Peygamberimizin (sav) evlatlığı Hz. Zeyd, Mute savaşı'nda şehit olmuştu.
Zeyd'in şehadet haberi Medine'ye ulaştığında Peygamberimiz Zeyd'in evine gitti.
Manzara hazindi...
Peygamberimiz çok duygulandı...
Zeyd'in küçük kızı çok ağlıyordu...
Küçük kız, Peygamberimizi
görünce ona koştu. Dizlerine sarılarak daha fazla ağlamaya başladı.
Peygamberimiz küçük kızı kucağına aldı. Rahmetin yansıması gözlerinden, şefkat
yaşları dökülmeye başladı. Ağlayışı o derece arttı ki, çevresindekiler hayrette
kalıp sordular:
''Ey Allah'ın Resulü
bu nedir?''
Peygamberimiz
şaşıranlara cevap verdi: ''Bu sevenin sevgilisini özleyişidir.''
Ağlamak, seven bir
yüreğin çağlamasıdır. Duyarlılığın dışa taşmasıdır. Hassasiyetin, önemsemenin,
şefkatin bir rahmeti ilahi olarak yürekten boşalmasıdır.
İnsan olabilen, bu
duyguyu kalp coğrafyasında çölleştirmez.
İşte insanın
kemaliyetinin zirvesi, abide şahsiyet bizlere erkekliğin, ağlamamak değil,
ağlayabilmek olduğunu göstermektedir.
Oğlu
İbrahim öldüğünde, gözleri yaşla doldu ve ona olan merhametinden ağladı ve
buyurdu ki; "Göz yaşarır, kalp hüzünlenir. Rabbimizi hoşnut etmeyecek şey
söylemeyiz. Biz gerçekten üzülüyoruz, ey İbrahim!”
Seven bir kalp sahibi
olmak, hisli bir gönülden coşan duyguları gözlerden taşırabilmek insanlığımızın
hala diri olduğunun bir işaretidir.
Ağlayamayan kalp duygu
özürlüdür.
Duygularını gizlemeyi,
gönlünün katılığını, gözlerinin kuruluğunu erkekliğinin şanından sayan anlayış olsa
olsa şefkat sermayesi tükenmiş zavallıların olur.
Seven, ağlayan, hisseden,
üzülen bir yürek sağduyusunu koruyabilmiş yiğitlerin süsüdür.
Aslında kalbini rahmet
pınarından yoksunlaştıranlar, erkekliklerinin değil, kabalıklarının,
katılıklarının, anlayışsızlıklarının rüştünü ispatlamaktadırlar. İnsanın yaratanı, kodlarını yerli yerince var
edeni, gözyaşından yoksunlaşmış kalbi taştan daha katı değerlendirmektedir;
“Sonra
bunun arkasından kalpleriniz katılaştı, artık onlar taş gibi, hatta ondan da
katı! Çünkü öyle taş var ki içinden ırmaklar fışkırır. Öylesi var ki çatlar da
bağrından su kaynar. Ve öylesi var ki Allah'a olan tazimi sebebiyle yukarıdan
düşüp parçalanır. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.”(Bakara/74)
Taşlaşmış
kalbin sahibidir, kızları diri diri toprağa gömen erkek.
Taşlaşmış
kalbin sahibidir, kızları sağ bırakıp erkek çocukları öldüren erkek.
Taşlaşmış
kalbin sahibidir, eşini, çocuğunu gözünü kırpmadan öldüren erkek.
Taşlaşmış
kalbin sahibidir, sevmesini bilmeyen aşktan yoksun erkek.
“Eğer siz
benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız.” Sözü şahanesinde
şefkat peygamberi (sav) aslında ağlamanın bir erdem olduğundan, ağlayabilmenin
ilim olduğundan bahsetmektedir. Bilen insanlar, hisseden insanlar ağlayabilir.
Cehaletin
yüreği sertleşmiş deriyle kaplıdır. Merhametin içeriye girmesine izin verilmez.
Gözü yaşlı
Nebinin, çok kahkahalı ümmeti, erkek olmak, kalbin gözyaşlarına set çekmekte
değildir, dert ehli olarak, sadece kendimize değil belki de tüm ümmetin içinde
bulunduğu ahvale ağlayabilmektedir.
Ağla yüreğim sessizce ağla
Canımı, sen taşırsın Mevla’ya
Zekeriya peygamber içli içli ağlayarak dua ederdi. Bu içli
yakarışların neticesinde kendisine Yahya peygamber hediye edildi. Yakup
peygamber ağlamaktan gözlerine ak düşmüştü. Bu gözyaşlarının sonunda canı
evladı Yusuf’a kavuşmuştu. Nebiler sultanı ağlamaktan neredeyse kendinden
geçmişti. Bu gözyaşlarının bereketiyle
kendisine ümmeti bağışlanmıştı.
Ağlamak insanlığımızın bir gereğidir. Ağlamak, Rabbimizin
rahmetini celbetmektedir.
Ağlayabilen insanlar, dertli insanlardır, dava ehli insanlardır.
Çok kahkahalı bir hayat kalbin ölümüne davetiye çıkarır.
“Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz!
Ve siz gaflet içinde oyalanmaktasınız!
Haydi, Allah'a secde edip O'na kulluk edin!” (Necm/60-62)
Gülüp oynamak, çalıp eğlenmek, yaptıklarının hesabını
vereceğinin bilincinde olmamak kalbi katılaştırmaktadır.
Gözyaşı, Allah’ın rahmetinin kıyısı gibidir. Ne için
ağladığın önemli tabi. Ağlayabilmek günahların çokluğuna, ağlayabilmek ümmetin
içinde bulunduğu buhrana, ağlayabilmek İslam’ın garipliğine, Müslümanların
acizliğine…
Ağlamak, Müslümanı sadece acizliğe mahkum etmemelidir.
İslam sadece gözyaşı medeniyeti değildir. Yeri
geldiğinde tebessüm, yeri geldiğinde savaş, yeri geldiğinde ve ekseri ilim,
yeri geldiğinde keşif, yeri geldiğinde, sohbeti canan, yeri geldiğinde helal
olan her işle meşguliyet gereklidir.
Amma erkekliği göz kuruluğuna mahkum etmek asla
İslami, insani ve edebi değildir.
Erkekliği gözü kurular topluluğu olarak
değerlendirmek, insanlığın zirve şahsiyeti Hz Muhammed’e (sav) büyük bir
ihanettir ve onun getirdiği dine mensup erkeklere de hakarettir.