“Bazen istemeden düşünür insan.
Çoğu zamanda düşünmeden ister.“ Sen hep böyle derdin. Ama benim “bazen” ya da
“çoğu zaman” diyebileceğim “bir an”ım olmuyor. Ya hiçbir şey istemiyorum
hayattan; ya da bir şeyin hiçine takılıp kalıyorum. O zaman da küçük keşkeler
yumağının büyük ve şaşalı sessizliği kalıyor geriye. Sence neden?
Ömürlük bir yalnızlığa hapsedilmiş
gibiyim ( tamam, böyle hissetmeye, düşünmeye hiç hakkım yok. Biliyorum ama hissettiğim
şey, tam da bu!) sanki, yaşanması gereken zamanları, yaşayamadan geçiyor zaman.
Dedikleri gibi: Ömür mü kısa gerçekten, ben mi kısa kalıyorum ömrüme? Ne dersin,
sence hangisi?
…
Dost…
…
Herkesin aynı dili konuşup fakat
kimsenin birbirini anlamadığı koca bir kalabalığın içinde yaşıyor gibiyim. “Hiç”
ler ve “sessizlik” ler arasında, duyamadığım tınıların içindeyim sanki. Hiç bilmediğim
türküler söylüyor, bastığım notaları bilmiyorum yine. Ama sen seversin, belki
olur ya duyarsın diye, alıyorum sazı elime, fısıldıyorum tellerime adını, boğazım
yırtılana kadar, aydost’lar çekiyor, amanlar di(li)yor; dost, dost diye çığlıklar atıyorum göğe.