalmıştı. Yorgunluktan her yeri sızlıyor, nasıl geldiğini bile anlamadığı, sığınıp kaldığı o kapı aralığında büzülmüş, uykunun onu teslim almasını bekliyordu. Göz kapakları yavaşça kapanıyor, sonra irkilerek birden açılıyordu yine. Kirpiklerinde yaşlar kurumuştu.Yüzünde gözyaşı ve kir karışımı artığı izler garip bir maske gibi asılı duruyordu.
          Yalnız değildi. Ayaklarının dibinde, bir ayağı hafifçe aksayan ve sarı tüyleri kirden artık belirsizleşmiş bir sokak kedisi, pür dikkat merakla yüzüne bakıyordu. Artık korkuyu hissetmiyordu. Karanlık yavaşça bir yorgan gibi sarıyordu minik bedenini. Göz kapakları giderek ağırlaşıyor, Başı, solan bir çiçek gibi yana düşüyordu. Gecenin karanlığında zaman hızla akıyor, kent ıssızlığa bürünüyordu.

                                                                -

                Zaman hızla akıyordu. Yaşlı adam son duasını da okuduktan sonra yavaşça eğildi, kırk iki yıllık hayat arkadaşını emanet ettiği mezarın toprağı üzerinde ellerini sanki bir bebeğin başını okşar gibi gezdirdi. Yüzündeki, bıçak gibi keskin acı ifade yerini yine acı bir tebessüme bıraktı.
     -“Elveda gönül perim” dedi. ”Elveda”.  
Biraz önce yüzünde ifadesini bulan keskin acı, şimdi yüreğinin tam orta yerindeydi. Bütün gücünü toplayarak doğruldu, ağır adımlarla kabristanın kapısına doğru ilerledi. Birlikte geçirdikleri kırk iki yıl bir film şeridi gibi geçti gözlerinin önünden. Şimdi yapayalnız kalmıştı. O güzel günlerin hayali ile geçirecekti geriye kalan ömrünü. Evin her köşesinde, attığı her adımda, onun hayali olacaktı. Kentin her caddesinde onunla yürüyecek, yastığa başını her koyduğunda onun kokusunu duyacaktı.
     -“Buna yüreğim dayanır mı acaba?”diye geçirdi aklından.

                                                           -

                Eve döndüğünde komşular bekliyordu kapı önünde. Hepsinin elini tek tek sıkarak taziyeleri kabul etti. Söylenen teselli sözcüklerini duymuyordu bile. Güçlükle teşekkür etti başsağlığı dileklerine. Yalnız kaldığında odaları dolaştı, eşyalara dokundu. Henüz sonbahardı mevsim ama kış gibi buz kesmişti evin her yanı. Alışkanlıkla, her zaman oturduğu berjer koltuğa çöktü kaldı. Kendine geldiğinde hafif bir ürperme hissetti. Ne kadar zamandır öylece oturduğunu anlamaya çalıştı, anlayamadı. Derin düşünceler içerisinde etrafa bir kez daha göz gezdirdi. Kararını vermişti. Antalya da geçirdiği gençlik yıllarının çağrısını hissediyordu içinde. Zaten orada yaşayan dostlarının özlemini duyuyordu nicedir. Küçük bir çanta aldı dolaptan. Birkaç parça eşyasını özenle seçti, çantaya yerleştirdi. Sonra duvarda asılı duran çerçeveyi aldı, içinden çıkardığı resmi eşyaların üzerine koydu, fermuarı dikkatlice kapattı. Son bir kez etrafına bakındı, sokak kapısını açarak dışarı çıktı ve belki de bir daha açmayacağı o kapıyı yavaşça çekti. Zaman hızla akıyordu ve hayat devam ediyordu. Edecekti.

                                                               -

                Günler ayları, aylar yılları kovalıyordu. Zaman hızla akıyordu ve hayat devam ediyordu. Kentin dört bir yanında hayatlar yeşeriyor, hayatlar soluyordu. Ölenlerin ardından ağıtlar yakılıyor, Her yeni doğan bebeğin yanaklarına öpücükler konuyordu. Mutluluk ve sevinç, mutsuzluk ve acı kol kola geziyordu her yerde. Umutlar yitiyor, yeni umutlarla aydınlanıyordu insanların yüzleri. Her hayat, bir ırmak gibi kendi yolunu belirliyordu. Bazen ayrılıyor, bazen de birleşiyordu hayatlar. Değişmeyen, hayatın gerçekleriydi.
           Adam, çarpıp çıktığı kapıyı bir daha açmadı. Kararlılıkla pişmanlık arasında gelgitler yaşamıştı. Ama mutsuzluğun ağır bastığı yaşamına bir daha geri dönemezdi. Yeniden başlamaya cesareti mi yoktu, yoksa isteği mi? bilinmez. Belki de her ikisi. Zaten şairin dediği gibi,”Yürek isterdi yaşamak”. Bir daha ne yüzünü gören oldu ne de adını duyan. Hayat labirentlerinde bir sürgündü artık.
Kadın, hayatın vurduğu çifte silleye rağmen küskün değildi. Belki terk edilişinin acısını, aynı gün ortadan kaybolan küçük kızının acısı bastırmıştı. Çılgınca bir koşuşturma içinde her yeri aramış ama hiçbir sonuç alamamıştı. Günlerce, haftalarca bir haber beklemişti karakoldan. Ama heyhat… Geçim derdi, yaşamak derdi derken, başka bir adamın peşine düşüp, başka bir kente taşınmıştı.
     -“Kader” demişti. ”ne gelir elden” .
İki yıl sonra bir oğlan çocuğu doğurmuş, ama kanaması durdurulamamış, göçüp gitmişti. Zaman hızla akıyor, yenik düşüyordu zamana insanlar.

                                                                     -
 
             Küçük kızın kaderi farklıydı annesinden. Yaşamın acımasız rüzgarında savrulmadan tutunmuştu, bir şansı daha olmuştu. Sığındığı kapı aralığında onu bulan çocuksuz çiftin elleri, kaderin iyilik eli olmuştu onun için. Haftalar sonra Sosyal Hizmetler görevlilerine teslim edildiğinde, artık ailesi yoktu. Devletin koruyucu kucağında geçecekti yılları.
Okul’un son günü.  Ara sınıflar karnelerini almışlar, arkadaşları biri birileri ile vedalaşmışlardı. Küçük kızın/o artık bir genç kızdı/son yılı olduğundan diplomasını “Cemal baba” dediği yurt müdürü vermişti. Artık yepyeni bir yaşam bekliyordu onu.”Cemal baba”sının Antalya da yaşayan çok yakın bir aile dostları hem yanlarında barındırmayı, hem de şirketlerinde iş vermeyi kabul etmişlerdi. Artık bu hüzün kentini terk etme zamanı gelmişti.
           Cemal öğretmeninin/”Cemal baba”sının/elini öpmüş, zaten üç beş parça olan eşyasını küçük bir el çantasına koyarak yıllarca evi olarak kabul ettiği ’Yetiştirme-Yurdu”ndan ayrılmıştı. Dışarı çıktığı an hafif bir ürperti hissetti. İç cebinde gideceği adresin yazılı kağıdın olduğu montuna sarıldı sıkıca. Yine ipince, ipil ipil bir yağmur yağıyordu. Birden bir hüzün kapladı içini. Bu kentin sokaklarında kaybolduğu akşamüstü nü anımsadı birden. Aynı korkuyu duydu içinde bir an. Sonra başını kaldırdı, etrafına bakındı. Kaldırımlarda yürüyen insanları gördü.
                Küçük bir kız annesinin elinden tutmuş, sek-sek oynayarak ilerliyordu. Bir sokak köpeği ıslanmış tüylerini yalıyor, yolun karşı tarafında iki genç el ele tutuşmuş, bir mağazanın vitrinine bakarak bir şeyler konuşuyordu. Hayat devam ediyordu.

                                                            -

     -“Bakar mısın” dedi, arkasından bir ses.
     -“İstasyona hangi yoldan gidilir”.
Yavaşça döndü kendisine merakla bakan yaşlı adama gülümsedi.
     -“Bilmiyorum” dedi. ”Ama ben de İstasyona gidiyorum”.
Birden ikisi de gülmeye başladılar. Güldüler, güldüler. Gülüşleri kahkahaya dönüştüğünde, etraflarında meraklı bakışlar çoğaldı. İnsanlar şaşkınlık içinde onlara bakmaya devam ede dursun, onlar hiç umursamadan kahkaha atmaya devam ediyordu. Yaşlı adam elini genç kıza uzattı.
     -“Hadi, gel” dedi.”Birlikte arayalım.”. Böylece daha kolay ulaşırız gideceğimiz yere”.
Genç kız yaşlı adamın gözlerinin içine baktı. Ve şaşkınlık içinde kendi gülüşünü gördü. Kendi gülüşünde, umudun gülümseyişini gördü. Yaşlı adamın uzanan elini tuttu.
     -“Tamam” dedi.”Treni kaçırmadan gidelim”. Yağmur yağıyordu kent’in sokaklarına. Zaman hızla akıyor,   hayat devam ediyordu. 
( Sonbahar Hüzünlüdür başlıklı yazı Ali SEL tarafından 16.09.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.