Bugün talihsizliğimi bir kere daha anıyorum. Aslında o zamanlarda bana talihsiz gelen olayları... Canımı çok kötü bir şekilde yakan, hayatımı alt üst eden o hadiseleri...
               
Ben zengin bir fabrikatörün oğlu olan ve hayatı sürekli eğlencelerle geçen bir insanın ta kendisiyim. Zenginliğim ve lüks hayatım beni iyice körleştirmişti hayata karşı. Bana göre hayattaki tek gaye eğlence, içki ve gece hayatı olmalıydı. Bunlar olmasa hayatın anlamı ne olabilirdi ki? Bunlardan başka ne vardı güzel olan? Veya ne tutabilirdi bunların yerini? Sadece bunları kendime en büyük amaç olarak yerleştirmiştim.
               
İşsizdim. Baba parası ile harcanıyordum ortalıkta. Gerçi işim hazırdı; babamın yerine geçecektim. Ama ben çalışmayı hiç ama hiç sevmezdim. Çalışmak da bana boş gelirdi. Belki de hazırdan para kazanmak böyle düşünmeme neden oluyordu. 
               
Çok sevdiğim biri vardı. Küçükken annem bana "Seni çok seviyorum canım oğlum." dediğinde bana çok tuhaf gelirdi. Anlamsız bulurdum "sevmek" ifadesini. Ama zaman geçti ki bu sevgi kelimesinin anlamını Asude'den öğrendim. Bana göre sevmek demek Asude demekti.
               
Çok güzel bir kızdı Asude. O da benim gibi zengin bir ailenin çocuğuydu. O da eğlence düşkünüydü. Ailesinden ayrı yaşıyordu ama benden farklı olarak. Tek başına bir evde yaşıyordu. Onunla tanışmamız bile çok güzeldi. Bir baloda tanışmıştık onunla. Üç arkadaş gitmiştik baloya. Yanımdaki iki arkadaşın kız arkadaşları vardı ama benim yoktu. Onlar kız arkadaşlarıyla dans ederlerken ben de onları izleyecektim.
               
Baloda herkes dans ederken ben uzak bir köşede onları seyre daldım. Ancak salonun diğer köşesinden gelen bir ışık süzmesi hemen dikkatimi çekmişti. Bu ışık süzmesi bir güzellikten gelen ışık süzmesiydi; Asude'nin güzelliğinden gelen... 
               
O ne güzel bir duruş ve bekleyişti öyle. O ne güzel bir seyredişti öyle. Bu nasıl bir güzellikti ki bu kadar etkilemişti beni. Kalbim atabildiğinden daha da hızlı atmaya başlamıştı. Şuana kadar hiç duymamış olduğum bir duyguyu yaşıyordum içimde. Kalbimin sevda damarları yerinden oynarcasına atıyordu. Sanırım hayatımın ilk sevdasını yaşıyordum.
               
Yanına gitmek istedim. En azından arkadaş olurduk. Arkadaş çevreme yeni biri daha katılırdı. Ya da daha fazlası da olabilirdi. Saçmalıyordum galiba. Ya erkek arkadaşı varsa… Çok kötü olurdu o zaman. Ama yok; erkek arkadaşı olamazdı. Eğer erkek arkadaşı olsaydı onunla dans ediyor olurdu. Yanına gitmek en iyisiydi.
 
Yavaş adımlarla yanına doğru yürüdüm Asude’nin. İçim kıpır kıpırdı ve kalbim bu sefer daha da bir şiddetle atmaya başlamıştı. Heyecanın zirvesine ulaşmıştım yani.
 
Utana sıkıla ve de heyecanla karışık bir duyguyla karışık bir duyguyla yanaştım yanına. Lafa nereden başlayacağımı bilemedim. Sonra bir anda başladım söze:
 
—Merhaba, yalnız mısınız acaba, diye sordum bir anda. Bana doğru döndü ve hafif şaşkın hafif de gülümser bir edayla:
—Merhaba, yalnızım galiba. Sizi de yalnız gördüm, doğru mu acaba?
—Evet, galiba ben de yalnızım buralarda. Arkadaşlarımı kıramadım geldim.
—Tıpkı benim gibi yani, dedi ve orada uzun bir muhabbet başlayıverdi.
 
Birçok yanıyla bana benziyordu. Zengin bir aileden olması, eğlence ve içki düşkünü olması vs. Daha sonra onu dansa davet ettim. Beni kırmayarak davetimi kabul etti. Dans esnasında içimdeki ateş eritti donmuş ve taşlaşmış kalbimi. İçindeki aşk bir anda canlanıverdi. Büyüdükçe büyüdü yüreğimde.
 
Daha sonra onunla birlikte evine kadar yürüdüm. İkimiz de şunu anlamıştık: biz tam da birbirimize göreydik.
 
Aylar geçti ve sımsıkı bir bağla düğümlendik biz birbirimize. Kopamayacak ve kopması imkânsız bir bağla…
 
Gün geçti ve yine buluştuk bir eğlence merkezinde. Eğlence ve içkiler bekliyordu yine bizi. Saat epeyce ilerledi. Haddinden fazla içmiştik bu sefer. Ben alışkındım ama Asude alışık mıydı, bilemem. Öyle ki yürümekte epeyce zorlanıyordu. Bundan dolayı elinden tutarak ben bıraktım onu evine.  Ondan sonra ben de doğru eve geçtim.
 
Eve sık sık geç giderdim ama bu sefer bayağı gecikmiştim. Eve vardığımda evin ışıkları hâlâ yanıyordu. Belliydi ki bizimkiler henüz yatmamıştı.
 
Korku tüm bedenimi sarmıştı. Aileme hesap vermem gerekiyordu. Ayrıca fena halde alkollüydüm. Evden içeri girer girmez de babam karşıladı zaten beni kapıda. Ters ters yüzüme baktı ve sordu:
 
—Saat epeyce ilerledi bilmem farkında mısınız beyefendi? Nerelerdeydin bu saate kadar?
 
Bu soru karşısında afallamak üzereydim. Öyle sarhoştum ki bir an cevap veremedim. Sonra kendimi biraz toparlayıp:
 
—Ya baba alt tarafı arkadaşlarla biraz eğlendik. Ne var bunda?
 
Babam bunun karşısında daha da öfkelenmişti. Daha sonra bana bağırdı:
 
—Tüh, rezil herif! Bir de fena hâlde alkol almış. Yazık be yazık. Görüyor musun Nurdan Hanım? Daha dün konuşuyorduk seninle oğlumu fabrikamın başına geçireceğim diye ama baksana adamın aklı fikri eğlencede, alkolde. Yazıklar olsun. Benim gibi bir insanın oğlu böyle mi olmalıydı?
 
O an ben de çok öfkelendim. Zaten alkollüydüm, babamın bu tepkisine dayanamayarak ağzıma geleni söyledim. Babam da o an hiddetinden kendisini tutamayarak tokadı yapıştırdı bana. Çok kötü olmuştum, çünkü ilk defa vurmuştu babam bana. Buna katlanamayarak derhal evden çıkıp gittim. Geride ise annemin hıçkıra hıçkıra ağlaması ve babamın:
 
—Defol git! Nereye gidersen git. Benim artık senin gibi bir oğlum yok, demesi gelmişti kulağıma bir tek.
 
Benim için yeni bir hayat başlamalıydı artık. Mademki babam beni reddetmişti evlatlıktan. O halde yeni bir hayat kurmak zorunluydu artık benim için.
 
Alkolün etkisi kızgınlığımı üzerime yansıtmama bir engeldi.  Ayrıca yok yorgundum. Bir parkta bankın üzerine sızıp kalmıştım. Sabah uyandım ve her tarafım tutulmuştu. Hareket edemiyordum adeta. Zorluklarla doğruldum yerimden.  Dünkü olayların etkisi şuanda üzerimdeydi. Sanki şimdi yaşamış gibiydim. Ama söylediklerim hala geçerliydi. Yeni bir hayat kurmak zorunluydu benim için.
 
Parktan çıktım ve doğruca Asude’nin evine gittim. Ona sürpriz yapacaktım. Her şeyi anlatacaktım ve artık onunla yaşayacaktım. Kapıyı çaldım fakat bakan olmadı. Bu sefer uzun uzun bastım zile. Ancak yine yanıt alamadım. Merak etmiştim doğrusu. Sabahın bu saatinde bir yere gidecek değildi. Uyuyor desem uzunca çalmıştım zili. Kesin uyanırdı. Korkmaya başladım. Ya beni istemiyordu artık ya da… Kötü şeyler geliyordu aklıma. En iyisi kapıyı kırmaktı. O anda içime bir güç doğdu ve hışımla kırdım kapıyı. Asude’ye seslendim ama yanıt alamadım. Yattığı odaya doğru gittim.
 
Durum kötüydü. Ölmüştü Asude. Dün gece fazla kaçırmıştık tabi alkolü. O da alkol komasına girmiş ve ölmüştü. Yeni kuracağım dünya da yıkıldı birden. Ne yapacağımı bilemedim. Çok kötüydüm. Hemen çıktım evden. Ağlıyordum ve de hızlıca sahile doğru yürüyordum. Her zaman yanımda olan dostlarım Sabri ve Serdar’ı aramaya karar verdim. Onları da çağıracak ve olanları anlatacaktım. İlkin Sabri’yi aradım. İki kere aradım ama açmadı. Sonra Serdar’ı aradım. Uzun süre çaldıktan sonra açmıştı telefonu ama açan Serdar değildi. Bir polis memuruydu. Beni yıkmak için yeterli olan cümleleri kullanmıştı telefonda o da:
“Ne yazık ki arkadaşınız Serdar dün aşırı alkol nedeniyle trafik kazası geçirdi. Yanında bulunan Sabri isimli arkadaşıyla beraber kazaya kurban gittiler. Başınız sağ olsun.”
 
İlk önce babam reddetti. Sonra sevdiğim kız ve dostlarım öldü. Biliyorum, bunların hepsi o berbat hayatım yüzünden. Artık yaşamak bana cazip gelmiyordu. Onlar gibi ben de ölmeliydim. Boğazın serin sularına vermeliydim kendimi. İntihar… Tek yapılacak şey…
Geceyi beklemeliydim bunun için. Burası şuanda çok kalabalıktı. Eğer şimdi atarsam mutlaka biri beni kurtarırdı veya atlamama engel olurdu. Saçma sapan konuşup beni ikna etmeyi başarırdı. Geceyi beklemeliydim.
 
Boğazın üzerinde türkü söyleye söyleye havalanan martılar, önümden geçen helvacılar, simitçiler… Nasıl olur da onlar mutluydular anlamadım bir türlü. Onlar ki sefil ve sefalet içerisindeki bir hayata sahipti. Bense zengin bir fabrikatörün oğlu. Ben onlardan üstünken nasıl olur da onlar mutlu olur da ben mutsuz olurum ki? Bu düşüncelere artık gerek yok. Adaletsiz gördüğüm bu dünyadan bu gece ayrılacağım zaten.
 
Gece oldu. Kimsecikler kalmadı meydanda. Bu saatte gelenler ya içip içip kafayı güzel yapan sarhoşlar ya da akli dengesi yerinde olmayan gariban insanlar. Onlar da zaten dünyadan habersizler anlamazlardı bir şey. Kalktım ayağa ve son kez yaşadıklarımı gözümün önüne getirip kıyıya kadar gittim. Ağlıyordum hiç ağlamadığım kadar. Gözlerimin içi kan çanağı olurcasına ağlıyordum. Şimdi kendimi serin sulara bırakma vakti. Elveda hayat. Elveda adaletsiz dünya.
 
Ama olmadı. Arkadan “Dur be mübarek ne yapıyorsun sen? “ diye bir haykırış durdurdu beni. İrkilerek döndüm arkama. Bu da nereden çıkmıştı şimdi? Güya geceyi bekledim kimse mani olmasın diye ama şimdi beyaz saçlı beyaz sakallı bir ihtiyat gelip beni durdurmuştu. Hıncıma engel olamadım ve bağırdım olağan tüm sesimle:
 
—Karışma be ihtiyar! Bu dünyada yaşanmaz artık. Kimse tutamaz beni. Sen mi tutacaksın şimdi? Artık gidiyorum buralardan. Kimseyi aldırmadan gidiyorum. O zaman rahat etsin dünya. Rahat rahat devam etsin dönmeye. Bensiz daha mutlu olacak çünkü.
 
Kendime hâkim olamayıp söyledim bunları. Ama ihtiyar yüzüme manalı bir şekilde baktı. Ne diyeceğimi bilemedim ve bana engel olacak sözü söyledi. Yumuşak, tebessümlü bir sesle içimi okşarcasına “Yapma evlat yapma” dedi. Sonra birden o da ağlamaya başladı.  Yanına doğru yürüdüm. Bakıştık birbirimize. Sonra bir anda sarıldım ona. Kıyı kenarına oturduk. Bir süre sessizce ayın boğaza yansımasını izledik. Sonra neden böyle bir şeye kalkıştığımı sordu bana. Ben de her şeyi anlattım ona. Sonra:
 
—Şunu bilmeni isterim ki evlat bu dünya bir imtihan odasıdır. Düşün şimdi bir sınava gireceksin. Sınav salonuna girdin ve salon görevlisi sana ters hareketlerde bulunuyor. Ayrıca sınav salonu da pek göze hitap etmiyor. Her taraf yıkık ve dökük. İsyan mı edeceksin hemen? Veya terk mi edeceksin salonu? Elbette ki hayır. Tabi ki de gireceksin sınava. İşte dünya da o sınava gireceğin salon. Allah seni bu dünyaya sınava giresin diye gönderdi.  Dünyada zorluklar olabilir. Bu tür vakıalar başına gelebilir ama sana düşen sabretmekten öte olmamalıdır asla. Bunu sakın unutma.
 
Etkilenmiştim. Hem de en derinden etkilemişti bu sözler beni. Tıpkı zamanında babamın “Dinleme şu gerici dedeni” dediği rahmetli dedem gibi konuştu.  Ne güzel söylerdi öyle ben de ne güzel dinlerdim onu. Burnumda tütmüştü bir anda o günler. Çocukluğum… Ne çocukluktu öyle. Mutluydum o zamanlarda. Düşündüm şöyle ve o zamanlarda nasıl mutlu olduğumu hatırlamaya çalıştım. Buldum. O zamanlarda parayla tanışmamıştım tabi. Babam da öyle geliştirmemişti kendini henüz. Ne zaman ki babamın işleri yerinde gitti, fabrikayı kurdu ve beni parayla tanıştırdı işte o zaman tüm mutsuzluklar bir yağmur misali üzerime yağmaya başladı. İşte şimdi bu amca sayesinde kendimi buldum.
 
Amca beni arabasına aldı ve evine götürdü. Meğerse o anda amcanın eşi rahatsızlanmış ve amca hemen doktoru aramış. Doktor da ona deniz suyu bulması gerektiğini söylemiş. İşte buna onun da rahmetli dedemin de dediği gibi ‘kader’ deniyordu. Amcanın beni getirip kurtarması kaderdi.
 
Daha sonra ailemle konuştu. Onları ikna etti ve beni tekrar evime kavuşturdu. Yıllar geçti ve o amcanın kızıyla evlendim. Mutlu bir yuvamız oldu. Babam da annem de doğru yolu bulmuşlardı. Babam daha sonra emekli oldu ve işi bana devretti. Şuanda şükürler olsun çok güzel bir işim, dünyalar harikası bir eşim var. Mutluyum şuanda. Mutlu da olacağım inşallah.
 
 
 
 
( Fabrikatörün Oğlu başlıklı yazı M.Salih ÜNAL tarafından 18.07.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.