1 Geç-mişten- Gelen Mektuplar


...


Hiç bir kadın böyle güzel gülümseyemezken ve hiç bir kadın böyle güzel bakamazken, siz nerelerden çıkagelmiştiniz hatırlamıyorum, çok zaman geçti üzerinden. Ah Madam, ah güzel bayan, öyle ağlayışlı bakmayın. Bahar sevinci gibi gözlerinizin ıslanmasına dayanamıyorum. İçimden bir şeyler eksiliyor, parça parça dağılıyorum. Bir sevmek değecekse derime, işgal edecekse beynimi, yumuk yumuk bir el dokunacaksa içime, kirpik uçlarımdan dökülüverecekse biri, o siz olmalıydınız Madam. Lütfen ağlamayın...


Biliyorum Meryem Ana kadar acı çekiyor ve onun kadar korkuyorsunuz. Siz benim gözümde Meryem Ana gibi kutsal, Meryem Ana gibi masumsunuz. Kaideyi bozdunuz. Siz ben yokken varoldunuz ve var ettiniz beni. Ah güzel Madam bana sorarsanız suçsuzsunuz. İnsanlar beklemiyor. Biri, bir diğerini beklemiyor inanın. Sızlanmıyor, darlanmıyor. Saygı duymuyor artık yapraklar, ağaç dallarına, geldiği yeri unutuyor. Yaktığı ateşin közü umurunda mı sanıyorsunuz. Ah güzel madam, insan bir gün olsun külkedisi ve prens olabilmek için can atıyor, nasıl istiyor şahane bir yıldız oluverip kayabilmeyi. Ama biliyor musunuz Madam, çocukluktan kalma zaaflarımız yok ediyor bizleri. Verilen sözler unutuluyor, edilen yeminler yutuluyor. Bir takvim yaprağında yok olup gidiyor günlerimiz. Ben yazmak istiyorum, birileri bozmak istiyor oyunbaz sözlerimi. Güzelliğinize bakılacak olursa direncim daha çok zorlar gibi geliyor, yoluma taş koyan zavallı, sevgisiz sefilleri.

Ah Madam yüzünüzdeki o derin çizgilere takılıyor aklım bazen. Hüzünle yıkandığınız suların bir tek katresi olabilmek adına, çeşmelerce akıp tükenmek istiyorum. Bir zerrem değer de kurumuş teninizde yeşeririm belki avuçlarınıza. Ben hardan güneşlerce yıkandım, arınmadım lakin gülizar bahçelerinde; aktım. Bir gül idiniz, nasıl da mis kokuşlu bir bulut gibi gözlerime indiniz. İçime çekerken gözlerinizi ahh madam saçınızı geriye atarken bilseniz, bir tanrıça gibi içime yağan nur kutsallığında; tertemizdiniz.

Ben hep birilerinin hayatlarından geçtim ve sonra gittim bir tren gibi. Ve siz madam siz de geçip gittiniz ardınıza bakmadan. Çünkü o geçip giden birileri de ardına bakmadan geçip gitmişti hayatınızdan. Birileri yol oldu, birileri yolcu ama bazen bizler de birer yolcu değil miydik bilmediğimiz yollarda. Aslında hep yolcuyduk, yol olmayı seçerken bile. Yolda karşılaştıklarımız ürküttü bizi. Ve neden sonra geriye dönüp baktığımızda elimizde kalan yalnızca yitirdiğimiz geçmiş günlerimiz ve ceplerimizi tıka basa dolduran anılardan başka bir şey değildi. Ama yine de güzeldi yol olmak ve yolcu olmak bu alemde, kayıp bir kelebek gibi...

Firavun oldum, piramitlere yanaştım önce. Sandım ki heybetim yarışır, rakip olur gökyüzüne değen üçgenlere. Madam, siz bunu bilmiyorsunuz. Ben çoktan kaybetmiştim sizi bulduğumda yolumu, yollarda sürdüğüm izleri. İzlerim silinmişti, ben yeniden çizmek istedim. Ama öylesine çok ayak izi vardı ki kaybettiğim, hangisinde belirginleşmeliyim bilemedim. Sonra siz çıkageldiniz, geldiğinizden habersiz ben yine şaşkın bir tavşan gibi oradan oraya koştum benden habersizken siz. Sonra madam, aslında sonrası yok ben hep buradaydım, siz hep oradaydınız işte. Ben oraya yetişmek için can attım. Siz burayı farketmemeye odaklandınız. Ve siz burayı hiç görmediniz, dönüp bakmak aklınıza gelmedi, bilmiyordunuz beni, farketmemiştiniz. Size hiç sitem etmedim. Size hiçbir şey de söylemedim. Siz tamamen masumsunuz.

Sevgi söcüklerimi nereye savursam kifayetsiz kalıyor, sanıyorum ki sevgi anlatılarak olmuyor. Anlatırken yoruluyor harfler lakin yaşarken çoğalıyor. Siz benim içimdeki buhran, benim gözümdeki bir yaş iseniz, ben şimdi ağlasam bir çocuk gibi, kaybettiğim elma şekeri benden habersiz ve sizi olmadık bir yerde düşürüp kirpiklerimden ya yititirisem diye sıkmaz mıyım gözlerimi. Bakışlarımı kilitlemez miyim siz benden yoksun, benden ümitsiz... Ah Madam sizin için acı çekiyorum ve bundan gocunmuyorum. Acı benim acım ve acımla sırf içinde siz varsınız diye nasıl mesudum. Başkası değil, sizsiniz benim iyi ki’lerimin vuku bulduğu. Gururluyum evet, kör olmadığım için, gözlerim sizi bulup seçtiği için onurluyum.

Neden olmayan şeyler daha güzel gelir insana, neden uzaklardaki yakınlarımız, boşluklarımızdaki boşlukları doldurmaya bu kadar yakın ve açtır? Ahh yanılgılarımız Madam, yanılgılarımız. Siz benim karaya çalmış hasretimsiniz, ki boşluk değil, olmayan şey değil, siz benim pişman olmak istemediğim farkındalığımsınız... Yoksa istemez miyim sanıyorsunuz, yazdıklarımı bir siz okuyasınız. Ama bazen olmuyor işte, berrak olan duygular yetmiyor içinizi serinletmeye, ses dahi çıkaramıyorsunuz. Keşke bilseniz madam belki, belki işte... Devamını getirmekte aciz kalıyor dudaklarım, dilimin ucundaki sözleri yutuyorum mevzu siz olunca, dilimi bile ısırdığım oluyor inanın susabilmek ve haykırmamak adına. Ah Madam, ahh güzel Matmazel... Sizinle aynı gökyüzünü paylaşıyor olmak bile şifa gibi geliyor ruhuma...

Yokluğunuzda sizin için yazdıklarımı biriktirmeye kalkıştım evvelce, artık sığmaz oldu dolap içlerine. Zira siz hep yoktunuz. Yazmaktan usanmadım, yalnızca size olan derin hislerimi artık içime yazmaya, bakışlarınızı içime kazımaya karar verdim. Ben sizi nasılsa siz yokkende beklemedim mi? Beklemeler şimdi öyle kutsal ki, öyle çığlık çığlığa bir özlem ki bu tahmin edemezsiniz. Ama içimde bir yerlerde, fısıltılarca bir ses beni anladığınızı ve bunun için suskunluğa gömüldüğünüzü söylüyor. Suskunluğa gömülüyorsa bir kadın... Ahh biliyorsunuz işte. Hem zaten sizin de benim için derin hisler duyuyor olmanız ihtimali, bir okyanusta inci bulmak kadar zor. Çok mühim değil, ehemmiyet veriyorum elbette ama bunu dert edinmiyorum kendime. Siz beni hiç fark etmezken de ben sizi sevmedim mi...

Bazen diyorum şöyle adam akıllı sevsem, yahut delice sevsem, dikilip karşınıza gayet aklı başında bir delilikle; ’Siz olmasaydınız nefes almam imkansızdı. Şehir, ışıkları kesilmiş gibiydi ve bir karabasan gibi üzerime çörekleniyordu. Siz gelmeseydiniz benim sokağıma, benim evimin duvarlarına hiç bir ışık süzmesi değmeyecekti, iyi ki geldiniz Madam, güneş gibi aydınlattınız içimi... Güneş gibi, güneş gibisiniz Madam’ desem diyorum.. Siz benim güneşimsiniz...
Isıtırken tenimi, kalbimi içten içe yakan kor bir güneşsiniz. Ben o güneşsiz bakamam gökkubbeye. Gözlerimi yakmalısınız önce, sonra gözlerimi, sonra gözlerimi... Gözlerimi Madam! Gözlerimi diyorum...

Ben o güneş için bin kere daha doğururum evire çevire evreni...

Güneşi...

Seviyorum sıcak güneşi, güneşimsiniz Madam...
Yeni yalanlara kapatın lütfen kulaklarınızın ahengini. Ben bıraktım; ’ Güneşim girsin içeri’ 
Tek istediğim mutlu olmak değil, ben sizin için bedbaht olmaya da razıyım. Bir avuç içi kadar kalp taşıyorum içimde, hali hazırda emrinize amade. Nazır bakışlarımsa öylece duruyor sizin büyünüzün tesirinde madam... Yeniden bakabilmek için dünya gözüyle, dünyayı vaadeden gözlerinize... 

Sanırım vaktim daraldı. Bütün bedenime yayılan bu saçma ve lüzumsuz ağrılarla baş etmekte artık zorlanıyorum. Sizi kendi sınavımla üzmeye hiç niyetim yok, lakin her ne kadar bu yazdıklarımı okumanız olası olmasa da, belki bir gün elinize geçer ve beni biraz olsun yakından tanıma fırsatı bulursanız, sizi tüm kalbimle sevdiğimi ama sıhhatimin ancak bu kadarını anlatabilmeme müsade ettiğini yenilemek isterim. Belki sevgimin derinliğini şuan ispat edemiyorum fakat beni anlayacağınızı ümit ediyorum..


Derin sevgiler ve özlemle...

haziran1987

..... 






Madam ağır aksak adımlarla dip odadaki sandığın başına yürüdü. Sandıktaki yüzlerce mektubun arasına özenle yerleştirdi mektubu. Hepsinin de kendi tarihine göre bir sırası vardı. Madam onları ay ve yıl olarak, mektuplar kendisine teslim edildikten sonra özenle ayırmıştı. Hepsini okumuş olmasına rağmen, tek başınalığın verdiği duvar soğukluğundan ve pişmanlıklarla hatırladığı geçmiş yılların hatıralarına olan düşkünlüğünden olsa gerek, bu acıyı defalarca yaşamasına rağmen bıkmadan, usanmadan yüzlerce kez okuduğu mektupları yeniden okuyordu.


Sandığın kapağını özenle kapattı. Üzerine fransız güpüründen yapılmış örtüyü serdi. Sonra sandığın hemen yanıbaşında duran ahşap kutuyu açtı. Onlar bu dünyada bir araya gelememişlerdi ama mürekkeplerde yaşayan ruhları bu evin tenha bir köşesinde hep yan yana duruyordu. Madam ahşap kutudan rastgele bir zarf seçti ve camın önündeki, bambudan yapılmış sallanan sandalyesine oturdu. Yaşlanmışlığın verdiği bulanık görüntülerden ötürü gözlük takma gerekliliği hissediyordu. Az evvel sehpaya bıraktığı gözlüğü yeniden aldı eline ve bu kez kendi el yazısını okumaya başladı... 




.....




Bayım...

Size nasıl hitap edeceğimi bile bilemiyorum inanın. Belki de bunun bir önemi yok, bu yazılanları nasılsa hiç bir zaman okumayacaksınız. Ben cesur biri değilim, elimden yazmaktan başka bir şey gelmiyor ama size okutabilmekten bile acizim yazdıklarımı. Hatta bunları bırakın dile getirmeyi, kendime itiraf etmekten ve kendimle yüzleşmekten bile çekiniyorum. Hayatın bizler için sunduğu imkanlar ve zorluklar karşısında elimden bir şey gelmediği için kahrediyorum. Aklım ve kalbim size bu kadar yakınken ve sadece sizin için varolurken, sizden böylesine uzak kalmak zorunda olmak beni dehşete sürüklüyor.

Her şey bir yana, son günlerde kulağıma gelen bazı söylemler beni üzüntüden bitap bıraktı. İşittiklerim umarım doğru değildir. Amansız bir hastalığa yakalandığınız ve bu hastalıktan kaçışınız olmadığı konusunda saçma söylentiler dolaşıyor. İhtimal vermiyorum elbette ama düşünmeden de kendimi alamıyorum. Her gece sizin için dua ediyorum. Bir daha gözlerime ahenk taşıyan suretinizi görmemeye bile razı oluyorum, size hiç bir zarar gelmemesi adına büyük sözler ve yeminler ediyorum. Buna dayanmak elbette çok zorluyor, düşüncesi bile kahrediyor bir daha sizi görememenin ama yalnızca bu dünyada olduğunuzu bilmek bile yeterli benim için. Görmeden de sevebilirim sizi elbette, nitekim şimdi bile daha fazlası gelmiyor elimden...

Bu sizin için karaladığım bilmem kaçıncı satırlar. Bir kapana kısılmış gibiyim. Ama döndüğüm her yerde size çarpmak, hayalinizle saatlerce konuşmak bana iyi geliyor. Mutlu olmanız için hep dua ediyorum. Bazen karanlıklar beni boğuyor ve nefes alamadığımı hissediyorum. Garip bir ses işitiyorum ama o sese ses verdiğimde cevap alamıyor ve öksüz bir çocuk gibi sahipsiz kalıyorum. Neden! diye sormadığım zamanlar yok denilecek kadar az ve bu manasız günleri, sizden ayrı geçirdiğim her saniyeyi asmak geçiyor içimden. Kavuşamayacağımızı her düşündüğümde bir kova kaynar su başımdan aşağı boşalıyor ama dayanmaya çalışıyorum.

Söyleyeceklerim bitmiyor, kendimle konuştuğum her saniye aslında size sesleniyorum. Kimse duymuyor, kimse görmüyor bu aciz halimi. Belki de bu en zoru. Her daim iyi ve mutluymuş gibi rol yapmak ve yüzüme yapışmış sahte bir maskeyle dolaşmak gerçekten çok güç. Beni kimsenin anlamasını beklemiyorum. Ben sizin için, size kötü bir söz gelmemesi için suskunluğa gömülmeye de razıyım. Dilerim başka bir zamanda ve başka bir hayatta buluşur yorgun bedenlerimiz. Gökyüzüne her baktığımda, siz zaten benim içimde havalanıp kanat çırpan bir güvercinsiniz... 

Sevgiler Bayım...

kasım/1986


.... 







Madam gözyaşları içinde yıpranmış kağıdı katladı ve sehpanın üzerine bıraktı. İçinde bir yerlerde tarifi mümkün olmayan bir yangının sıcaklığını hissetti. Pişmanlıkların en büyüğü gerçekleştirmeyi beceremediklerimiz ve yapamadıklarımızdı, diye düşündü içinden. Keşke sözcüğü ne kadar manasızdı artık geçmiş günler için. Ama içindeki acıyı dindiremiyordu. Kimseyle evlenmemişti, çocukları yoktu, kimsesi yoktu zavallı mektuplarından başka. Bütün bunların en acı yanı, artık o da yoktu. Üzerinden yirmi küsür sene geçmişti ve aklı onu unutmamaya ant içmişti. Hafızası artık soluklaşmaya yüz tutmuş suretini resmedemese de, kalbi ona hiç bir zaman ihanet etmemişti. Birbirlerinin sevgisinden habersiz geçen yıllar ve sevdiği adamın, kendisine olan derin aşk’ından tutulduğu ’ince hastalık’ yüzünden gencecik yaşında bu dünyadan yitip gitmesinin ağır yükü ve vicdan azabı hiç bir zaman yakasını bırakmayacaktı Madam’ın... Keşke bilseydi diye geçirdi içinden, keşke... Birlikte gidemeyecekleri ülkeleri ve göremeyecekleri gökyüzünü, üzerinden geçemeyecekleri denizleri düşündü.... 

’Ahh..’


Derin bir iç geçirdi Madam ve boynundaki kolyeyi sıkıca tuttu avucunun içinde. Sonra gözyaşlarını bir kenara itip, katlanmış gümüş kolyeyi ikiye ayırdı. İçinde ’sevdiği adamın’ ve sevdiği adamın ’sevdiği kadın’ın küçüklük fotoğraflarının olduğu resimlere baktı, ağladı, ağladı, ağladı....


nisan/2011


.... 








fulya/haziran2011






...
( Geç-mişten- Gelen Mektuplar başlıklı yazı Fulya Codal tarafından 27.11.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.