Aslında böyle zamanlarında cebine kimliği ile birkaç kuruş iliştirip, saçlarının dağınıklığına aldırmadan bir şapka altında kıstırıp, içine gömdüğü tüm hırsıyla koltuk değneklerine asılırdı.

Nefes nefese ve içindeki kızgınlıkla sadece;
-Ben çıkıyorum, gelirim!! diye seslenirdi evin içinde kimlerin olduğuna aldırış etmeden. Apartmanın her bir basamağından demir çubuklarla inmeye çalıştıkça biraz daha yutkunurdu, her bir basamakta gözlerindeki baraj dahada kabarır, taşmaya meyil etmesine maruz kalırdı ama yinede işlevini görürdü kirpik setleri. Çırpınırdı "hayır ağlamayacağım!" diye..
 
Apartmanın kapısına ulaştığında derin bir nefes alırdı.. Az soluklanıp “Bundan sonrası kolay!” derdi bacaklarının ağrısı burnunun direğine kadar çıksa da, bilirdi aslında en zor bölümün başladığını.
 
Çocukların arabalara aldırmaksızın hoyratça oynadıkları, tüm şehrin gri rengini üstüne almış binaları kahkahaları ile renklendirip, önlerine kattıkları topu izlerdi. Aklına getirmemeye çalışırdı bir zamanlar onların arasında olduğunu. Zaten getirdiği anda da koltuk değneklerin sesi hemen hatırlatırdı kendini ve gözlerinde canlandırmasına izin vermezdi..
 
Küçük sevimli bir İstanbul ilçesinin göçlerine yenik düşmeden ayakta kalmaya çalışan sokağı. Çok seviyordu burayı. Hele sokağın çıkışında tam iki yol ayrımının ortasında duran yaşlı çınar ağacı en sevdiği idi.

Genelde annesi pazardan gelirken poşetlerine dalar, meyvelerden alabildiğini ceplerine doldurup bu yaşlı çınar ağacının dalları arasında usta bir sihirbazmış gibi yok ederdi kendini.
Sonrada mahallede uyuz olduğu kişiler yoldan geçerken çekirdeklerini kabuklarını onların üzerine atıp sessizce kıkırdar, yine yapraklar arasında kaybolurdu.
 
Küçük bir tebessüm ilişti boğazındaki boğum boğum düğümlere aldırış etmeksizin yüzüne. Tüm bu düşüncelere dalmışken, bir ses ilişti kulağına ardı sıra gelen;
 
- Kanka n'aber?
Nereden çıkmıştı ki şimdi bu. Bu saatte asla evden çıkmadığını da bilinirdi. Ne diyerek savuşturacaktı. İçinden derin bir nefes aldı, offf der gibi.
-Hayırdır, evde bir şey mi oldu nereye böyle?
 
Yüzünü tam görünmesini istemiyordu, bu yüzden de şapkasının altındaki dolu dolu gözleri yerden ayırmayarak;
-Yok olmadı, ev biraz kalabalık hava almaya çıktım öylesine.

Ne yapacağını düşündü, yalnız kalması gerekiyordu. Oysa arkadaşı kötü olduğunu fark ettiği an yapışacaktı yakasına. Derdini anlatacak, sonra üzülmesin diye gırgıra vuracak, onun derdini sorup kendilerinden kaçmayı seçecekti ama çok sevdiği dinlemeyi kaldıracak kadar iyi değildi. Kendiyle kalmaya ihtiyacı vardı..
-Az turlayıp geleceğim hem bacaklarım için egzersiz olur.
-Emin misin canım?
-Boş ver sen beni. Annen balkondaydı görmüştür seni bekletme kadını.
İstem dışı gülüşü yerleştirdi yüzüne. Herşey yolundaymış, merak etmesi gereken birşey yokmuş ve gitmesi gerekliymiş gibi. Bacaklarındaki sızı dayanılmaz hale geliyordu ve artık hıçkırarak ağlaması için değil konuşmak, soluk alması yeterli hale gelmişti. Herkesin gelip geçtiği yerde hemde olacaktı bu. İlerlemeye başladı vedalaşır gibi kafasıyla selam verdikten sonra. Ardından gelen “yarın lokale gelecek misin?” sorusunu anlamadan;
-Gelirim. Belki babamda gelir.
Sustu. Yolda ilerlerken mahallenin en nefret ettiği bölümünü olan, mahallenin en meraklı ve dedikoducu kadının evine. Necla teyze. 40'lı yaşların hangisinde olduğu bilinmezdi. Çünkü her sene daha gençleşirdi söylediği yaş. Korktuğu başına gelmişti. Mahallenin CNN Necla'sı belirmişti hemen dibinde, gözlerini kapatarak “şimdi mahvoldum ben. Offf sabah namazına anca inerim sahile bunun çenesinden” diye söylenip göstermek zorunluluğunda olduğu selamını verdi. Rüzgar çıkmıştı ve şapkasını alnının üzerine çivilemiş gibi çekmesine rağmen kıvırcık uzun saçları sağdan soldan çıkmaya başlamış, şapkayı başından alırcasına oynatmaya başlamıştı.
-Kızım sen ne zaman uslu olacaksın ne işin var lokalde?
Yuh artık dedi içinden, taa oradan nasıl duydu bunu. -Üf teyze başlama yine. Bakkala gidiyorum hadi tutma beni..
-Abin gidemedi mi, bu halinle otursana kızım evinde akşam oldu. Kız kısmının ne işi var bu saatte dışarıda.
-Sen dışarıdasın ya kuvvet alıyorum say, hadi ben gittim!
-Zıpır !.

Bu kadını çocukluğundan beri hiç sevmiyordu. Hep lafı yarım bırakıp uzaklaşmayı yeğliyordu.. Şimdi onu gördüğünün ertesi günü, bire bin ekleyerek tüm mahalle öğrenecekti sayesinde. Allah'tan başına buyrukluğunu herkes tarafından bilinirdi. Akıllarına başka bir şey gelmezdi. Yoksa şimdiye kadar her evden çıkışında - Bak yine kim bilir kimle fingirdemeye gidiyor zilli diye olmayan yakıştırmalara başlanırdı fiskosu bol kahve muhabbetlerine ilişmiş.


Güç bela gelebildiği bakkaldan 1 paket sigara ile 2 bira aldı. Kasadaki Nusret amcası bilirdi onun bu hallerini. Aldıklarını poşete koyarken sigaradan sararmış pos bıyıklarının arasından söylenirdi. Bu kuralı hiç bozmadı. Yine söylenmeye başladı al düşmüş yanaklarının üzerinde kırışmış yeşil gözlerini kısarak;
-Yine kavga mı oldu evde, attın kendini yine dışarı.
...
-Ah be kızım. İlaçta kullanıyorsun. Bu zıkkımları içemediğini bile bile niye işkence edersin kendine.
-Alıştırıyorum be amcam, unutturuyor.
Aslında unutturduğu falanda yoktu, sadece kendini oyalıyordu. Herşey yerli yerinde duruyordu.

Nusret amcasını çok seviyordu, hele onun Bulgar göçmeni şivesine az takılıp kızdırmazdı. Onun yaşlarında bir oğlu vardı. Yaz tatillerinde her gelmelerinde birlikte takılırlardı. Şimdi İzmir'de okuyordu, onun kadar şanslı değildi ailesinden ve ondanda uzaktı artık..
-Fazla takılma içemezsen dök denize gitsin
-Zaten öyle olacak kafamdakileri uçurayım da hele bi
-Bacakların nasıl oldu, biraz daha hissediyorsun artık değil mi?
-Yok. Aynı..
 
Nefret ediyordu bacaklarının sorulmasından.. İyi kötü yürüyordu fazla hissetmese de.. Aylar öncesinde bitkisel hayatta değil miydi. Atlatmamış mıydı.. Bilmiyorlar mıydı sorduklarında daha fazla canının yandığını.

Siyah poşete sarılı emanetlerini koltuk değneğinin köşesine asıp çıktı bakkaldan, dayanma gücü tükenmeye başlamıştı. Sahildeki kayalıklara varmalıydı. Ama nasıl?
...
Kaldırıma oturup önce koltuk değneklerini birleştirdi.. Şapkasını çıkartıp tamamen dağılmış saçlarını tekrar toparlayıp şapkanın altına sıkıştırdı.. Üzerinde t şort ve jean vardı, aslında saçları uzun olmasa kız olduğu bile anlaşılmazdı. Evdekilerin “biraz kız gibi giyin” demelerine karşı, salaş ve rahat giyinip gezinmeyi severdi, söylenmelerine de aldırış etmezdi.

Koltuk değnekleri ile kayalıkların ucuna gitmesinin imkansızlığı geldi aklına. Betona elleriyle sıkıca tutunup kendini kenarları yosunlu kayaların üzerine sarkıttı. Ayaklarının kayalara değdiğini bile hissetmedi ama yinede bıraktı kendini. Düştüğünde anladı en az 2 karışlık daha mesafenin olduğunu. Düşmüştü. Biraz beli de acımıştı ama önemsemedi. Sadece koltuk değneklerine sardığı poşeti çıkarıp pantolonun kemerine bağladı ucunu ve kayalıklara tutunarak birinden öbürüne doğru “biraz daha sabret, geldin” diye mırıldana mırıldana geçti. Artık gözlerini durduramıyordu. Usul usul kaynar sular dökülmeye başlamıştı.. Ama önemi de yoktu. Gelmişti dere yatağının sonuna. Denize bırakacaktı hepsini. En uçtaki küçük kayalığa geldiğinde akciğerleri patlayacak gibiydi. Hissetmiyordu. Tek hissettiği yanaklarından aşağı bıraktıklarıydı.. Hıçkırıklarını dahi duymuyordu artık. Bütün gücüyle bıraktı kendini yosunlu ve dalgaların her yükselişinde çarpıp parçalayarak küçülttüğü kayanın üzerine.


Denize baktı. Burayı çok seviyordu. Tek sırdaşı, tek anlayanı, tek ortağı idi. Doktorlardan bile daha çok biliyordu deniz, kızın ne kadar çok yarası olduğunu, ne kadar ağrısı, yalnızlığı, yorgunluğu olduğunu. Bir sigara yaktı yarım yamalak, ilk nefeste öksürmeye başladı açtığı biradan aldığı ilk yudumla da yüzünü ekşitecekti biliyordu ama yinede koca bir yudum aldı..
 
-İstemeye istemeye içiyorum sizi, istemeye istemeye de yaşıyorum işte.
 
Gücü olsa gitarını da alacaktı yanına ama sadece dudaklarındaki mırıltıyla baktı denize. Sonra kayalıkların üzerine uzattı bedenini.. Dalgalar çaldı.. Dudakları mırıldandı.. Gözyaşları eşlik etti sessizce. Eskisi gibi değildi zaman, başkalaşıyordu kendi rızası olmadan...
 
Evet.. Buna ihtiyacı vardı genç kızın. Kilometrelerce ötede bıraktığı ve şimdi her bir anısını, her hayalini hastanedeki soğuk odasının duvarlara çizdiklerini gerçekleştirmeye ve tekrar yaşamaya ihtiyacı vardı.

....
( Başkalaşan Zaman başlıklı yazı lss tarafından 21.05.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.