Kıskanıyorum sevgili…

            Seni senden dahi kıskanıyorum.

            İnadına aynaya bakma, yüz parça olsun baktığın ayna… Her bir parçada seni kıskanıyorum yine!

            Seni, elden kıskanıyorum. Seni tümden kıskanıyorum. Konuşma asla, duymasın sesini hiçbir kimse… Aklımı yitiririm, kaybederim kendimi, kafayı yerim, için için çürürüm.

“sevdikçe güzelleşiyorum be sevgili

içiyorum seni bir yudumda su gibi

içtikçe seni güzelleşiyorum sevgili

seviyorum seni bir yudumda içer gibi” Ve kıskanıyorum deliler gibi… Elindeki kadehi, dudağındaki boyayı, gözündeki hayali, saçındaki tokayı, tenindeki rüzgârı, attığın her bir adımı, saydığın her bir ismi… Baktığın her şeyi, konuştuğun her kişiyi, dinlediğin her kulu kıskanıyorum.

 

            Ne diyordu Faruk Nafiz:

 “Sakın bir söz söyleme... Yüzüme bakma sakın
Sesini duyan olur sana göz koyan olur.
Düşmanımdır seni kim bulursa cana yakın
Annen bile okşarsa benim bağrım kan olur.”
Bu böylesine bir tutkudur işte sevgili.

Anlaman için birazcık nazar kılman yeterli, bir nebze gülümseyiş, bir tutam sevgi, bir katre alaka yeter bana. Tutmuş güzelliğinin sadakasını dağıtıyorsun elaleme… Bundan onlara ne? Kim sana tutkun ben gibi? Mecnun olsa belki!

 

            Başkasıyla konuşuyorsun bile bile… Bu aşkta bir hile! Beni götürüyorsun ölüme… Yapma bir daha, Allah’tan korkmaz mısın? Başkasının katili olacaksın, beni yekten götüreceksin! Şarkılar söylüyorsun uluorta… Aman ha diyorum! Yalnız bana söylemelisin şarkılarını, elâlem neden nemalansın senden! Ne hakları var? Seni ölesiye seven benim işte, onlar evcilik oyunundalar sanki! Yakın bulma kimseyi kendine, beni çileden çıkartma, aklımı başımdan alma, öfkelendirme deli dalgalar gibi… En yakınına dahi tahammülü zül addederken; rakiplere tebessüm etmen, onlarla hasbıhale girmen, onlara bir fettan bakış çakman kolay olmasa gerek! Muhabbetini bende gayrisine sarf etme! Milleti yok yere zayi etme! Sebep olma kimseye… Bu bir tehdit değil, bilakis izharıdır bir aşkın.

 

            “güzelleştikçe buluyorum kendimi

            buldukça daha bir seviyorum seni

            sevdikçe daha çok güzelleşiyorum

            çoğalıyorum içtikçe bendeki seni”

 

            Bir nükte geldi aklıma… Şeyh Sadi Şiraz-i’nin çok sevdiği her daim birlikte olduğu bir dostu bir gün uzak ülkelere gitmek zorunda kalır. İki yıla yakın bir süre kalır uzak diyarlarda içinde biriktirmiştir hüznü hasreti çıkıp gelir, döner vatanına. Yolda yürürken Şeyh Sadi Şiraz-i’yi görür ve dostuna kırgınlığını bildirmek için yanaşır yanına. Biraz sitemkâr bir şekilde;

-          Ey beni çok sevdiğini söyleyen dostum Sadi, bu mudur sevgin?

Sadi:

-          Hayırdır ne oldu sevgili dostum.

 

-          İki sene kaldım uzak diyarlarda ne bir selam ne bir mektup. Bu kadar mı özledin beni bu muydu sevgin neden iki satır mektup yazmadın. Şeyh Sadi Şiraz-i biraz hüzünlenir şöyle bir iç çeker ve cevap verir.

-          Sevgili dostum sana mektup yazmak kolay ama şu var; ben senin yüzünü göremezken bu şerefi postacıya mı verseydim. Bu hikâyeyi sana yordum sevgili… Başkasının sana bakmasına vesile olacak her şeyi yıkar geçerim. Bil vaziyetimi…

 

            Seni görme ve seni yaşama şerefi yalnız ve yalnız bana ait olmalı… Âlemi kör eyleyecek denli kıskanıyorum seni… Ey sevgili gör halimi… Melalimi kaldıracak denli güçlü değil yüreğim. Üzme beni ev içinde, ezme beni el içinde… Sen bana deva olarak verilmişken; sen beni reva olarak benimseme!

 

         Kıskanıyorum seni sevgili… Seni senden dahi kıskanıyorum. Seni benden öte kıskanıyorum. Ne diyordu Faruk Nafiz şiirinin devamında:

“Dilerim Tanrı’dan ki, sana açık kucaklar
 Bir daha kapanmadan kara toprakla dolsun
Kan tükürsün adını candan anan dudaklar
Sana benim gözümle bakan gözler kör olsun!”
Sen bendeyken ben de sende olmalıyım. 

Hayalini dahi başkası işgal edemez, buna rıza gösteremem. Uykularını başkası uyuyamaz, bunu idrak edemem. Rüyalarını başkasının görmesine müsaade edemem. Ne olur anla beni!

Seni başkasıyla paylaşamam; sen ülkesinin fatihi ben olmalıyım. Sen bahçesinin bülbülü ben olmalıyım.

           

Kıskanıyorum seni sevgili… Seni senden dahi kıskanıyorum.

Sen diyorsun “Falan kişi” ben diyorum “Kıskanıyorum.”

Sen diyorsun “Olur mu böyle” ben diyorum “Olur be iki gözüm.”

Sen diyorsun “ Seni seviyorum.” ben diyorum “Seni kıskanıyorum.” Anla halimi… Baştan ayağa kıskançlık kesilmişim. Sakın konuşma, bakma, duyma…

Başkası yok bu dünyada öyle farz et. Bu da senin cehennemin kabul et. Bakarsan başka birine kör olurum, konuşursan başka biri ile lal olurum, dinlersen başka bir sesi sağır olurum. Devam edersen bir başkasına ilgi göstermeye ölürüm.
 

Bir mani geldi aklıma, takılıvermiş öylece…

“A benim Bahtı Yârim

Gönlümün Tahtı Yârim

Yüzünde Göz İzi Var

Sana Kim Baktı Yârim” Yüzünde göz izi istemiyorum, bil bunu. Elinde el izi olsun istemiyorum. Sana bakan olsun istemiyorum. Kıskanıyorum seni, duysun âlem. Benden başkası yârin olsun istemiyorum.



 

( Kıskançlık Mı Dediniz, Okuyun O Zaman! başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 3/17/2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.