Böyle bir yazı başlığı gördüğünüzde aklınıza para kazanmak ile ilgili bir yazı okuyacağınız çağrışım yaptı ise yanıldınız. Demekk i o sizin takıntınız veya beklentiniz! En   iyisi mi siz bu yazıyı okumayın ki, sükûtu hayale uğramayasınız... Ben paradan çok daha önemli bir konuda yazacağım. Hatta iddia ederim ki benim ele alacağım mevzuyu dikkatle anlamaya çalıştığınızda paranın sizin gözünüzdeki önemi bir hiç olacak! Siz bilirsiniz, boş vaktiniz varsa okuyun! Ama sonunda bunları mı yazacaktınız, zamanımı çaldınız demeyin bana...

  Bu günlerde aslında zihnim oldukça meşgul. Şuraya zaman ayırıp yazdıysak insanoğluna hizmet içindir! Uzunsüredir bir tasarım geliştirmeye çabalıyorum. Bu yazı vesilesiyle içinizden bana yol gösterecekler- yardımcı olacaklar çıkabilir. Bilhassa teknoloji- tasarım dersi öğretmeniyseniz ne olur elinize- ayağınıza kapanırım bana cepte taşınabilecek şekilde portatif bir huni nasıl yapılır öğretin. Zira iki-üç yıldır ortaöğretimdeki kızımın teknoloji-tasarım dersi ödevlerine hafiften destek vermekteyim. Akla zarar model ve şekillerin, birimlerin kartonlarla binbir emek yapılıp not alındıktan sonra çöpe atıldığı  gerçeği, çocuğun bu işten ne yarar gördüğü sorularına cevap bulamamanın yanında... Bir de kendi tasarımım eklendi düşüncelerime.. Nasıl bir şey mi: Gerçekten bir huni. Ama evde sirke yada yağ katmak için değil. İncecik borusuyla parfüm veya kolonya katmak için değil. Laboratuvarda bilimsel maksatlı kullanmak için de değil. Lavman yapmak için hiç değil!...

   Akıl sağlığımızı garantiye alacak temel bir aparattan söz ediyorum ben! Huni'den. Bazıları yerel ağızlara göre hunu yada honi de diyebilir.  Eskiden geometri derslerinde koni diye bir şey öğrenmiştik, hatta kartondan da yapmıştık ama onun bacası yoktu. Külah gibi bir şekildi. Gerçek bir huninin gittikçe incelen uzunca bir bacası olmalı ki benim tasarımımdaki amaca hizmet edebilsin, işe yarayabilsin. Buruşmayan- kırışmayan, ola ki suyla temas etme durumu söz konusu olduğunda ezilip büzülmesin. Metal kumaş gibi bir maddeden olmalı. Nasıl ki gözlüğünüzü katlayıp yanınızda taşıyorsanız kırmadan ve nasıl yelpazenizi çantanızda taşıyorsanız artık birlikte geliştireceğimiz özel hunilerimizi de bu şekilde yanımızda taşımaya hazırlanalım. 21 Aralık yaklaşıyor!...

    Hayır hayır, benim huni fikrim sadece 21 Aralık sendromu için geçerli değildir. Bundan böyle koruyucu hekimlik adına, toplum akıl sağlığını korumak içindir. Zira hepinizce malumdur ki, akli ve ruhi melekelerdeki arazlar çağa göre cihet değiştirmekle birlikte çok büyük artışlar göstermektedir. Bir yerde eksiğimiz var. Akıl sağlığımızı kaybediyoruz. Ne yazık ki deliler, akıl hastaları bizlere karükatürlerde empoze edildiği gibi aramızda huniyle dolaşmıyorlar. Onları ancak akıl almaz icraatlarına şahit yada muhatap olduğumuzda tanıyabiliyoruz, öyle değil mi? Ayrıca çok ender lüzumu olan ve her evde ancak bir tane bulunan, bu basit ev aletine neden böyle ağır bir temsil misyonunun yüklenmiş olduğu merakı da uzun zamandır cevabını aradığım sorularımın başında yer alıyor. Deliliğin sembolü olarak neden kafaya huni geçirmek seçilmiş? Neden başka bir ev aleti değilde huni takılmış kafaya? Üstelik her evde genelde bir tane huni bulunur. Ama deli birden fazla bulunabilir. Hatta hanecek huniye muhtaç olabilirler. Bir eve bir deli yeter sözü acaba eski zamanda huni kıtlığından mı icad edildi ne dersiniz? Çocukların oyuncak paylaşamadığı gibi evin delilerinin de huni paylaşamadığını düşünebiliyor musunuz? Ben takıcam! Yok ver ben takıcam! Sen çok taktın birazda ben takıyim vs.. Allah muhafaza deli değil mi bunlar, birbirlerinin kafalarını bile kırarlar...Mahallenin delisi, köyün delisi.. Hep özel statüdeki insanlar değiller midir? Biraz korkuyla- biraz saygıyla yaklaşılan, bazen de  kendilerinden himmet umulan!...Çaktırmadan akıl danışılan, sorular sorulup cevaplarından istihare manası çıkarılmak istenen delilerimiz yok mudur bizim? Delilik yada delirmek acaba birçok insanın denemeye cesaret edemediği bir çıkış yolu mudur, ne dersiniz? İnsanlar delirir mi yoksa delirtilir mi , hangisi?...

    Ben bir takım veriler elde ettim size de sunacağım. Lakin konuya ilişkin daha farklı malumatlarınız varsa iletmenizi de dört gözle beklemekteyim! Efendim; biz şimdi öğreniyoruz amma taaaaaaa 5 bin yııl öncesi insanın aklının nereden girip nereden uçup gittiğini Uzak doğu ahalisi keşfetmiş aslında. Uzun ve sağlıklı yaşamanın sırlarını da kader kavramımızı unutmuş görünerek sanki Allah'ın (c.c) haşa bize ömür borcu varmış gibi kapılıp gidiliyor. Kucak dolusu paralar dökerek bu öğretileri satın alıp, kurslarına gidip sağlıklı ve huzurlu yaşamayı başarmaya çalışıyor modern toplumlar. televizyon kanalların da da epeyce yer aldı. İnsan vücudundaki enerji kanalları ve temel dinamik merkezleri yani çakralar. hangi çakra hangi davranışı çark ediyor? Merak edeniniz varsa google dan girip ayrıntılı bilgi edinebilirler. ben akıl sağlığıyla ilgili olanından kısaca burada söz edeyim:

 Her insanın başının üzerinde, çapı kişinin kafa çapıyla mütenasip, çanak şeklinde bir yapı (hayali bir tabak yada onların terimiyle lotus çiçeği) varmış. Bu insanoğlunun zihinsel çakrasıymış. Bilgilerin geldiği toplandığı bir nevi çanak anten gibi bir şey! Doğrudur. Çünkü yanlış diyebilmem için şu an doğru olmadığını size kanıtlamam gerekir. Doğruysa doğrudur. Zaten buna benzer bir bilgiye  Ünlü İslam alimi Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz. nin meşhur İslam klasiği olan eseri Marifetnamede de  rastlamıştım. Orada ilahi füyüzatın, ilmin giriş yeri olarak başüstünde bulunan toplayıcı bir çanak tasvir ediliyordu. Ciddiyim yani. Belki de o devrin insanları başlarına sarık sarmakla bu ilahi akımı- manevi iletiyi daha iyi cem etmeyi hedefliyorlardı. Allahul-alem, kimbilir.
Zihni ve manevi bir koruma sayılabilir bir nevi. Ancak bu uygulamanın bugün için neden bir fobiye dönüştüğünü gerçekten anlayabilmiş te değilim!...Neyse konuyu fazla dağıtmadan gelelim huni meselemize. Buraya kadar anlattıklarımdan anlamış olmalısınız ki hepimizin kafasında aklın-bilginin giriş yaptığı açık birer huni bulunuyor. İsteseniz de istemeseniz de bu böyle...Akıl fazla geldiğinde ne oluyor? Düdüklü tencerenin kapağının attığı gibi kişi patlıyor, yani deliriyor. Siz hiç akılsız yada aptal deli gördünüz mü? Hayır göremezsiniz çünkü delilik aklı çok olanların uğradığı bir kazadır. Akılsız olmayı kimse kabullenmek istemez, hepimiz akıllıyız. Ancak, kafa denilen düdüklü tencerenin ne kadar süre kaynamaya dayandığını, ne zaman patlama noktasına geldiğini hiç birimiz bilmiyoruz. Bilen var mı? Bazen uçuk uçuk davranışlar yapmaya da ihtiyacımız var, biriken aklın fazlasını patlamadan tahliye etmek lazım! Bu da nasıl yapılır: Kafamızdaki akıl giriş lotus çanağını yani huniyi tersine çevirerek tabii ki! Şimdi anladınız mı delilerin neden huniyi tersine kafalarına geçirdiklerini? Büyük patlamadan sonra kalan akıllarının da uçup gitmesini engellemek için takıyorlar huniyi. Aslında çok "akıllıca" bir davranış değil mi? 
  Koruyucu hekimlikte huniden nasıl yararlanılır sorusuna gelince, cevabı çok basit: Günlük hayatta veya özel yaşamında herkesin aklını kaybedecek veya patlayacak noktaya geldiği anlar oluyor. Bu konuda sanırım hem fikiriz. Tedbirli bulunmak lazım. İşte, trafikte, hastanede, okulda-sınavda stress çok. Her an patlama noktasına gelebiliyor insan. Bazen evladıyla bile baş edemeyip çıldırıyor, bazen eşimiz bizde kafa bırakmıyor. Bazen de güzel bir kadın bacağı bir erkeğin aklını başından almaya yetiyor, evi- barkı yuvası talan oluyor. Doğru değil mi? Tepe çakraya giriş-çıkışları durdurmak, geçici bir süre için devre dışı bırakabilmek lazım. bunun için de lotus çanağını  tersine çevirmek gerekiyor. Allah aşkına görünmeyen bir çanağı elinizle ters çevirmeye yeltenseniz esas o zaman yaptığınız hayali, abuk-sabuk hareketlerden dolayı deli olduğunuzu zannetmezler mi? İşte böyle bir duruma mahal vermemek için ceplerinizde taşımakta olduğunuz portatif- katlanabilir hunilerinizi kılıflarından çıkararak kafanıza takmanız aklınızı- başınızı korumanız için yeterli olur!... Benden söylemesi...Sizden uygulaması...
   Bakmayın siz o densizlere! Yok efendim huni takmak deliliğin işaretiymiş te falan da filanda... Anlattık işte doğrusunu. Siz aklınızı korumaya bakın. Aklınıza son olarak şöyle bir soru gelebilir, cevapsız kalmasın: Tersine takmış olduğumuz huninin deliğinden ya aklımız uçmaya-kaçmaya devam ederse? Hiç meraklanmayın öyle bir şey olmaz! İç basıncın fazlası tahliye olmuş olur kafanın tasını attırmadan sıyırmış olursunuz. Tıpkı düdüklü tencerelerdeki fazla basıncı tahliye eden pistonlar gibi. Huninizin bacası, en nihai noktası çok ta geniş olmasın. Serçe parmağınız girecek kadar yeter...
   Hanım okuyucularım bu yazıyı üstlerine alınmasınlar! Bizlerde huniyle korunacak kadar akıl mı var? Kadınların aklı başka yerinde! Yani günümüzde kadınlar için cinsel çakra ile tepe çakranın yer değiştirmiş olması söz konusu. İtiraz istemem: Biz ne kadar akıllı olursak olalım başka bir kadın gelip "cinsel çakrasını" kullanarak, kocamızın aklını başından almıyor mu? Yuvamızı eren-peren etmiyor mu? Beş bin yıl öncesinin feylesofları bugünün dünyasını görmüş olsalardı çakraları yeniden düzenlerlerdi! Bu konudaki kanaatlerinizi ve huni tasarımlarınızı heyecanla bekliyorum. Gelin elele....









 

   
    





























( Cebinizde Bir Huni Varmı başlıklı yazı Bulem hatun tarafından 29.12.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu