“Nâr…”
Işık, fısıltıyla
konuştu, titrek: “Güldüren Nâr’da mı
kaldınız Tebessüm Yürek?”
“Evet!”, deyiverdi
Ateş, “Hep onu dinliyorum…”
Danseden ışık huzmesine
dönüşen Rengarenk Can, “Canın içine işliyor” dedi, canlanarak ve mahçup. Sonra
birden, ilk kez yüreğine damlayan renkle “Aşkın
sırrı var mıdır?” diye soruverdi, Yüreğe!.. Ki o yürek, tebessüm saçan Ateş’ti…
Ateş, mütebessim “Yoktur”
dedi…
Işık: “Ben de öyle
bilirim de…” Aynı ânda ürperdi; ateşin ısıtmasından aldığı taze cesaretle “Peki,
aşkın nedeni var mıdır?” sorusu döküldü dilinden.
Tebessüm Yürek, hiç
tereddüt etmeden cevapladı: “Aşkın nedeni vardır… Ama dilin onu açıklayabilecek
ne kelimeleri vardır, ne de hüneri… Dil de yürek de sadece hisseder…”
Rengarenk Can,
renklerinin üstüne pembeliğini serdi ve dillendi: “Dil; ya kelimedir ya gönül… Doğru!
Her ikisi de hisseder...”
Devam etti, ateşiyle
Yürekli, renklerle can bularak: “Aşk, dile düşmez… Yürektedir onun hâli…”
Ateşle dolan Can, Işık
saçtı etrafa! Neşeyle soruverdi: “Aşkın
ateşi gözde midir; yoksa, közde midir?..”
Ateşin gözleri
kamaştı; yürek kadar gülerek: “Ben, o kadar bilemem” dedi. “Ama, bildiğim
kadarı ile ‘gözde’ diyesim gelir…”
Işık, Ateşin etrafında
döndü. Rengarenk Canıyla, Tebessüm Yüreğe sarıldı: ”Ben de bilemem! Yalnızca, işte
bu dem, sorular düştü dilime... Vardır bunda da bir hayır... Soruyu bulan;
cevaba da erer... Bana da ‘göz’de gibi gelir…”
Bir nefes düşündü;
Reng-i Sükût içinde… Yürek atışını dinledi. Vakit tamamdı; anladı! Pır pır etti
renkleri ve dedi ki: “Son bir soru düştü
Yüreğime… Aşk’ın ışığı ne zamana dek?..”
Yürek, tebessümle
bezenmiş sükût rengi içinde, ışığa
kavuşurken , son soruyu ilk kez cevapladı:
“Kimisinde bir
başkasını görene dek... Kimisinde ise ebed müddet…” Ateş’in şavkı vurdu yüreğe!..
Işık, Ateş’e baktı,
ekledi :“Demek ki, ışığın değdiği ve parladığı yer önemli... Titredim birden…
Gördüm ki; ateş ve ışık için, bir yer, bir terazi gerek...”
Tebessümlü Yürek Nâr’a
dalarak: ”Kimisinin gözü sever... Kimisinin gönlü... Göz, maymun iştahlıdır; daha
iyisini görünce, o iyiye döner. Ama
gönül, görünmeyeni sever. Nârı içinde olan “ondan” başkasını görmek istemez… Gönlün
gördüğü bir et parçası değil... Yakuttan, zümrütten dağları yığsan da önüne, O,
gönülden / “ondan” gayrı ışıltı kimseyi seçemez gönlüne…
Işık Nâr’a gülümsedi:
”Yani, dersin ki; gönül gönüle bakar, gizliden ve içten içe yanarak... Ateş,
özde olmalı... Ateş, gönülden gönüle nâr nâr akınca; her daim ışık dolar,
nefesle dönen evren... Öyle midir?”
Tebessüm dolu Yürek,
Işık’ı ve Nâr’ı duyan ruhunun huzuruyla sessizce başını salladı, “Evet… Öyledir…”
dercesine…
Işık elinde Nâr’ı,
gözünde Yüreği “Nâr-ı Beyza’yı
yazabildik galiba… Ne dersiniz?” dercesine gülümsedi Ateş’e…
“Bilmem öyle
midir ?” duruşuyla Ateş geriye yaslandı bir ân! Işık yayıldı, sükutla
gülmüş evrene…
Aniden süzüldü Gülen
Nâr, Reng-i Sükût diyarına ve başladı söylemeye:
"Ateş Işığa, Işık Ateşe Aşıktır"... Ateş bir gönül; Işık
ayrı bir gönül... Onların aşkı ezelden ebede... Ancak birbirlerini görürler,
yalnız onlara has üçüncü gözleri ile... Birbirlerine baktıkça gizliden ama
arzuyla; eriştikleri tek hakikat, onlara özel aşktır…”
Önce Ateş yandı söze: ”Devam
edin, Gülen Nâr” dedi…
…“Soruları, cevapları;
susuşları, nefesleri; belki de "gülde açan" mısraları; yanışları,
gülüşleri; “Nâr” ile “Beyza”ya ait sözcükleri ve nihayetinde “Bendeniz Gülen
Nâr”ın hislerini harmanlamaktı dileğim… Ama o dem bu dem değil, sanki…”
Ateş yine yandı;
gülümseyen nârın susuşundan görebildi Işık’ı… Yürek anladı; ama dil sustu…
Işık’ı ürkütmeden, mırıldandı: “Bekleyeceğim o vakit… Sabahı görür mü Aşk?”
Sükûta gizlenmek
diledi Işık ve uykudan medet umdu: “Ama şimdi ben de uyumak istiyorum. Kim
bilir; rüyamda da Ateş ile Işık’ın Aşk’ını görürüm... Hiç endişe duymayın;
“Nâr-ı Beyza” doğduğu ânda haber vereceğim size…”
Ateş “Bence de olur;
uyumak sabaha uyanmaktır nasılsa…” deyiverdi ve usulcacık geliveren sabahın ilk
ışıklarına gülümsedi… Nâr-ı Beyza
doğarken, Reng-i Sükût yayıldı tüm evrene…
MART 2013- ANKARA
RANÂ İSLÂM DEĞİRMENCİ