Kelebekleri ağlarken görmek ister misiniz
Sincapları hıçkırık nöbetinde
Ağıt yakarken gelincikleri
Hep birlikte 
Hep bir ağızdan?
Yanık türkülerini duymak ister misiniz serçelerin
Sakaların
Bülbüllerin
Karıncaların çığlığını
İniltisini Kafkasör kardelenlerinin?
Ve karnında yavrularıyla
Gözleri sapsarı
Can çekişirken görmek ister misiniz sansarları?

Öksüz tavşan yavruları
Boşuna beklemesin analarını 
Bir kalleş katilin siyanür havuzundan sızan 
Ecelsiz ölümden habersiz
Gözleri fersiz
Aç ve susuz
Ve çaresizliğin pençesinde...

Şafak sökerken sancılı bir güne
Bir bebek açmasın gözkapaklarını
Kapkara gökyüzüne
Dinlemesin sessizliğini kent gürültüsünün.
Ölü doğmasın biri
Biri ölüme aday…
Vay ki ne vay!
Bir yılanın
Bir sırtlan kahkahasında
Zehir kusan kanlı dişleri sırıtmasın
Bir masum kuşağı kurutmasın zehri
Alt’ını üstüne getirip Genya ormanlarının
Siyanürle altın’ı değiş tokuş ederken. 
Üç kuruşa satabilmek için emeğini babalar
Yarınsız çocuklarını kucaklamasın gün çalığı analar.

***
Antalya’da
Künklere hapsedilen akarsular
Soluksuzluğa mahkûm…
Kelepçeli kolları
Erer mi yeşilin köklerine?
Onca endemik bitkiyi kim koyacak yerine?
Nasıl bulacak salmo truttalar
Göletlerde yitirdiği kırmızı beneklerini 
Son çırpınışının kahrında.
Kolları düşmeyecek mi omuzlarından kızılçamların?
Açabilecek mi şemsiyesini sedirler
Duldasına sığınanlara?
Sarı yaz sıcaklarında 
Kavruk toprakların aleviyle yananlara
Kalacak mı serin gölgesinde yer? 

Alakır
Gönendere
Manavgat
Kocaçay
Koparılınca coğrafyasından 
Ve gasbedilince onlarca yaşam suyu
Açmayacak mı ağzını göklere
Yüzlerce susuz kuyu?

Isparta’da doğaya küsünce 
Ağlasun
Gökpınar
Elsazı
Göklere yükselecek börtü böceğin yanık avazı.
Muğla’da Kargıcık
Delikpınar
Ulaşdere
Çayhisar 
Alacak eline sazı
Ağıtlar yakılacak yağmursuz bulutlara. 

Tortum’da
İlaç olsun diye küresel efendilerin kellerine
Bağbaşılı Leyla’nın umutlarını asmak istiyorlar elektrik tellerine.
Hakim güçlerin jandarması
Solaklı koyaklarında dipçikledi insanları
Tetik çekti doğaya
Serseri kurşunlar aştı dağları
Değdi aya
Işıksız kaldı geceler.
Sarı kantaronlar 
Büktü boynunu susuzluğun yalvarışında.
Gülümsemeyi unuttu Uzungöl 
Hüznünü döktü gezginlerin ayak uçlarına
Küstü objektiflere.
***
Mersin’de
Çamlıyayla
Sebil
Cehennemdere
Gözü doymaz işbirlikçilerin 
Kurtkapanlarında bırakınca sinüslerinin dokusunu
Doyunca çekemedi ciğerlerine
Torosların ardıç kokusunu.
Yörük çadırları canlı değil
Kıpır kıpır değil artık eskisi kadar
Yörük çadırlarında ses soluk duyulmuyor
Toros kengerlerinin kökü
Eskisi kadar sulu ve eskisi kadar gevrek değil
Toros kengerlerinin kökü soyulmuyor
Yağmursuzluktan. 
Ve Yörük davarları
Kırılıyor susuzluktan. 
***
Hatice teyze
Samiye anne
Huriye ve Ümmi nineler
Sıkarak yaşam yorgunu yumruklarını
Loç koyaklarında tutuşturdukları
Ve yuvalarının sacayaklarını kurdukları
Gençliklerini
Acılarını
Sevdalarını
Umutlarını geri istediler yargı kapılarında.
Duyan oldu mu seslerini 
Bu kör
Bu sağır 
Bu duyarsız yüreklerin cehenneminde?
Duyan oldu mu?
***
“İkizdere”  bir yeşil cennet
Cennette yaşamanın da bir bedeli vardır elbet.
Şimşiri gibi 
Yaz kış 
Bir soluk dinlenmez insanı
Bir yanı kızılağaçtır koyaklarının
Meşeyle gürgendir bir yanı.
Yaşam zordur ya
Zoru kanıksamıştır Karadenizli
Coğrafya bir engebe
Ömür başka engebe…
Toprağı yediverendir İkizdere’nin
Kayası yeşile gebe.
Kıyılır mı taşı toprağı cennet yapan sulara?
Bir kez tutarsa suyun başını
Ağzından alev saçan ejderha 
Sağalır mı cennette açtığı yara?
***
Tunceli’de teslim olmadı Munzur
Tonya’da kırıldı santralin oluğu
Hopa’da kurtuldu mu Şelale Deresi? 
Çaykara’da Solaklı’nın kesildi mi soluğu?

Ah Sinop
Canım Sinop
Senin derdin katmerli
Bir yandan suların prangalı
Bir yanında termik dumanı
Yüreğinde nükleer korkusu…
Bu nasıl bir pusu Tanrı’m
Bu nasıl bir cennetten cehennem yeri
Ölüm çemberi…

Hem suyunu hem toprağını kaptırdı ejderhaya
Vezirköprü’nün Susuz köyü
Boyabat 
Osmancık ve Durağan’da
Onlarca köyün toprağına el koydu yok pahasına
Küresel efendilerin uzatmalı dalkavukları
Dost kapısında yemlenip düşman folluğunda yumurtlayan
Wyandotte tavukları.
Baraj mı
Gölet mi
Santral mi 
Elektrikli sandalye mi yoksa
Koyaklara kurdukları?
Taş mı
Kaya mı
Yoksa umutsuz bir yürek mi kırdıkları?
***
Torul’un Musalla Vadisi’nde
Kuşlar unuttu sonatlarını 
Taçlarını kapattı çiçekler
Arılar nektarsızlığın titreme nöbetinde düşürdü kanatlarını
Kırmızının yükü
Siyahın karamsarlığı  
Ağırlaştı gelinciklerin boynunda.
Ne şairler şiir yazabilecek sevdaya
Ne aşıklar türkü yakabilecek artık son aşklarına
Gelevera’nın güneş yanığı koynunda.
***
Can Malatya
Can Arapgir
Can Kozluk koyakları!
Sakın sokma sularına kokuşmuş ayakları.
Ne geyikler affeder suskunluğunu
Ne yaban keçileri 
Ne tilki
Ne kuşlar
Ne de su samurları.
Korkma
Onurlu bir direnişin ruhunu
Kirletemez memleket düşmanlarının yürek çamurları.
*** 
Çoruh Vadisi’nin saklı cenneti Yusufeli!
Unutulmuş insanların mekânı!
Kim derdi ki sizi de anımsar bir gün koltuk tutkunları?
Anımsadılar işte
Çoruh’un hatırına
Barhal Çayı’nın hatırına!
Gizli hesapların
Saklı ve yasaklı kasaların
Serbest piyasaların 
Uluslar arası mamut hortumlu yasaların kuyruğunda
Ve düden işkembeli burjuvazinin buyruğunda
Dinini maşa yaparak
Bir kırıntı sofrası koydular önüne.
Verimli pirinç tarlalarını
Üzüm bağlarını
Zeytin bahçelerini
Tarihiyle
Taşıyla toprağıyla
Adıyla sanıyla sulara gömmek için…
Öyle bir anımsadılar ki
Sevdalarını 
Türkülerinin coşkusunda
Hasretlerini
Şiirlerinin hüznünde yaşadığın
Çoruh’u
Barhal Çayı’nı
Acılarını gömdüğün mezarlıkları
Halay çektiğin harmanları
Bebelerinin beşiğini salladığın sedir başını
Gurbete selam gönderdiğin 
Ve sabırla selam beklediğin yolları 
Göremeyeceksin bir daha.
Gurbet mevsimleri daha bir uzun olacak
Daha bir hüzün olacak suların aynasında.
Kendi yurdunda
Gurbeti yaşayacaksın bir ömür.
Hasret tüten gecelerde türküler yaktığın
Sancılı gidişlerin arkasından
Yağmurlu gözlerinle sırılsıklam baktığın
Sılasında gençliğini bıraktığın gurbeti yaşayacaksın.
Dönüşsüz
Vuslatsız
Sonsuz gurbeti… 

Barhal sularında
Kelebeklerle alabalıkların dansı
Çengel boynuzlu dağ keçilerinin boynuz tokuşturması
Hani o
Ur kekliği dediğimiz
Tetraogallus caspiusların
Çatlayan kanat sesi ve uçuş ıslığı
Dağ horozlarının ötüşü 
Kanayacak anılarının zulasında.
Hadi size ev yapacaklar ya
Vaşaklara
Porsuklara
Su samurlarına
Kızıl tilkilere
Yapacaklar mı yuva?

Ey Artvinlim!
Borçkalım!
Yusufeli’nin güzel insanı!
Durgun göreceksin Deli Çoruh’u artık
Sessiz
Derin
Ve belki de deniz gibi mavi göreceksin.
Seyrine dalıp
Belki de bir çilingir sofrası kuracaksın gurubunda
Kâh ağlayıp kâh güleceksin anıların kanadında.
Duyguların kabaracak
Taşacaksın durgun suları kucaklayan çanağın
Büyülü görüngüsünde.
Ama unutma ki
En zehirli yılanlar en güzel olanlardır
En zehirli böcekler en renkli olanlar.
Bir engerek gibi ısıracak değil elbette
Duvarların arkasında durgunlaşan Çoruh
Yavaş yavaş zehirleyecek biyosferi
Çökelen çamurlarından üflediği ruh.

Ve en dokunaklısı ne biliyor musun?
Önünde eğildiklerin 
Yeniden unutacaklar seni memleketlim.
Selamsız sabahsız
Çekip gidecekler
Dost bildiklerin.
Suyunu 
Toprağını
Bağını bahçeni çalanlar
Kapını çalmayacaklar bir daha.

Oysa senin
Kaşlarını çatarak baktığın
Pembe düşlerinin ocağında yaktığın
Ve yapayalnız bıraktığın
Suyuna ve toprağına sahip çıkan bir avuç direnişçi
Bir dost serzenişiyle suçlasa da suskunluğunu
Ayağın kaydığında
Seni değil
Uzaklığını unutan 
Olacak
Elini tutan 
Olacak.

Ah Murgullu ah!
Ah bakır çalığı toprakların atmacası!
Ne olurdu vermeseydin sarı öküzü 
Aslan bozuntusuna?
Borçkalı hemşehrim! 
Zor coğrafyanın dirençli çocuğu!
Kaldırıp başını
Bakmaz mı insan bulutların komşusuna
Kulak vermez mi Maçahel vadisinden yankılanan seslere?
Arhavilim!
Denizlerin kaptanı! 
Bir yanında Fındıklı’yı
Bir yanında görmedin mi Hopa’yı?
Neden kaldırmadın elindeki sopayı?
Ve neden bekledin
Kapıya dayanmasını eşkıyanın?

Hep birlikte
Omuz verseydiniz unutulmuş toprakların bıçkın çocuklarına
Kıyamet mi kopardı?
Ve hep birlikte bağırsaydınız
“Ferman padişahın
Dağlar bizimdir” diye
Aslan bozuntusu dönmez miydi kediye? 
***
Haydi Türkiye!
Bırak ayrı gayrıyı
İlaç ol
Sağalt sayrıyı.
Tunceli’de Munzur ol
Bağbaşı’nda Leyla 
On yedisinde…
Seksenlik nine ol Loç Vadisi’nde.
Trabzon’da Tonya 
Çaykara’da Solaklı
Rize’de şimşir ol kurşun işlemez
Fındıklı ol ateşle direnişin fitilini.

Haydi Türkiye!
Genya ol Artvin’de 
Haksızlığın önünde dağ 
Kaya 
Direnişte orman ol.
Şavşat ol
Hopa ol
Ardanuç ol.
Olacaksan suç ol
Küresel eşkıyanın yasasında.

Kelebek ol 
Kendi kanatlarınla uç.
Arı ol
Gözlerinden sok hayını 
Başka çıkarı yok kazanmanın.
Dağlarını yamaç yamaç soyanların
Ve yurduna göz koyanların düşme ağına
Sahip ol dağına
Sahip ol koyağına
Suyuna sahip ol
Sahip ol toprağına.
***
Toprak
Kurdun kuşun
Börtü böceğin
Ağacın 
Çimen çiçeğin toprağı
Toprak
Bizim toprağımız… 
Uzatma ellerini hayın
Keskindir bıçağımız.

Su
Kurdun kuşun
Börtü böceğin
Ağacın 
Çimen çiçeğin suyu
Su
Bizim suyumuz…
Uzatma elini hayın
Düşmana serttir huyumuz.
Huyumuz
Serttir düşmana.

Haydar Bibinoğlu
( Çek Elini Toprağımdan Suyumdan başlıklı yazı Bibinoğlu953 tarafından 14.04.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu