Oyuncak Bebek
1.
Kızın saçları beyaz yastığın üzerine dantel gibi dağılmıştı.
Gözlerini saran mor halkaların arasından uzanan siyah uzun kirpikler, solgun
yüzüne bir vaha güzelliği veriyordu. Geceleri bastıran hummanın sabiyi iki
gündür azat etmiş olmasından ötürü evde buruk bir sevinç hâkimdi.
Babası erkenden uyandı, çocuğun uykusunu bölmemek için sessizce elbiselerini
giyindi. Karısı da günlerdir uyumuyordu. Zavallı kadın neredeyse bir haftadır
kızının başında onun iniltilerinden duyduğu acıyla kıvranıp durmuştu. Adam her
ikisinin de bu huzurlu uykusuna mani olmak niyetinde değildi. Gece boyunca dua
etmiş, birkaç günlüğüne de olsa bir iş bulabilme ümidiyle kalkmıştı yatağından.
Gazete kâğıdına sardığı iş elbiselerini bir poşete koyduktan sonra kızının
yatağına yaklaştı. Sarı saçlarını okşamak için elini uzattı ancak dokunamadan
geri çekti. Yatmadan evvel kızının billur sesini duyma saadetine erişen adam
onun arzusunu sağlayamama endişesi içindeydi. Kendisinin saçları gibi altın
renginde, gözleri kahverengi, kırmızı giysili bir bebek istemişti kızcağız
babasından. Bu arzu babaya yüklenen ağır bir yüktü. Zira haftalardır cebinde
melik bile yoktu. Sabah ümitle gidip akşam yeisle döndüğü amele pazarında işsiz
sayısı gün geçtikçe artıyordu. Dua ederek çıktı kapıdan. Yüzündeki çizgileri
andıran sokağı bin bir düşüncenin ablukasında aşıp, amele pazarına uzanan
caddeye koyuldu. Kızının masum yüzünü sarı saçlı bir bebeğin yüzüne
yerleştirmişti zihninde.
2.
Gece boyunca ağlamış, bedenini saran sızıya bir türlü engel olamamıştı Sümeyra. Genç kız, sabah uyanınca acılarında hiçbir eksilmenin olmadığını hissetti. Yatağından kalktı, dizlerinde derman kalmamış bir ihtiyar edasıyla pencereye doğru yürüdü. Ağır, kasvetli bir hava hakimdi dışarıda. Körfeze demir atmış gemilerin üzerinde uçuşan martılar bulanık bir fotoğrafa yerleştirilmiş gibiydi. Odadaki her şey yabancı duruyor, içindeki mihnet yaşamın anlamsızlığını fısıldayıp duruyordu.
Evi geliş güzel dolaştı. İki gündür boğazından lokma geçmemişti. O yüzden son olarak mutfağa girdi. Dolabı açtı, birkaç parça peynir aldı, ekmeğinin arasında koydu. Ekmeğin bir köşesinden ısırdı ancak lokma boğazından geçmiyordu. Yutkundu başaramayınca tekrar çıkardı. Oradan banyoya geçti, aynanın karşısında bir süre yüzüne baktı. Saçlarını topladı, yüzünü yıkadı. Bütün bu hareketleri şuursuzca yapıyordu belki de.
Bir süre sonra, olup biteni yeni anlamış gibi refleks gösterdi. Gardırobuna yöneldi ve gelişi güzel giysi seçip giydi. Nişanlısının aldığı hediyeleri topladı, bir poşete doldurdu. Daha sonra masanın üzerinde duran oyuncak bebek gözüne çarptı. Bebeğin sarı saçlarını bir canlıya dokunuyormuş gibi okşadı. Yaklaşık bir ay önce Mehmet almıştı bu bebeği Sümeyra’ya. Son hediyesiydi.
Mehmet’le konuşuyormuş gibi bebeğe sitem etmeye başladı:
“Hani ölene kadar mutlu yaşayacaktık. Hani ben senin sarı meleğindim. Bu kadar çabuk mu bitecekti bana olan sevgin.” Anlatırken ağlamaya başladı. Bebeği de poşete koyup yatağına gitti. Başına yorganı çekip ağlamaya devam etti. Bir süre sonra gayri ihtiyari uykuya daldı.
Uyandığında saat akşamın dokuzu olmuştu. Bir filmin devamı gibi gözlerini açtığı an yeniden ağlamaya başladı. Boğazından artık ses çıkmayıncaya kadar ağladı. Sonra bir bardak su içip sabahtan hazırladığı poşeti aldı eline. Mehmet'i hatırlatacak ne varsa aynı poşete doldurmuştu. Şuursuzca dışarı çıkıp istikametsizce yürüdü. Tenha bir sokağa daldı . Kuru bir ağacın altına savurdu poşeti. Ağaca çarpan poşetin ağzı açılınca bebek sokak ortasına düştü. Sonra karanlığın içinde kayboldu Sümeyra.
3.
Ümitle gittiği amele
pazarı yine vefasız çıkmıştı. Hasta kızına o sarı saçlı, kırmızı elbiseli
bebeği alamamanın verdiği ızdırapla şehrin, yüzünü andıran sokaklarına
dalmıştı. Şimdi zamanın geçmesini ve eve gitmeden kızının uyumuş olmasını
istiyordu. Kızcağızın ümidini ertelemiş olacaktı böylece.
Gece, çiseleyen yağmurun altında saatlerce dolaştı. Metruk yapıların bulunduğu
Arnavut kaldırımlı sokağa daldı. Karanlık bu sokakta daha da sertleşiyordu.
Ayağı bir tümseğe takıldı. Sendeleyip halsiz bedenini yere bıraktığı an yumuşak
bir şeyin eline dokunduğunu hissetti. Ayağa kalkarken henüz ne olduğunu
anlayamadığı o şeyi de bırakmadı. Ayın baygın aydınlığına doğru kaldırdığı
şeyin fark ettiği an, onu o an bundan daha fazla sevindirecek bir şey olamazdı
dünyada. Mahcup olmayacaktı. Uykuda da olsa uyandırıp, sıcak bir gülücükle
kızına uzatacaktı artık sarı saçlı bebeği. Bu Allah'ın lütfünden başka bir şey
olamazdı. Gece yarısına kadar beklediği amele pazarından daha vefakâr çıkan şu
karanlık sokağa minnettarlığını gözyaşlarıyla belirtmek istiyordu. Artık
oyalanmasına gerek yoktu. Sarı saçlı, kırmızı elbiseli o bebek elindeydi şimdi.
Hızlı adımlarla evin yolunu tuttu. Hem şükrediyor hem bebeğe bakıyordu.
Evinin önündeki sokak lambasının aydınlığına doğru kaldırdı bebeği. Eski
görünmüyordu ama eski olsa da izah edecek bir bahane tasarlamayı düşünüyordu.
Kapıyı anahtarıyla açıp içeri girdi. Küçük kız uyanıktı. Annesinin önüne
koyduğu bez bebeklerle oyalanıyordu. Babasını görünce o cılız bedeni birden
canlandı. Teklifsizce sarıldı babasının elindeki bebeğe. Sanki bütün hastalığı
o bebeğin parlak gözlerinde eriyip gitmişti. Hoplayıp zıplıyordu. Sarılıp
sevgiyle iç çekiyordu. Annesi ve babası bir birine bakıp tebessüm etti.