‘Ellerinin
konuşmasını unutamayacağım usta, usta ellerini öperim!’
Fahri Erdinç Kalkın
Nazıma Gidelim adlı anı kitabının bir sayfasında böyle seslenir Nazım Hikmete(Sayfa
115). Devamında saygı ile ustasının ellerini öptüğünü söylemekten de çekinmez.
Peki, günümüzde adını bile unuttuğumuz yazarımızın konuşan ellerinden çıkan
hikâyelerini kaçımız okuyup yaşam öyküsünü biliyoruz. Ben şahsen bir tesadüf
sonucu yazarın varlığından haberdar oldum. Ben onun varlığına yeni şahit olsam
da o çoktan eserleri ile hayatımızın her kesimine dal budak salmış bizimle içli
dışlı bir halde.
Tarık Dursun K.
Tarafından derlenen öyküler adlı kitabı bu saptamanın doğruluğunun kanıtıdır.
Aynı eser de Tarık Dursun K. yazarın hayatı hakkında şunları aktarır.
Türkiye’nin çağdaş hikâye ve romancılarındandır. Doğumu 1917, Akhisar, ölümü
1986 Sofya, Bulgaristan’dır,(Sayfa 1)
Belki sizde ölüm
yeri neden Bulgaristan diye merak etmişsinizdir. Bu konu hakkında değişik
söylentiler vardır. En geçerli neden
Kemal Özerin bir söyleşisinde de anlattığı gibi konservatuardan öğrencisi olduğu, usta
belleyip bağlandığı Sabahattin Ali’nin yazgısıyla girdiği bunalım olabilir.
Anımsanacağı gibi Sabahattin Ali Yasal yollardan yurt dışına çıkma olanağı
bulamayıp Bulgaristan'a kaçmaya karar vermiştir fakat para karşılığı anlaştığı
şahıs milli hislerini tahrik ettiği için" Sabahattin Ali'yi başına sopa
vurarak öldürür. İşte başta bu psikolojik baskı ve diğer etmenler Fahri Erdinç’
i Bulgaristan’a kaçmaya zorlamıştır. Hoş bu kaçış daha sonraları başta
yazarımız olmak üzere tüm Bulgaristan’a kaçanlar da hayal kırıklığı yarattığını
söylemek yalan olmasa gerek. Çünkü Bulgar hükümeti tüm kaçakları adlarını
değiştirmek başta olmak üzere türlü yollarla baskı altına almaya yönelmiştir.
Fahri Erdinç’ in hikâye anlayışı Tarık Dursun K. Tarafından aynı kitapta
şöyle yer alır:
‘… her yiğidin bir
yoğurt yemesi olacağı tabiidir. Fakat eğer ağzımıza yüzümüze bulaştırmak
istemiyorsak. Yoğurdun mutlaka kaşıkla yenmesi lazım geldiği de şüphesizdir.
İşte bugünün sanatkar çoğunluğu artık bu kaşıktan şaşmıyor, realist bir görüş
ve metodla çalışıyor. Hele hikâyeci, yaratmak istediği, şifayı, yahut da kısaca
’kıssadan hisse’ yi’ bir eczacı hüneriyle komprime haline getirmek gayretinde…
Eserini, reçetesiz bir müstahzar gibi, müşterek kaderimizle başı ağrıyana da,
ağrımayana da sunuyor.
Kanaatimce bizi
ölümsüz veya ömürlü sanat eserine götürecek en kestirme yolda…’
Hikâyelerinde yaşadığı dönemin bir
panoramasını sunar okurlarına. Yeni yeşeren inkılâplara uyum sağlamakta
zorlanan Türk halkının durumunu eleştirsel bir şekilde ortaya koyarken abartısız
ve sade bir dille yola koyulur. Kısa sayılacak bir zaman diliminde değişik
yazım türlerinde örnekler vermeyi başarır Fahri Erdinç.
Fahri Erdinç, yıllarca kitapları kendi
ülkesinde basılmamış, buna karşın ülkesinin gerçeklerini yazmaktan, insanlarına
seslenmekten geri durmamış bir yazardı.( Kemal Özer)
Yıllarca yurt dışında yaşamış ama ülkesi ile
bağlarını hiç koparmamıştır. Bir yandan aklı hep ülkesindedir. Ülkesinden de
insanlar onun geri dönmesini istemektedir.
Hasan Pulur gazetesindeki köşe yazılarından
birinde bu konuyu şöyle yazar:
1979'da Bulgaristan'a giden Yazarlar Sendikası
Genel Sekreteri Demirtaş Ceyhun, Türkiye'ye dönmek isteyen Fahri Erdinç için
bir formül bulur: Fahri Erdinç sendikanın "onur üyesi" ilan edilecek
ve onun yurda dönüşü kolaylaşacaktır.
Yazarlar Sendikası Yönetim Kurulu bu teklifi, Demirtaş Ceyhun'un bir
oyuna karşı oybirliğiyle reddeder. Başkan Aziz Nesin de bu öneriye karşıdır:
"Ben bu isteme karşıyım. Fahri ve arkadaşları herhangi bir
sıkıştırmaya, işsiz kalmaya, teröre maruz kalmadılar ki... Kendiliğinden
gittiler. Onları alırsak, Mehmet Emin'le, Mehmet Akif'i de almak gerekir."
İtiraza rağmen kongre öneriye kabul eder.
Aziz Nesin olayının ipuçlarına ‘Kalkın Nazıma Gidelim’ kitabının 123.
sayfasında rastlarız.
Aziz Nesin, ‘Yahu,
Nazım Hikmetle bir kavganız olmuş, nedir o?’
Fahri Erdinç biraz
da alttan alarak şöyle cevap verir:
‘Evet, çatıştık bir
defa. Ben haksızdım gerçi, ama bunda bir şey yok o kadar. Nazımla kavgada
edilebilirdi.’
Hem ne demişti
Fahri Erdinç:
‘Ellerinin
konuşmasını unutamayacağım usta, usta ellerini öperim!’
Fahri Erdinç’ in ne dirisi nede ölüsü çok
sevdiği ülkesine dönmezler. Hatta bazı yakın dostları bir vesile ile
Bulgaristan seyahati sırasında mezarını ararlar ama mezarı bulunmaz çünkü
öldükten sonra cesedi yakılmıştır. Ne bir mezar nede bir kâse kül vardır
geride.
Ondan bizlere kalanlar ise;
Şen Olasın Halep Şehri (şiir, 1945),
İşte Böyle (şiir, 1956),
Akrepler (öykü, 1952),
Âsi (öykü, 1955),
Memleketimi Anlatıyorum (öykü, 1960),
Diriler Mezarlığı (öykü, 1964),
Canlı Barikat (öykü, 1973),
Alinin Biri (roman, 1958),
Acı Lokma (roman, 1961),
Kore Nire (roman, 1966),
Kardeş Evi (roman, 1979),
Göç (piyes, 1952),
Türkiye'de Çocuklar (inceleme, 1951),
Kalkın Nâzım'a Gidelim (anı, 1987).(Ölümünden
sonra Kemal Özer tarafından yayımlanmıştır.)
Yazarın
Önceki Yazısı