Fakir bir adamın
ömrü boyunca hiç çocuğu olmamıştı. Karısı bir gün hamile kaldı. Doğum
yaklaştığında Allah rızası için bir adak adadı ve şöyle mırıldandı.
“Eğer Allah bana
bir oğlan çocuğu nasip ederse, sırtımda ki hırkamdan başka neyim varsa, fakir
fukaraya dağıtacağım.”
Kadın günü
geldiğinde, nur topu gibi bir oğlan çocuğu dünyaya getirdi. Fakir adam
sevincinden havalara uçmuştu. Sözünde durup adağını yerine getirdi.
O sıralarda ben
de o şehirden ayrılıp Şam tarafında bir yerlere yerleşmiştim. Aradan yıllar
geçti, doğduğum yerleri özlemiştim. Döndüğümde içimde, o fakir adamla oğlunu
görme arzusu belirdi. Oturduğu mahalleye uğrayıp halini hatırını sorayım,
dedim. Fakat onları yerinde bulamadım. Dediler ki; o adam şimdi zindan da yatıyor.
Öylesine iyi bir
insandı ki duyduğuma şaşırmıştım. Neden? Diye hayretle sordum. Oğlu bir gün
şarap içip kavga etti, sonra da birinin canına kıyıp şehirden kaçtı. Onu
bulamayınca babasını yakaladılar. Saklandığı yeri biliyorsun diye
sıkıştırdılar. Şimdi boynunda zincir, ayaklarında prangalar var. Başımı
üzüntüyle önüme eğdim. Demek ki zavallı adam bu belayı, yıllarca yalvarıp kendi
istemiş.
İnsan, kendisi için neyin iyi, neyin kötü olduğunu tam olarak
kavrayamamaktadır. Bu, insanın bilgisiz olduğu anlamında değildir. Bilakis
bazen bir şeyi o kadar çok arzular ki, o arzuladığı şeyin kendisi için hayır
olup olmayacağını hiç tefekküre yönelmez. Sadece ister.
Aslında sorun, ilk öğretmenimiz ve Âlimi Mutlak Allah’ın uyarılarını
dikkate almaya yanaşmamaktan kaynaklanmaktadır.
Rabbimiz, bizlere bir şeyi isterken nasıl istememiz hususunda yol
göstermektedir. Allah’ın yol işaretlerine gözlerini kapayanların yaşamlarında
trajik olaylarla karşılaşmaları kaçınılmazdır.
Bir duada, bir istekte bulunurken ilk önce hayırlısını temenni etmek ve
hayır olması için yalvarmak, yakarmak gerekir. İşte yukarıdaki örnekte olduğu
gibi, bir erkek evladım olsun, yeter ki bir oğlum olsun da ne olursa olsun,
mantığının sonucu ortadadır.
Bununla ilgili Niziplilerin bir sözü vardır; “Ayranım olsun duru olsun,
oğlum olsun deli olsun.”
Ne duru ayran ağza tat verir, ne de deli evlat huzur verir. İşte bu
hususta insanın özelliğini bize hatırlatan Rabbimiz aslında ayetin derinliğinde
büyük bir ders vermektedir.
“Hal böyleyken, insan yine de (çoğu zaman) iyilik için
dua ediyormuşçasına (tutkuyla) kötülük için dua eder; çünkü insan
(yargılarında) tez canlıdır.” (İsra/11)
Ne kadar da örtüşüyor değil mi yukarıdaki adamın duasıyla.
İnanan bir insan için tek bir ölçü vardır, iyilik ve kötülüğü belirlemede;
Allah.
“İlahi rehberlik, iyinin ve kötünün ne olduğu konusunda tek nesnel
ölçüdür.”[1]
Peygamber eşleri bir istekte bulunurlar. Kendileri için iyi olduğuna
kanaat getirdikleri şeyi isterler. Dünya göze hoş görünmekte ve istekte bu
minval üzere geçekleşmektedir. Ancak Rabbimizin net uyarısı bu hususta iyi ve
doğrunun ne olduğunu çok açık bir şekilde onların idraklerine sunmuştur;
“Ey Peygamber, eşlerine de ki: “Eğer dünya hayatını ve süsünü
istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizi güzelce
boşayayım! Yok, eğer Allah'ı, Resulünü ve âhiret mülkünü isterseniz, haberiniz
olsun ki Allah sizin gibi iyi hanımlara büyük mükâfat hazırlamıştır.”
(33/29-29)
“Rivayet olunuyor ki Resülullah (sav) dan hanımları ziynet elbiseleri,
süslü elbiseler ve daha çok nafaka, yiyecek bedeli, geçimlik istemişlerdi; bu
ayetler bu sebeple nazil oldu. Bunun üzerine Resülullah (sav.) Hz. Ayşe’den
başlayarak, hepsini serbest bıraktı. Hz. Aişe: "Ben Allah'ı, Resülullah ve
ahiret evini isterim" dedi. Kalan hanımlar da öyle söylediler.”[2]
İlahi rehberlik bu şekilde hayır ve şerri insanların idrakine
sunmuştur. Dünya süsü nefsin hoşuna gider ve insanlar ölçüsüz bir şekilde bu
isteklerini Rablerine sunarlar. Daha geniş ev, daha konforlu araba, bir üst
makam ve mevki, büyük bir servet, erkek evlat, itibarlı bir meslek, insanların
hayranlığını uyandıracak şöhret, eş olarak nefsimizi büyüleyecek bir kadın,
gözümüzü alamayacağımız yakışıklı bir erkek istenir. Bu istekler zati
itibarıyla doğal olmasıyla birlikte, hayırlısını temenni etmeden ne olursa
olsun, yeter ki olsun anlayışıyla, ısrarlı bir şekilde bunlar için dua belki de
hayır ister gibi şerre yalvarmanın farklı bir boyutudur. Kredi çekerek,
Allah’ın hoşlanmadığı bir eylemle hoşumuza giden bir işi yapmaya çalışmak,
hayra çalışmak gibi, şerre çalışmaktır. Çünkü faiz, kazancın tüm bereketini
alıp götürdüğü gibi, Allah’ın hoşnutluğunu da almaktadır.
Şeytanın en önemli özelliklerinden birisi, kötülüğü iyi göstermesiydi.
Şeytanın bu mantığının bilincine varan tevhid ehli, neyin hayır neyin şer
olduğu hususunda hiç şüpheye kapılmazlar. Şunu iyi bilirler ki, Allah’ın razı
olmadığı her iş şer, O’nun razı olduğu her iş hayırdır. “İleri görüşlü olmayan,
dolayısıyla sonuçları önceden kestiremeyen insanlar kötüyü sevimli, sevimliyi
de kötü görürüler.”[3]
Bu konuyu farklı bir cepheden insanların idrakine sunan Şanı Yüce
Rabbimiz;
“Hoşlanmasanız da savaş size farz kılındı. Olur ki hoşlanmadığınız bir
şey sizin için hayırlı olur. Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için
şerli olur. Gerçeği Allah bilir, siz bilmezsiniz.“ Bakara/216
Biz zaaf sahibi insanlar, hakkımızda neyin iyi neyin kötü olacağı
noktasında bir değerlendirme yaparken, şaşmaz adalet terazisinde niyetimizi
iyice tartmalıyız. Görünürde savaş kötüdür. Ve kimse de savaşı istemez. Aslında
Es Selam’ı Mutlak olan Rabbimiz de savaşı, değil barışı istemektedir. Ama
savaşın kaçınılmaz olduğu hususlarda ondan geri durmak, hayrı sürgün etmektir.
“Kurtubi der ki; “Endülüslüler cihadı terk ettikleri ve savaşmaktan
korkup dağlara sığındıkları zaman, düşman memleketi istila etti. Halkın bir
kısmını tutsak etti. Bir kısmını da kılıçtan geçirdi. İşe yarayanları köleleştirdi.
“İnna lillah ve inna ileyhi raciun.” Bu kendi ellerimizle hazırladığımız bir
sondu.”[4]
Adamın hayrı gözardı ederek dile getirdiği isteğinin sonucu gibi,
kendi ellerimizle belayı satın alıyoruz. Gerektiğinde savaşmak onurdur. Güç,
zalime ve zulme karşı gösterilmesi gereken bir erdemdir. Bu erdemin kaybı,
korkaklık, pısırıklık ve alçaklıktır.
Alçaklıktan kurtulmanın yolu, Allah’ın yolunda yürümekten geçer.
Bu yaklaşım hayatımızın her alanı için geçerlidir. Aile hayatında da
karşımıza bu hayır ve şer konusu çıkmaktadır.
“Ey iman edenler! Kadınları zorla miras olarak almanız helâl olmaz.
Çok belli bir fuhuş işlemedikçe onlara verdiğiniz mehrin bir kısmını ele
geçirmek için onları sıkıştırmanız da size helâl değildir. Onlarla hoşça,
güzelce geçinin. Şayet onlardan hoşlanmayacak olursanız, olabilir ki bir şey
sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur.” Nisa/19
İşte eşsiz bir düstur; eşimizi, hoşlanmadığımız bazı özelliklerinden
dolayı terk etmenin doğru olmadığı gerçeği vurgulanmaktadır. “Duygusal
sebeplerle yuva dağıtarak kadını sokağa terk eden erkeği sorumluğa davet”[5]
etmektedir. Belirtilen husus “Açıkça bir edepsizlik” yapmamaları dışında
onlarla iyi geçinmenin, farkına varmasak da ailemiz, toplumumuz için hayır
olacağıdır. Sokağa bırakılan, boşanmaya zorlanan bir kadını bekleyen
tehlikelere kendilerinden murat aldığımız insanları mahkum etmek doğru
değildir.
Nefsin istekleri insanın hoşuna gider ve bunu yaşamın tadı tuzu olarak
görebiliriz. Ama tuzu fazla kaçan bir hayatın, yaşamın tadını bozacağını,
dilimizi ve midemizi yakacağını da unutmamak gerekir. Bu hususta iki insan karşımıza
çıkmaktadır. Birisi Züleyha; Nefsinin isteğini kendisi için büyük bir mutluluk
görmekte ve helal olmayan bir yolla bunu gerçekleştirmek istemektedir. Diğeri ise
Hz Yusuf (as); İyilik olmadığına inandığı bir işi yapmamak için zindanı tercih
etmektedir. Görünüşte nefsin isteği daha tatlı, kolay ve nefse hoş gelmektedir.
Zindan ise, özgürlüğü bitirmekte, zorluklarla baş başa bırakmakta ve
sıkıntılara davetiye çıkarmaktadır. Ama Allah’ın rızası şayet zindandan yana
ise, nefsin isteği şer, zindan ise hayırdır.
“(Yusuf:)
"Ey Rabbim!" dedi, "Benim için hapis, bu kadınların isteklerine
boyun eğmekten daha iyidir. Çünkü Sen, onların oyunlarını-tuzaklarını benden
uzak tutmazsan, ben o zaman onların ayartmalarına kapılır ve (doğru nedir, eğri
nedir) seçemeyen şaşkın kimselerden olurum." (Yusuf/33)
Doğru nedir, eğri nedir sadece ve sadece Allah’ın takdiriyle
bilinmektedir. O’ndan uzaklaşmak doğruyu eğriyi kaybetmemize ve hayır ister
gibi şer istememize neden olacaktır.
Allah’a rağmen dünyayı istemek şer, Allah’ın razılığında bir dünya hayırdır.(Enam/32)
Helal, haram ölçüsünü terk ederek elde edilen kazanç şer, adaleti
gözeterek elde edilen kazanç hayırdır. (İsra/35)
Bizleri şımartacak ve isyana sürükleyecek mal, servet, makam, mevki
şer, Allah’a yakınlaştıracak dünyalık ise hayırdır.
Ufak hesaplardan dolayı akrabalık bağlarını koparmak şer, sılayı
rahimle bağları güçlendirmek hayırdır.
Kazancı bencil isteklerimiz doğrultusunda harcamak şer, yetim, yoksul
ve ihtiyaç sahipleriyle paylaşmak hayırdır.
Kısacası Allah’ı niyetimizin temeline koyarak yaptığımız her davranış
hayır, O’ndan uzaklaşarak, rızasını umursamayarak yaptığımız her davranış
şerdir.
Rabbim, bizi sensizlik şerleriyle baş başa bırakma ki, hüsrana
uğramayalım.
[1]
-Muhammed Esed- Kur’an Mesajı-İşaret Yayınları- Kasım 1997- s. 562
[2]
-Elmamalılı Hamdi Yazır- Hak Dini Kur’an Dili- Azim Dağıtım- c.6 s.340
[3] -Ebu
Bekir Cabir El Ceziri- En Kolay Tefsir- Mektup Yayınları- c.1 s.260
[4] Ebu
Bekir Cabir El Ceziri- age. c.1 s. 259
[5] -Mustafa
İslamoğlu- Hayat Kitabı KUR’AN Gerekçeli meal-Tefsir- Düşün yayıncılık- 3.
Baskı. s. 150