1 Şeb-i Yelda / Nü
***




’ah ki ben;
kendimi bile kimsesizliğimden tanırım’









aslında herkes b/aşka yazıyor..
bir tek ben ona yazıyordum
çünkü b/aşka yazacak bir şey yoktu
ondan b/aşka... 



gökkuşağı gibi bir şey yaşamak dedikleri
ve ölmek bir yağmur damlası kadar basitti yere düşerken
ikisinin arasında incecik bir çizgiydi heves edilen koşuşturmaca
biz o en uzun gecede nü bir tablo gibi sırıtıyorduk doğmayan sabaha...




’Kin yüktür!’ demişti ya biri, yüktü evet. Yüktü; ağırlık taşımakta usta olanlar için. Ama tanımıyordu bu hissi cahil zihni. Üstelik kin tutmayı bile bilemiyecek kadar sıskaydı bedeni. Taşıyamazdı ağırlığını sevgi dolu yüreği. Yere bıraktı usulca kalbini, çiğnesin diye kıymet bilmeyen birileri.

’İlgisizlik de bir aldatmadır’ diyorlardı. Oysa ilgisiz de değildi. İlgilendiği her konuda nobele aday bile gösterilebilirdi. Kime aitti bu düşman gözler, onu böyle hiç de ehli olmayan konularla suçlayabiliyorlardı. Öyle ki O, vurdumduymazlıktan ömrü boyunca nasibini hiç alamadan inceliklere eğilmişti...

’Öldürmeyen şey güçlendirmeliydi’ fakat neydi o içinde en kuvvetli hissettiği şey. Acı desen değil, zorbalık desen değil, güç / iktidar desen değil. Kıskançlık desen belki. Zira onun olan her şeye dair, durduramadığı ve dizginleyemediği muktedir bir sahiplenme içgüdüsü mevcuttu. Bunu yenemiyordu ama söyledikleri gibi onu güçlü de kılmıyordu bu yoğun hissi. Aksine kimi zaman yerlere serildiğine şahit olmuştu kendi gövdesinin. Öyle ise neydi aradığı doğru orantı. Bir yerde, hani o en orta yer dedikleri, bam teli kıvamı taşıyan, buluşmayı hiç beceremediği ortak payda neredeydi.

Geçmişten gelen bir özgüveni vardı, şimdilerde mum ışığı beraberinde yana döne aradığı o iç huzuru. Özgüven dedikleri şey esasında insanın ayakta kalmasını ve dimdik durmasını sağlayan o muhteşem histi. Onu kaybetmişti. Tek bir insanın yörüngesinde dönüyor olması her şeyi nasıl da yerle bir ediyordu. Eskiden kendisinin etrafında döndüğünü sandığı dünya, şimdi tek bir insan için dönüyormuşçasına kimliksizdi. Kırgınlığının sahibi olan o insan, üzerine hiç bir hissi sindirmeyecek kadar hissiz ve sahipsizdi. Kendine öylesine aitti ki, kendi kokusunun büyüsüne kapıldığından, yakınından geçen hiç bir kokuya tahammül edemiyordu lekesizliği. Özgür ve asiydi. Aslında biraz kıraç topraklardan gelmeydi adımlarının izleri.

Hayran olunacak kadar emindi duruşundan. Yaptığı işlerin doğruluğuna öylesine inandırmıştı ki kendisini, onaylamayıp hor görebilecek kadar cesareti yoktu hiç kimsenin. Kendisiyle barışık, kendisiyle küs, kendisiyle dost, kendisiyle düşman ama kendi kendine var olabilecek kadar derindi heybeti. 

Tüm bunları düşündü ve kendi azlığından gocunur gibi sarstı beynini. Soğuk bir duş, belki bir şok, belki ölebileceği bir şarkı aradı. Bir fon müziğinin ritmine tutulup can çekişebilirdi gözleri. İntihar etmek için fazla ümitsiz ve hüznü de az gibiydi. Tüm karmaşık hislerini topladı ve o en uzun geceye, o en gizemli geceye, üryan bedenini alıp uygunsuz adımlarla indi. Gece onu bekliyordu. Onu kendisiyle yüzleştirmek ve bir şamar gibi yankılanmak istiyordu siyahın matemi. Yoksunluğunu evlat edinmek için çok bilenlere hibe etti. 

Gaddardı bu düzen ve fazlaca hoyrattı nefes alıp veren herkes.. İzah etmek istemiyordu artık bildiklerini! Dilini kenetledi, bulduğu tüm mandalları burnuna geçirdi. Ve gözlerine gece yatarken taktığı o tuhaf kumaş parçasını takıp, ojelerini silmek için aldığı pamukla kulaklarını tıkadı. Şimdi hazırdı, hissizleşebilmek için en son kesti bileklerindeki izleri..


...




fulya/ağustos2011



( Şeb-i Yelda / Nü başlıklı yazı Fulya Codal tarafından 2.12.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.