Fakirhane
FAKİRHANE
Şehirde oturuyorlardı. Bayramlarda köye dedelerinin yanına giderlerdi. O yıl da bayram bir sonbahar gününe denk gelmişti. Bekir o yıl İmam-Hatip Okulunun ikinci sınıfında okuyordu. Her zaman olduğu gibi dedesi, babası ve amcalarıyla birlikte sabah namazında camiye gitmişlerdi. Caminin Hocası Ahmet Hoca, bildik Hz. Yusuflu vaazını yaptıktan sonra uzunca dua etmiş, bayram namazının vakti gelmişti. Bekir’in beklediği an gelmişti. Tüm cemaat ayağa kalkmış camide sıra olmuştu. Önce Ahmet Hoca’dan başlayarak herkes herkesle bayramlaşıyordu. Bekir’in hoşuna giden kendi gibi küçüklerin de adam sırasına girmiş olmalarıydı. Köyün tüm erkekleri camide olduğu için böylece dargınlar varsa bayramlaşma vesilesiyle barışmış da oluyorlardı.
Cami çıkışında dedesi köyün yabancısı olan bir adamı da yanına çağırdı, yemeğe davet etti. Bekir bunun ne anlama geldiğini biliyordu. Köyde bir yabancı varsa sadece bayramda değil, diğer zamanlarda da büyük odaları olan evlere davet edilirlerdi.
Bekir, amca çocukları ile birlikte koşarak evin yolunu tuttu. Onun mektepli ve şehirli olduğu kılık kıyafetinden hatta oturuş kalkışından bile belli oluyordu. Dedesinin evi bayırdaydı. Yan yana dizilmiş odalardan biri ahır olarak kullanılıyordu. Diğer odalar amcalarının evleriydi. İkinci katta tek bir oda vardı. Yer bayır olduğu için bu odaya doğrudan giriliyordu. Diğer odalara girmek için merdivenli bir bayırı inmek gerekiyordu. Zaten aşağıdaki odaların önü düzlüktü ve her iş orada yapılıyordu. Odaların ön tarafında içinde çeşit çeşit meyve ağaçlarının olduğu bahçe bulunuyordu.
Onlar sokakta koşturup oynarlarken ellerinde tencerelerle akrabalar gelmeye başladılar. Bayramda usul böyleydi. Herkes evinde bayram yemeğini hazırlar. Sülalenin en büyüğünün evine gelinir. Yemek birlikte yenilirdi. Dedesi Mustafa Çavuş sülalenin yaşça en büyüğüydü. Kardeşleri ve yeğenleri onun evinde toplanırlardı.
Genelde köyde bayram veya düğün yemekleri mevsimine göre değişirdi. Bekir için ise aradakilerden çok başta ve sonda gelen yemekler önemliydi. Başta domatesli biberli ya da mevsimine göre salçalı ama mutlaka naneli bir un çorbası olurdu. Bazen çorbaya mercimek de katarlardı. Bekir’in hoşuna giden, taze sulanmış yufkaya sokum edilen yağlı çömlek peyniriyle birlikte çorbayı içmekti. Son olarak da beyaz gelirdi. Beyaz sütlü demekti. Beyazı görmeden düğün veya bayram yemeğinin bittiği anlaşılmazdı. Arada çok çeşitli mevsimlik yemekler olurdu.
Bayram yemeğini büyükler yukarı odada gençler ve çocuklar aşağı odalarda yerlerdi. Bazı gençler görevli oldukları için yemeklerini sonra yerlerdi. Dedesi bu bayramda Onu yanına çağırdı. Sofrada yanında oturttu. Sülalenin tek okuyanı oydu. Üstelik hoca okulunda okuyordu. Babasının ve amcalarının bile üzerinde bir yere oturtulmuştu. Yemek sonrasında yeni ezberlediği “Amenerresulu”yü okudu. Dedesinin, babasının ve amcalarının mutlulukları gözlerinden okunuyordu. Köyde Kur’an okumayı bilen Hoca sayılıyordu. Çünkü uzun yıllar Kur’an okuma yasaklandığı için çok az kişi Kur’an okumayı biliyordu.
Dedesi Bekir’e belinden çıkardığı anahtarı uzattı. Odada dedesinin kilitli bir sandığı vardı. İçinde bazı aletleri, silahı bulunurdu. Anlaşılan bayram şekerini de oraya koymuştu. Şekerleri dağıttıktan sonra, dedesinden izin alıp yaşıtlarının yanına gitmek için kalktığında, sofradaki misafir koluna girdi. Kendisini “fakirhane”sine davet ediyordu. Yeteri kadar morallenmiş ve çekingenliği gitmiş olan Bekir, kabul etti. Amca çocuklarının bakışları arasında dereden aşağı doğru yürümeye başladılar. Derenin karşı tarafında bir çadır vardı. Çadırın kenarında kap kacak kalaylamaya yarayan aletler vardı. Az ilerdeki kayanın üzerinde bir kız uzun saçlarını tarıyordu. Siyah uzun saçları belinden aşağıya kadar uzanıyordu.
Bekir’le kara kuru adam çadıra girdiler. Bekir diz çöktü. Kur’an okudu. Adam çok mutlu olmuştu. Çıkardı Bekir’e bir para verdi. Bekir böyle bir şey beklemiyordu. İlk defa birisi Kur’an okuduğu için harçlık veriyordu. Aldı. Fakirhanede aldığı bu para Bekir’in kütüphanesine aldığı ilk kitabın parası oldu.
(
Fakirhane başlıklı yazı
ahmet-ilhan tarafından
17.09.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.