1 Sıradan Bir Öykü

Bugün gerçekten de çok enteresan bir şey yaşadım. Benden bir öykü yazmam istendi. Yeni çıkardıkları bir edebiyat dergisinde yayımlayacaklarmış. Her ne kadar bana bu isteği yapanlara,"bakın ben öykü yazmayı bilmem; bırakın öykü yazmayı, ben hayatım boyunca tek bir satır bile yazabilmiş değilim" desem de maalesef ikna edemedim. Gerçekten öyle ama. Öğrenciliğimde bile kompozisyon dersinden hep zayıf almışımdır. Giriş ve gelişme bölümünü az buçuk kıvırır, ancak sonuç bölümünü hiç beceremezdim. Sonuçta sonuç hep sonuçsuz kalırdı anlayacağınız. Örneğin giriş bölümünde ailemin ne kadar yoksul olduğunu anlatır; gelişme bölümünde hep hayalini kurduğum bisikleti söyler; sonuç bölümünde de televizyonda izlediğim çizgi filmlerden bahsederdim. Anlayacağınız yazmaya yaşamım boyunca hiç yeteneğim olmadı. 

Ama o hiç tanımadığım sıfır traşlı, nazik adam öyle içten istedi ki bir öykü yazmamı, her ne kadar hayır desem de, bunu yapmak zorunda olduğumu hissettim. Ama nasıl yazacaktım ki? Hem daha öykü nedir onu bile bilmiyordum? Tamam kulaktan dolma bir takım bilgilere sahiptim. Örneğin herkesin bir öyküsü olduğunu biliyorum. Ama bu yeterli değildi. Hemen en yakın kütüphaneye gittim ve öykü üzerine yüzlerce kitap okudum. Tam olarak bilgi sahibi olamasam da, iyi kötü fikir sahibi olmuştum. Doğrusu bu durum da içimi bir hayli ferahlatmıştı. Şimdi üşenmeyip bir an önce işe koyulmalıydım. OKuduklarımdan öğrendiğim şeyleri fırınıma koymanın vakti gemişti. Önce bir konu bulmalıydım. Galiba işin en zor kısmı da buydu. Hatta bu durum için yardım bile almam gerekebilirdi. Ve yardımın adresi hazırdı kafamda. Tabii ki sevgilim. 

Hemen sevgilimi aradım. Fakat sevgilimin sesi titrek, endişeli ve korku doluydu. Sakin olup durumu anlatmasını istedim. Fakat dediğimi yapması çok zordu, sanırım başına çok kötü bir şey gelmişti ve derdini anlatamıyordu bile. Yarım yamalak ve ağlamaklı bir ifadeyle hemen yanına gelmemi istedi. Bir hayli endişelenmiştim. Taksiye atladığım gibi evine gittim. Zili çalmamla, kapıyı açıp hıçkırarak bana sarılması bri oldu. Bir süre kendi kendime "ne oldu sevgilim" dedim. Ağlama sesinden beni duyması mümkün değildi çünkü. Belli ki onu çok korkutan bir durum meydana gelmişti. Neyse ki bir süre sonra sakinleşti ve odasına gelmemi istedi. Benden bunu isterken küçük ve masum bir kız çocuğuna bürünmüştü sanki. Hani korku filmlerindeki içine şeytan girmiş minicik kızlar gibi. Bu da nereden geldiyse aklıma şimdi...

Neyse elimden tutup, çekiştirerek odasına götürdü ve :
"gördün mü?" 
"Neyi gördüm mü" 
"Kapı işte kapı" 
"Evet kapı"
"Bu ikinci kapı" 
"Evet ikinci kapı" 
"Bu kapı yoktu"

Nasıl yoktu diyecekken kesti sözümü :

"Bu kapı yoktu, odamın sadece bir kapısı vardı. Bir de bu durumun en tuhaf kısmı var tabii.."
"tuhaf derken?"
"tokmak..."
"tokmak?"
"tokmak yok! Kapının tokmağı yok!"
"Hıı... Evet""
"Ay ne kadar sakinsin ya inanamıyorum! Sanki her gün birilerinin evinde ikinci bir kapı hortluyor..."
"Ben.. Daha öykü yazacaktım ama. O sıfır traşlı adam benden... Neyse çilingirci çağıralım bari..."
"Sen iyice salaklaştın ha. Tokmak yok, anahtar deliği yok. Dümdüz kapı. Aaa görüyor musun?"
"Neyi?"
"Zili... Kapının yanında zil var..."
"Ya bak eğer bu bir şakaysa..."
"Bir dakika telefon çalıyor. Ben hemen bakıp geliyorum. Sakın bu odadan bir yere kıpırdama..."
Zil... Evet tabii ki yapılması gereken şey zile basmak... Açan yok. Bir daha basayım; içeri mutlaka girmesi gereken biri gibi basayım. Açılıyor. Kapı açılıyor... Ya ne tuhaf. Ben çok korkardım böyle mistik, gerilimli hikayelerden, oysa şimdi bana hiç de yabancı gelmiyor yaşadıklarım. İçerisi çok karanlık. 

"Kimse yok mu? Kapınızı unutmuşsunuz da... Sevgilimin evi burası! Kimse yok muu?"

O da ne! Süslü üslü, gösterişli bir kraliyet koltuğu sanki. Bir adam oturuyor. Tam seçemiyorum. Sıfır traşlı bir adam. Bir şeyler söylüyor, o söyledikçe hemen yanıbaşındaki aynada bri dudak sesli sesli kıpırdıyor. 

"Yazdın mı çocuğum?"
"Hı?"
Öyküyü diyorum..."
"Öyküyü? Sen o musun ?"
"Yazdın mı?"
"Yok. Tam yazacaktım ki. Sevilim... Kapı... Tokmak..."
"Yazdıysan ameliyat edecektim"
"Sen cerrah mısın?
"Öykücü cerrahım. Bak ne yazıyor ofisimdeki levhada" 
"Mutlu mesut ve Mistik Öyküsel Doktorluk Bürosu"
"Hadi yaz hemen çocuğum. Saat dörtte başka bir ameliyatım var"
"Peki... Peki hemen yazarım. Şöyle düşlü müşlü birşey olur değil mi?"
"Olur çocuğum olur. Hadi bekletme beni..."
Kapıdan dışarı tekrar sevgilimin odasına çıktım. Çıkmamla birlikte kapı kayboldu. Tam o anda da sevgilim geldi :

"Kimmiş arayan bitanem?"
"Bir doktor. Şiir yazabilir misin dedi bana. Yazamam dedim. Hemen yazmalısın dedi ve kapattı."
"Sen ne yaptın? Kapı ? Yok?"
"Sorma. Zile bastım ve bir anda kayboldu. Sen iyisi tüm yaşananları unutmaya çalış. Şey... Ben hemen gitmeliyim. Hemen bir öykü yazmalıyım. Sen de mutlaka bir şiir yaz. Öptüm aşkım görüşürüz..." 

Oktay Coşar 

( Sıradan Bir Öykü başlıklı yazı marcel tarafından 25.11.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.