EŞŞEK ŞAKASI
Rahmetli babannem anlatmıştı: O'nun çocukluğunda, henüz Osmanlı tebası sayılan Bulgaristan'daki köylerinde iki komşuları varmış. Bu iki komşu birbirine oldukça muhabbetli olup, zaman zaman da tahammülü zor şakalar yaparlarmış. Öyle ki, bu şakalaşma tatlı bir rekabata dönüşmüş ve köylünün dilinde merakla anlatılır olmuş.

 Şakacılardan biri olan Mehmed ağa, bir gün köy kahvesinde başından geçen bir olayı anlatmış. Olay şöyle: Eski zamanda biliyorsunuz elektrik yoktu, sokakl lambaları yoktu. Yaklaşık yüzyirmi yıl öcesinden söz ediyorum. İnsanlar gece dışarı çıkarken, ay karanlık, hava kapalı, gözgözü görmez zifiri karanlık ise; ellerine yağ kandili denen bir tür fener veya gaz lambası alıp öyle dolaşırlarmış. Mehmed ağa bir gece yatsı namazına gitmek için evinden çıkar, gökte dolunay olduğu için yanına kandik almaya gerek duymaz.  Lakin namazda iken hava birden kapanır ve bardaktan boşanırcasına bir sağanak başlar. Cemaat namazı bitirir ve yağmırun dinmesini de bekledikten sonra dağılır. Tarım ve hayvancılıkla geçinen dağınık yerleşimli bir köy olduğu için evler bir biri ile mesafeli olup taş duvarlarla örülmüş avluları komşudur. 

Mehmed ağanın evi biraz daha köy dışında kaldığı için o gece yağmurdan sonra evine dönerken, az evvel ani bastıran sağanaktan ötürü zaten toprak olan yolda yağmurdan öyle bir su birikintisi oluşmuş ki adım atacak yer yok. Paçaları sıvayıp geçmesi lazım. mevsim güz, hava soğuk. Ne yapsam diye düşünürken, arkasından bir eşeğin kendine doğor yaklaşmakta olduğunu farkeder. köylü genelde birbirinin malını tanır ama bu eşek Mehmed ağaya tanıdık gelmez. Üstelik başına yuları da vardır. Herhalde komşu köyden birini eşeği firir etti diye düşünür. aslında bu tesadüfe içten içe sevinir. Çünkü eşşeğe binerek su birikintisini çamura batmadan hayvanın sırtında geçmeyi planlar. Zaten eşek te suyu görünce yavaşlamış, sanki bin dercesine beklemektedir! 

Eşeğin yularından tutup taş örme duvara yanaştırır. Oradan destek alıp eşeğe biner ve deh eder. Eşek biraz nazlanarak ta olsa çamura adımını atıp yürümeye başlar. Gidilecek mesafe kırk-elli metre kadardır. Eşek beş-on adım atıp çamurun ortalarına yaklaştığında tuhaf bir şey olmaya başlar. Mehmed ağanın altındaki eşek gittikçe yükselmektedir(!) Öyle ki Mehmed ağanın çizmeleri avlu duvarına değecek kadar bir yükselme olmuştur. Bunu farkeden Mehmed ağa çok korkar! İnecek durumda da değildir. Zaten eşek artık onun kontrolünde değil gibidir. O anda bindiği bineğin eşek suretinde bir varlık olduğunu anlar ve hemen ayetel kürsi okumaya başlar. Ve eski zaman insanlarının bellerinde taşıdığı 'pala' denilen iri bıçağını da belinden çekerek eşşeğin kulaklarına vurmaya devam eder. Tekrar tekrar ayetel kürsiyi hem okur hem eşşeğin kulaklarına palasıyla vurur. Eşşek giderek hızlanmaya ve bir yandanda alçalmaya başlar. Böylece su birikintisini geçmiş olurlar, eşşek o kadar küçülmüştür ki neredeyse bir çoban köpeği kadar alçalmıştır. Mehmed ağa hemen eşekten iner ve hala dualar-ayetler okumaya devam ederek ardına bakmadan hızla evine doğru çekip gider.

Evine vardığında konuşamaz bir haldedir. Gece sabaha kadar sıtma tutar. Sabah olup günün ağarmasıyla beraber Mehmed ağanın üzerindeki manevi hal geçer ve iyileşir. Rüyasında da bindiği varlığın aslında bir eşek olmayıp bir su perisi olduğunu gösterirler ona. Tabii bir vesileyle başından geçeni ahaliye anlatıveriri. Belki de onlarında başına böyle bir durum gelmesin diye düşünmüştür. Lakin şakacı komşusu bunu diline dolar durur. Her fırsatta 'Mehmed ağa, ağa adamsın madem eşekten nasıl korktun' diye ahali içinde küçük düşürücü laflarla iğnelemeye başlar. Gel zaman git zaman bu abes şaka Mehmed ağanın iyice zoruna gitmeye başlar. Ve o da komşusu İbrahim 'i nasıl korkuturum da çenesini kapatırım diye misilleme korkutma planları yapar durur.

Kış bitmiş, yaz gelmiştir. Bu arada Komşu İbrahim ağa oğlunu evlendirmiş ve hamarat mı hamarat güzel bir gelin almıştır. Mehmed ağanın tek hayali peri kılığına girip İbrahim ağayı korkutmaktır. bakalım gece periden korkulur mu korkulmaz mı dersini vermektir. Eski devirleri bilirsiniz, insanlar yiyeceği ekmeği kendileri yoğurur avlularındaki fırında pişirirlermiş. Hatta iki-üç komşu müştereken de bu işi yaparlarmış. Yaz mevsimi tarlalarda harman vs işler yoğun olduğu için köyde pek kimse kalmaz ancak zaruret halinde evlerine uğrarlarmış. işte tesadüfen, Mehmed ağa ile İbrahim ağa yani iki komşu gündüz köyde karşılaşırlar.  Mehmed ağa tam zamanı diye düşünür. Ay karanlıktır. İki beyaz çarşafı biribrine ekler. Diğer yandan kıştan kalma çürümemiş ancak içi geçmiş bir bal kabağının içini oyar. Çekirdeklerini dizi halinde iri diş görünümüne getirip kabağın üstüne yapıştırır. Bıçakla kabağın üstünü oyarak iki tane göz boşluğu da oluşturur. İçinden kıs kıs gülerek, göstericem sana korkmak nasılmış dercesine hazırlığını yapar. 

Akşam olur, yatsı vakti gelir. hava zifiri karanlık ya.. Mehmed ağa, İbrahim ağayı korkutmak için kıpırtı yada ayak sesi duymayı beklemektedir. Köy yerinde genelde o saatlerde bayanlar dışarı pek çıkmazmış aslında. Mehmed ağa büyük beyaz çarşafı başından aşağı geçirip başının üstüne de simitçi tablası gibi gündüzden hazırlamış olduğu 'peri kafasını' da ellerini havaya kaldırıp , boyunu epey uzamış ve heybetli bir vaziyette tutarak siper alır. Hem karanlık olduğu hem de yüzünde çarşaf örtülü olduğu için önünü dahi zor görmektedir. 

Az sonra İbrahim ağanın avlusundan ayak sesleri duyulmaya başlar. Mehmed ağa, bu ayak sesinin camiye yatsı namazına gitmek üzere olan İbrahim ağaya ait olduğuna hükmeder. Saklandığı yerden çıkarak gittikçe yükselir bir şekilde komşunun avlusuna girer ve ilerler. Az sonra bir kadın çığlığı duyulur! Mehmed ağa yanlış hedefe yöneldiğini anlayıp hemen alel acele üzerindekileri çıkarır ve üç-beş adım ötede baygın yatmakta olan kadıncağızın yanına koşar. Yerde yatan kadıcağız İbrahim ağanın karnı yüklü yeni gelinceğizidir. Zavallı hamarat gelin, sabah erken tarlaya gidileceği için ekmeği akşamdan yapmış ve pişen somunları çıkarıp sabaha hazır etmek için avluya çıkmış ve fırına doğru yaklaşırken bu 'Çakma Peri' ile karşılaşmıştır. Ne bilsin komşu şakası olabileceğini. Zaten öyle ürpertici bir siluet ki hazırlanan maket, insan şaka olduğunu önceden bilse bile gördüğünde yine korkacak kadar ucube bir şey..

Gelinin çığlığıyla beraber herkes dışarı fırlar. Gelinin kendine gelmesi yarım saati bulur. Ve evine igrdiğinde o gece doğum sancıları başlar. Çok vakitsiz. Daha yedi aylık falanmış hamileliği. Kanaması olur evvela. Eski zamanın köy yeri. Hastane yok doktor yok. Köyün ebesini getirirler ancak durum onun boyunu aşmaktadır ne yaptıysa gelini kurtaramaz. Gelinceğiz ikiz bebek doğurur, bebekler günsüz doğduğundan, annecikleri de kanamasının durdurulamamsından dolayı sabaha karşı vefat ederler. O gün köyde öyle acı bir cenaze vardır ki yürekler dayanmaz. Gelinceğizin iki koluna iki erkek bebesini yerleştirip tabuta da öyle koyarlar, mezara da öyle gömerler...

Bundan sonra köyde eşek şakası son bulur. Hatta kimse kimseye şaka yapmaz olur ama... Giden gitmiştir ne fayda? 




































( Eşşek Şakası başlıklı yazı Bulem hatun tarafından 29.12.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu