akşam üzerleri;
babası pazara gitmiş,
pazar kamyonunu bekleyen
çocuklar gibi
Musallada, Köy Altında, Orta tepede
keçi-koyun sürüleri beklenirdi.
nemli akşam rüzgarları
pembeleştirir yanaklarımızı
buyardık[1]
bıyıkları buzlu büyüklerimize
sokularak,
avuçlarında ısıtırdık ellerimizi
avuçlarındaki ellerimize “hohh”larlardı
ellerini sıkı sıkı tutarak atlatırdık
sürü köpeği korkularımızı,
yalnızsak afakanlar[2] basardı
sil-baştan okurduk
bildiğimiz bütün duaları
sürüler gelir,
başlarında,
eli deynekli[3]
omzu kepenekli
yorgun ıslıklı çobanlar,
çamur deryası yolları
keçi koyun izlerine bular[4]
sahibini tanır,
evinin yolunu bilir
sürüsünden ayrılır üçer-beşer
keçiler-koyunlar.
önümüzdeki üç-beş keçi
beş on koyunla
evlerimizin yolunu tutardık,
tekrar-tekrar
mallarımızı sayardık
yavrusuna meleyerek,
beğirerek koşuşturan
davarların peşisıra
koşardık
çoban kendi evine
davarlar kendi evlerine yollanır
batmalar samanlanır
kapılar iyice kapatılır
parmaklar açık ve
dokunur birbirlene
“-bu ne”
“-ağıl”
“-herkes evine dağıl!”
neden sonra
falan keçi, filan koyun yok,
konu-komşuya çobana,
aynı sürüdeki
diğer katınçlara sorulur
her sürüde onca keçi koyunu
en fazla iki-üç kelimeyle tanır
yoksa çobanın gün boyu
gezdiği her yer, o karanlıkta
tersinden taranır,
bazen de oğlağı-kuzusu kucakta
her birinin bir adı vardı bizim yanımızda
“-bizim” olana, kendimizce
sevimli isimler koyardık
kedi-köpek eniği,
bülüş,
tay,
bücük[5]
sıpa
ilk doğan kuzu-oğlak,
en güzel en güçlü hayvanlar
sakar,
ala,
minik,
cici,
farklı-güzel olanlar
şımarmayı hakeden
ilk oğlanlarındı,