Kalemimizden, Türk Edebiyatındaki âşıklar resmigeçidi “Gül ve Bülbül” hikâyesi...
               
                     Gül bülbülün ezeli aşkıdır ve hep öyle kalacaktır. Bu hikâyede gül ile bülbülün manevi aşkına hürmeten kaleme alınmıştır. Binlerce hikâye vardır bu ad altında. Aslında bu hikâyelerin özü birdir. Herkes farklı bir üslupla anlatmaktadır, bu da bizim üslubumuzdur.
                      Bir gün yüreğinize bir diken batarsa bülbülün feryadının ne manaya geldiğini ta yüreğinizin en dibinden gelen acıyla anlayacak ve sonsuza değin o aşka saygı göstereceksiniz. Ah bülbül, hep sana mı reva olacak feryat ve figan! Sesindeki hüzün esasen yüreği delip geçen bir mermidir. Senin hikâyen esasen aşkın hikâyesidir, feryadın anlatımıdır. Kaç yürek var sen gibi mahzun, kaç göz var sen gibi yaşlı, kaç aşk sen gibi gözü kara? Bir küçücük yürekte dünyalar kadar acı gizlidir.

                 Bülbül, ah bülbül, sen yaman bir âşıksın ki bugün kalemler seni yazmaya mürekkepler seni anlatmaya mahkûm! Sen ne yaman bir sevdaya kement atmışsın ki bugün o kement bütün insanların boynundadır. Aşkın dile gelişi seninledir, aşkın dize gelişi seninledir.

               Sen ki geceden sabahlara değin sevgilin penceresinin dibinde şakırsın, kimine göre şeydasın, kimine göre maşuksun, kimine göre bir garip kuşsun.
               Sen gülün kibrini tarumar edensin!
              Hangi âşıktır ki sevgilinin kapısında senin gibi aşkı şakır? Hangi yürektir ki bıkmadan hep aynı pencereye bakar?
Gül, bir kibir anıtı… Bir güzellik şahbazı… Bülbülün meftunu… Mecburiyeti bu âlemde… Mahkûmiyeti aşk yaşamında… Gözü kör, kulağı sağır bir prenses… Bir yüz görümlüğünü dahi bülbülden sakınan hasis bir güzel… Bu ne afili yaşamdır ki sonu ahir! Kime ne faydası var bu işvelerin? Bülbül zaten cünun halinde, ismini zikretmekte gülün… Gün 24 saat, bülbül 24 saat. Bütün saatleri güle ayarlı; güle beş var, gülü beş geçiyor. Gülden sonra, gülden önce… Bütün zaman dilimleri güle ayarlı… Bülbül güle hasret, gül bülbüle inat!

                Diken her filmin üçüncü kişisi; rakip, ağyar, diğeri… O olmaza olmazı hikâyenin… Leyla ve Mecnunda İbn-i Selam, Mem-u Zin’de Beko, Aslı ile Kerem de Keşiş… Diken bu hikâyenin direği, varı yoğu…

                 “Ah Gül!” der bülbül kendi kendine “Bir gülü versen bana!” Bu sesi duyan ağyardan diken hemen atılıverir münasebetsizce: “Gülü vermem sana!” Bülbül ise bu yanlış anlamaya kızar hemen: “Sen çık aradan, halimi bilir yaradan.”der. “Ben aşk illeti ile hemdert olmuşum. Ol makamda benim mührüm bu aşk ile mana bulmuştur. Ben gülün aşıkıyım, matlubuyum. Sen ise ona ulaşmama bir engelsin. Ey diken beni ayıplama!”der bülbül ardı sıra…

                  Diken söze girer: “Ey bülbül, gülün hanendesi! Sen güle talipsin ama bende ona talibim. Sen âşıksın ona ama bende aşığım. Sen uzaktasın ona ama ben ona yapışığım. Ben onun yanında dahi hasretim ona. Bu ne büyük bir çile, bu ne büyük bir dert. Sen hiç olmazsa onu görmüyorsun, ona dokunmuyorsun… Ben ise onun kokusu ile sarhoş olurken, onun cemali ile mest oluyorum. Bir gülüşü için binlerce kez diken oluyorum. Aynı daldayız ama bir değiliz! Aynı fidandayız ama ayrıyız. Her gün onu görmek ve her gün ona bakmaktan can suyum çekildi. Bir kuru diken olup çıktım.”

                   Bülbül bir içlendi, bir içlendi ki bütün yapraklar sarardı bir anda! Hapşırsaydı eğer bütün yapraklar dökülecekti dallarda… Bu manzara karşısında bülbül sesine daha bir hüzün katarak şakımaya başladı:
 
                  Ey bülbül, noldu sana, noldu
                  Benzin attı, rengin soldu,
                  Halin bir garip hal oldu
                  Ey bülbül dikensiz gül var mola! dedi irticalen. “Gel seninle bir oyun oynayalım diken kardeş! Galip gelen gülün ebedi aşkı olsun. Mağlup olan ise bu sevdadan vazgeçsin.” dedi bülbül sakin bir şekilde. Çünkü bu dünyada gülü iki kişi sevemezdi. Buna imkân yoktu, buna akıl sır ermezdi. Bu sevda bir kişiye az, iki kişiye fazla idi. Bu meydan okuma değildi, bu bir düello değildi. Bülbül dikenin haline üzülmüş ona da sevme faslında kendince bir rol vermiş ve gülü hak etme yönünde de kendisini bir imtihana tabi tutmak istemişti. Diken bu garip istek karşısında bir an durmuş ve sonra tamam demişti haykırarak. “Tamam, varım her şeye. Yeter ki gül uğruna olsun her savaş. Eğer bu uğurda telef olmak varsa kaderde, telef olmak bir onurdan ibaret olur bana.” dedi şairane bir şekilde.
Bülbül ise dikene bakarak şunları söyler hemen: “Eğer uğruna ölünebilecek bir sevgili yoksa yaşamak ne mana? Gül için ölmek dahi lüzum ederse oh ne ala!” Söz kılıçları çekildi dil kınından, gamzeler yer açtı yanaklardan öfkeye… Kaşlar daha bir çatıldı, burunlar daha bir genişledi sinirden. “Ne yapabilirsin?” dedi bülbül dikene… “Ne yapabilirsin gül uğruna?” Yarışmamız bu sorular üzerine. “Herkes ne yapabileceğini göstersin. En fazla fedakârlık yapan kazansın gülün aşkını… Diğeri saygı göstersin ve bu aşkın hadimi olsun mahşere değin.”
                “Tamam” dedi diken, “Tamam” dedi tekrar… “Gül uğruna ne yapabilir bir can?”

                 Başladı oyun, ilk olarak diken söz aldı ve şunları söyledi hemen: “Ben onun kalkanı olurum 24saat. Uyumam, yemem, içmem. Onu korurum her an.” Bu konuşmalara kulak kabartan ve o ana kadar gül yüzünü göstermeyen maşuk tepeden konuşuverir.“Ey diken sen hep benim gölgem olarak yaşayacaksın. Harici ve dâhili her türlü beladan beni sakınacaksın. Vermiş olduğun yanıt hoşuma gitti. Bir de bakalım başımın belası şeyda bülbül ne diyecek?” Bülbül ise gözü dolu, ağzı dolu, yüreği dolu söze başlar. “Ey gönlümün sultanı, karanlık dünyamın mehtabı! Kaç zaman oldu kapında gül yüzünü görmek için sabahladım. Kaç zaman oldu bir fısıltını dahi işitmek için kapında bekledim. Bugün dünyanın en mutlu varlığı benim. Aç kollarını gülüm, ey diken sen de aç sivri mi sivri dikenlerini…”  Bu ifadeyi der demez kendisini gülün kollarına atmak için sıçrar. Bu öyle bir sıçrayıştır ki gül dahi beklemez. Bu öyle bir atlayıştır ki diken dahi gafil avlanır. Sözün bittiği noktada nefesler tutulur. Gül bülbülün serenadını umarken bu çılgın hareket karşısında donakalır. Diken bülbülün konuşmasını beklerken bir ölümün ev sahibi olmasının şokundadır.

                 Ne yazık ki dikenin tamamı bizim küçük bülbülün yüreğine köküne değin batar. Bu batış aslında yeniden doğuştur. Bilene zümrüdü ankadır. Bülbülün tüylerinden akan sıcak ve kırmız kan gülün ak tenine değdiği vakit gül baştanbaşa kızarır kan tutmasından. Bu öyle bir hal olur ki gülün teni baştanbaşa kan kırmızısı olur. Bülbül yok oluşa doğru oynadığı bu oyunla gülün teninde yok olur. İkilikten birliğe terfi eder.

                   Diken çığlıklar içindedir. Saatler sonra kendine geldiği vakit; “Bilerek oynadın bu oyunu değil mi bilerek oynadın!” der bülbülün cansız bedenine bakarak. Gül ise şaşkındır ve nutku tutulmuştur. Bülbülün kanı canı olmuştur ona. “Bu oyunun galibi sen oldun ey sevgili bülbül! Bu oyunun galibi sen oldun. Artık rahat ve huzurlu ol! Hep tenimdesin, hep kokumdasın, hep koynumdasın, hep saklımdasın.” diye sayıklar ömrünce…

                      Sevgili okuyucu bize de bu hikâyenin şemsiyesi altında bülbülün aşkına şapka çıkarmak düşer.
                      Şapka çıkartılacak, çıkart!

( Gül Ve Bülbül başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 25.11.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.