"Kandırmak için değil, başkalarının hoşuna gitsin
diye de değil. Yazmaktan zevk aldığım için yazacağım." Virginia Woolf
Televizyonların ölüm haberlerini
sıradan bir olaymış gibi sunup psikolojisini alt üst ettiği toplumun,sevdiğine
gitti ya da basit bir nedenle öldürülen kadınların,aç olduğu için ekmek çalmak
zorunda kalanların,komşunun komşusuna karşı tahrik edilip
kışkırtıldığı,herkesin kendini bağımsız bir devlet ilan edip ahkam kestiği,suni
kriz ve felaketlerin bilinçli olarak çıkartıldığı,kolları basın önünde
görevlilerce kırılanların,yarı aç yarı tok yaşayanların,sigortasız
çalıştırılanların ve binlerce kaosla boğuşturulup uzak bir arenadan seyredilen
toplumun yani bu ülkenin nasıl bir ’aydın’ ı var diye hep merak etmişimdir.Bu
ülkenin aydını,aydınlanma deyince şalteri indirildiği zaman ışığı tükenen
ampülden mi dem vuruyor bilemiyorum.Kant,aydınlanmacılığı,aklı kullanma
cesareti olarak tanımladığında ne düşünmüş bilmem ama her toplum aklını nasıl
kullanır bu da ayrı bir meraktır bende.Varsa şayet aydınlarımızın kaçı yazma
olayını aydınlanma ve aydın olma durumunu yaşam biçimi haline getirmiştir?Sanırım
çok azı.
Kanta'a göre;aydınlanma, insanın kendi
suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır.Yani kendisi
ile savaşmasının sonsuzluğudur. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi
aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu
ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın
kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın
kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır.Sapere Aude!yani, Aklını
kendin kullanmak cesaretini göster! sözü bu durumda aydınlanmanın parolası
olmaktadır.
Aydınlanma çağının ana fikri, akıl
aracılığıyla doğru bilgilere ulaşılabileceği ve bu doğru bilgi ile de toplumsal
yaşamın düzenlenebileceğidir. Öte yandan bilim alanındaki önemli gelişmeler de
aydınlanma çağına öncülük eder ve bu çağda ayrıca çok yoğun yeni bilimsel
gelişmeler kaydedilir. Daha 15.yüzyildan itibaren meydana gelmeye başlayan yeni
keşifler ve icatlar bu süreci hazırlamış, bunun sonunda da "karanlık
çağ" olarak değerlendirilen Orta Çağ'ın sonuna gelinmiştir. Dolayısıyla
çağları açan da kapatan da aynı insanoğlu.
Konuyu biraz açalım,ben Berlin'de
yaşıyorum aydınlanma olayına burdan yani aydınlanmasına Johane Gottfried
Herder,Immanuel Kant ve Cristian Wolff gibi düşünürlerin öncülük ettiği
topraklardan bakıyorum.Bu coğrafyada her ülkenin önemli aydınlanmacıları var.Yani
aklin cesaretini kullanabilenler.Daha doğal bakıyorum,yani doğduğum
topraklara.Bir tane aydınlanmacı yok,varsa da şalteri indirilmeden ne yaptığını
çıkıp anlatsın (!)
Türkiye şairi,yazarı,cizeri,vatan
kurtaran şabanları ve mangalda kül bırakmayanların deste deste hatta tomar
tomar yaşadığı bir ülke.Yani aydın(!)En azında birey olarak gördüğüm o.Hangi
sosyal paylaşım sitesine baksam hangi gazeteyi okusam hangi kanalı açsam her
ormanın bir tarzanı var.Ahkam kesen çok velakin.Dahası tarzanları var.Tarzanın
bir marifeti vardı.Filmi seyredenler bilir;özellikle küçük canlılara
anlaşılmayan bir şekilde bağırmak.Medeniyet ormanlarının bu tür tarzanları bol
memleketimde.Hangi dilden bağırdıklarını bilmiyorum,neden,niçin bağırdıklarını
anlayamıyorum.Batı toplumunda aydınlar,17. ve 18. yüzyıllarda gelişen ve akılcı
düşünceyi eski, geleneksel, değişmez kabul edilen varsayımlardan, önyargılardan
ve ideolojilerden özgürleştirmeyi ve yeni bilgiye yönelik kabulü geliştirmeyi
amaçlayan düşünsel gelişimi kapsayan dönemi tanımlar.
Bizim habire bağıran ama seslerini
kendilerinin bile duymadığı ama illede duyum kirliliği yaratan tarzanların
aksine,Kant'a göre,ki bu genel kabuldür,tek kişi için erginleşmenin,
olgunlaşmanın; insanın kendisini, bios’a gömülmekten ve onun da
üstündeymiş gibi görünmesine karşın, salt psikolojik yüklü inanca, hurafeye bel
bağlamaktan kurtarmada ne denli önemli olduğunu vurgular. İnsan ergin
olamamanın, olgun olamamanın öznesi ve hatta nesnesi durumundadır. Ergin olmama
durumuna insan; bile, isteye düşmüştür;isterse kendini bu durumdan, özgürlük
aracılığıyla kurtarabilir. İtaat kültürüyle birlikte giden “aklın özel
kullanımı” ve özgürlükle, ifade özgürlüğüyle birlikte giden “aklın kamusal
kullanımı”dır. Kant her iki kullanımı şöyle belirtir: Kendi aklının kitle
önünde, kamuoyu önünde ve hizmetinde serbestçe ve açık bir biçimde kullanılması
her zaman özgürce olmalıdır; ve yalnızca bu tutum insanlara ışık ve aydınlanma
getirebilir; buna karşılık aklın özel olarak kullanılışı der Privatgebrauch
(Almancasi) genellikle çok dikkatlice ve dar bir alanda kalacak bir biçimde
sınırlandırılabilmiştir ve bu da aydınlanma için bir engel sayılmaz. Kendi
aklını kamu hizmetinde kullanmaktan [der öffentliche Gebrauch], bir
kimsenin, örneğin bir bilginin bilgisini ya da düşüncesini, yani aklını, onu
izleyenlere, okuyanlara yararlı olacak bir biçimde sunmasını anlıyorum.
Bir de Mendelssohn vardır,bizim
tarzanlar bilir.Mendelssohn'a göre;kültür ve eğitim kavramları birlikte
anılır.Eğitim; dil aracılığıyla, kültür ve aydınlanma olarak somutlaşmakta;
insan, birey ve yurttaş, toplum da kamu ve ulus haline gelmektedir. Gerek
aydınlanma, gerek kültür, kendinde, kendi başına yansız terimlerdir; her ikisi
de niyete, amaca göre olumluyu ya da olumsuzu imleyebilirler; başka bir deyişle
zehir de panzehir de olabilirler. Mendelssohn bu durumu şu etkili sözlerle
ortaya koyuyor:Kültür ve aydınlanma yeşerdiğinde ne kadar asil ise, çürümede ve
yozlaşmasında da o kadar çok iğrençtir. Aydınlanmanın kötüye kullanılışı ahlak
duygusunu zayıflatır; katılığa, bencilliğe, inançsızlığa ve anarşiye götürür.
Kültürün kötüye kullanılışı ise, lüksü, şatafatı, zayıflığı, batıl inancı
ve köleliği yaratır. Aydınlanma ve kültürün aynı adımlarla yol aldığı
yerde, bunlar yozlaşmaya karşı en iyi koruma ilacıdırlar. Günümüzde, iletişim
devriminin sınırları zorlayan sözde olanakları içinde bunların hepsine tanık
olmaktayız.
Bu bir yerlerde okuyup etkisinde
kaldığım notlar tam da ülkemin aydın gibi görünen tarzanlarını çok iyi anlatıyor.Ama
tersinden.Aydınlanma devrimini tamamlamış ülkelerin aydınları,içinde
yaşadıkları halkı mutlu eden,onlara yeni yeni şeyler öğretenlerdi.Bir yerde
hayat rehberlerdir.Bir diğer deyişle aydını aydın olan,sorumluluğunu yerine
getiren ülkeler mutlu ülkelerdir.Gerçek aydın entrika ve çapulculuğun peşinden
koşmaz.Bu ülkede o kadar şair yazar(!) var ki isim isim sayabilirim.Sadece
kendilerine göre aydındırlar.Şalteri her an inen ampüller yani.Yazarı çizeri
çok ülkeler sevginin cirit attığı,tek mutsuz insanın olmadığı ülkelerdir.Oysa
Türkiye'ye bakıyorum milyarlarca sorunla boğuşan bir cografya.Aydını aydın gibi
mütevazi ve üretken olsa herşey yoluna girecek ama kendini aydın diye
yutturanların işlerine bakıyorum,en becerikli oldukları nokta dul kadın avcılığıdır.Hatta
öylelerini bilirim,gözlerimin önüne okurlarımı,kitap dostlarımı taciz etmiş ve
sanki tacizcilik kutsal bir meslekmiş gibi ikinci hafta bilmem neyle
ödüllendirilmişlerdir.Ve gerçekten öyle sözde tip ve aydınlar(!) bilirim ki,zil
zurna sarhoş olmuş,evine giderken bir kağıt parçasına yazdığı adrese kendisini
bırakmamı istemiştir.Evinin yolunu bulmakta aciz olanların aydın varsayıldığı
bir ülke düşünün.Birçok yazarının çizerinin dul kadın avcılığı yaptığı bir
ülkede ancak zaafların nerde olduğu anlaşılır.Zaafiyet imparatorluğu.Her
yazdıklarına serpiştirdikleri tuzaklara düşürüdükleri dullardan metresler
mabedi yapmalarını da bilmenin ölçüsü olarak kabul etmelerdir.İşte bu
metreslerim dedikleri onlara göre yazdıklarından sözde imgelerdir.Beni şaşırtan
bu ters düz ilişkileri değil metres görevi verdiklerinin de birbirlerinden
haberdar olmalardır.Bu da son derece çarpıcıdır.Bugüne değin iyi ve kötü
üzerine en berbat düşünceler ortaya koyan bu tarzanlar sürüsünün
vicdansızlığı,gürültülü egoları şöhretleri anlamına da geliyor.Çok tehlikeli
bir durum bu..Bu tip sanatsal (!) tarzanların güvencesi,kullanmasını çok iyi
bildikleri acımasız bir gözboyama sanatıdır.Okurun iyi niyetini nasıl
kullanacağını bilen bir tür zırtapozluk..Yaratıcı ve aydın gibi davranarak
zaten duygusal olan insanımızın beynini felç etmek başvurduğu en önemli
hiledir.Oysa güven ahlaksal bir fenomendir.Bireyin kendini baştan inşaasıdır ve
karşıdakinin inşaasına katkı sunabilmektir karşılıksız.Aydınlanmadır bir diğer
deyişle.Ama memleketimin ne için bağırdıkları anlaşılmayan tarzanları yine
insanımızın iyi niyetinin ırzına geçmeye aydınlanma adını veriyor. Bir yazar ya
da çizer yazdığı, düşündüğü ve yaşadıkları arasında ahlaksal parallelikler
kurar; hem nalına hem mıhına vurmaz.Böyle tipler bir gün çakılı oldukları yerde
kendi mıhlarını kendileri sökerler.
Sevgi ve dostlukla