Medeniyetleri ayakta tutan en önemli etken, mutlak
manada toplumu meydana getiren, sevgi ile büyümüş bireylerin varlığıdır. Zira,
sevgi kavramını idrak edemeyip, hayatlarına tatbik edemeyen toplumlar, bilimsel
ve teknolojik olarak çok yüksek seviyelere gelseler dahi, bu yükselişin
sonunda, hüsran ve buhranlar saklıdır. Çünkü bir milleti ayakta tutan etken; ne
bilgisayarları, ne silahları ne de asırlara meydan okuyan teknolojileridir.
Evvela bir milletin ayakta kalıp, asırlarca yaşayabilmesi, kardeşlik mefhumunu
zihinlerine ve gönüllerine nakşedebilmiş bir toplum olabilmesiyle
alâkalıdır.Kardeşliğin özünde fedakarlık yatar.Ve sevgiden mahrum olan bir
insan, her şeyden mahrum kalmış demektir.Çünkü, ağaç için su ne anlam ifade
ediyorsa, insan içinde sevgi o anlamı beyan eder.Susuz ağaç düşünülemeyeceği
gibi, sevgisiz insanda düşünülemez.Ve sevgisiz insan, kurumuş bir ağaç gibidir.
Sevgi evvela ailede başlar. Aileden yeteri manada
sevgi ve ilgi görmeyen bir fert, ilerleyen zamanlarda çesitli sorunları da
beraberinde getirir. Aile, İslam açısından bir eğitim yuvasıdır. Ebeveynler
ailenin bir sevgi yuvası olduğunu asla unutmamalı ve bu sorumluluğu her daim
göz önünde bulundurmalıdırlar. Unutulmamalıdır ki; öğretmen
talebesinden,öğrenci kitabından, imam cemaatinden, ebeveyn ise çocuklarından
sorumludur. O halde, cemiyet olarak herkes sorumluluk bilincini muşahhas ve
mücerret manada idrak edecek, sorumluluklarımızı sorunlaştırmadan ve bütün
problemlerin çözümünde, sevgiyi ortak payda kabul ederek, yaşantımıza bu
şekilde yön vereceğiz. İşte bu kurtuluş reçetesini hayatımıza tatbik
edebilirsek, bütün manevi
hastalıklarımız son bulacaktır.
Kâinatın sahibi, biricik Peygamberini (sav)
tanıtırken: ‘’Biz, seni alemlere rahmet olarak gönderdik”1 buyuruyor.
Alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin, sevgiden mahrum ümmeti
olmak, elbette ki bizlere bir müslüman olarak yakışmaz. Sevginin ne demek
olduğunu, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz.Muhammed’den(sav) öğrenmekteyiz
ve öğreneceğiz. Nebevi terbiyeyi tatbik etme noktasında bir insan şunu çok iyi
bilmelidir ki; sevgi yalnızca insanlara değil, bütün mahlûkatadır. Tabiata,
hayvanâta, hülasa yaratılmışların topyekûn hepsine derûni bir sevgi ve merhamet
duyabilmektir.İşte, İslam’da akıllara durgunluk ve hayret veren sevginin sırrı
burada gizlidir.Yine Yunus Emre’nin ifadesiyle: “Yaratılanı sevmek, yaratandan
ötürü.”Ve bizlere düşen aziz borç, sevdiğimiz her ne olursa olsun, yalnızca
Allah için sevmeliyiz.
Sevgi faktörünün ne demek olduğunu, insan yetiştirmede
ne denli öneme haiz olduğunu, hadisler ve güncel olaylar üzerinden analiz
etmeye çalışalım. Sevgisizlik bir bakıma bütün kötü hasletlerin kaynak
noktasıdır. Sevgi ile büyüyen bir insan ile, sevgi nedir bilmeyen bir insan
arasında, yerle gök arasında olduğu kadar fark vardır.Sevgi ile büyüyen bir
insanda; merhamet, güzel ahlak, yardımlaşma, kendisiyle barışık olma,
insanlarla iyi geçinebilme vs. gibi özellikler mevcutken, sevgisizlikle
yetişmiş bir insanda ise; merhamet duygusunu yitirmişlik, gayri ahlaki
mefhumlara eğilim, çevresiyle geçimsizlik ve kavgacı yapı dikkat
çekmektedir.Her insan doğduğu andan itibaren tertemiz bir beyaz kağıt
gibidir.Eğer bu beyaz kağıt sevgi mürekkebi ile doldurulursa, bütün insanlığa
faydalı bir fert karşımıza çıkar.Fakat bu kağıdı sevgi mürekkebi ile değil de;
nefret, kin ve öfke ile doldurur isek, o zaman gelecek nesiller adına korkmamız
gerekir. Bu konuyu ayetler ışığında somutlaştırmak için, şu ayeti örnek olarak
gösterebiliriz İslam, anne ve babaya saygıyı amellerin en üstünü olarak telakki
eder. Nitekim.ayeti kerimede Yüce Allah şöyle buyurur:”Rabbin, kendisinden
başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya, babaya iyi davranmanızı kesin olarak
emretti.Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına
ulaşırsa, sakın onlara öf bile deme; onları azarlama, onlara tatlı ve güzel söz
söyle.”2
Bugün ülkemizde dahil dünyanın dört bir tarafına
baktığımız zaman, evlatlarını bin bir zorlukla yetiştiren anne ve babaların pervasızca
darülacezelere terk edildiğini görmekteyiz. Oysa sevgi ile büyüyen ve nebevi
terbiyeyi idrak etmiş bir fert, ne sebep olursa olsun anne ve babasını asla
terk etmez. Onları terk etmek şöyle dursun, onlara öf bile demez, diyemez.
Televizyonlara, gazetelere, sosyal medyaya şöyle bir göz attığımız zaman,
gaddarlık ve merhametsizlikte sınır tanımaz nice insanların varlığına şahitlik
edeceğiz. Bu noktada İslam’ın bir sırrı daha zuhur ediyor ki, zamanında İslam
terbiyesini ve sevgisini çocuklarına öğretmeyen anne babalar, aslında bilmeden
kendilerinin kötü sonlarını, kendi elleriyle hazırlıyorlar. Öyleyse istikbal
için, hakikat için, kardeş bir toplum için, illa ki; “İslami sevgi ve nebevi
terbiye” dememiz mutlaka ama mutlaka elzemdir.
Peygamberimiz (sav) her şeyden önce bir rahmet ve
sevgi peygamberiydi. Kendisinin kâinatı şereflendirmeden evvel içerisinde
bulunduğu toplum, haddi aşmış ve insanlık ufukları karanlıklara duçar olmuş bir
vaziyetteydi. Bu durum Allah’ın elçisini derin düşüncelere sevk ediyor ve büyük
üzüntüleri kalbinde hissetmesine neden oluyordu. Çünkü o âlemlere rahmet olarak
gönderilmişti. Hz. Peygamber’in (sav), o ulvi sevgisini, kendisine 10 yıl
hizmette bulunmuş olan Hz. Enes’ten (ra) dinleyelim:”Peygamberimiz bana
yaptığım bir şey için bunu niye yaptın, yapmadığım bir iş içinde bunu niye
yapmadın diye beni azarlamadı.”3 Bu ibretlik hadise peygamber (sav) sevgisinin ne
denli büyük olduğunun büyük bir remzidir.
Hz. Peygamber(sav) kardeşlik nedir bilmeyen, merhamet nedir anlamayan bir toplumu, fiili
ve kavli bir şekilde örnek olarak hepsinin gönlünde taht kurmayı başarmış ve
asrı saadet dediğimiz o yüce toplumu inşâ etmişti. Asrı saadet dediğimiz o
eşsiz toplumda, insanların şimdi ki gibi paraları, evleri, arabaları, hülasa;
lüks ve zenginlikleri yoktu.Fakat onlar asıl zenginliği kardeşlik ve
fedakarlıkta bulmuşlardı. Bir dilim ekmekleri
olsa, yarısını değil, hepsini kardeşine verebilme büyüklüğünü
gösterebilen bu aziz toplum, zihinlere kardeşliğin ne demek olduğunu bedihi bir
şekilde gösteriyordu. Birbirlerine ırk ve makam olarak üstünlük taslayan o
Cahiliyye Arap toplumu gitmiş, yerine üstünlük ancak takvadadır, üstünlük
kardeş olabilmektedir, üstünlük Allah için sevip Allah için buğz edebilmektir,
diyen bir toplum gelmişti. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmaktaydı: “Müminler
ancak kardeştir”4 Artık kardeşlikten başka bir yol, başka bir kapı
arayan en büyük yanılgıya düşmüş olacaktı.
Günümüzün en büyük problemlerinden biri, hiç şüphesiz
ki insanların birbirlerine ülfet ve muhabbet duymamalarıdır. Birbirlerini
sevmeyen toplumların uzun süre ayakta kalabilmesini hangi akıl ve mantık izah
edebilir ki? Sevgi her şeyin başıdır. Sevgisiz bir hayat üzerinde yaşanmaya
değmeyecek kadar anlamsızdır. Şu misal sevginin önemini farklı bir pencereden ortaya
koymaktadır.”Bir gün Allah dostlarından birinin yanına bir adam gelir ve
kendisinin ilminden yararlanmak istediğini arz eder. Allah dostu adama şöyle
bir bakar ve: Sen hiç aşık oldun mu, sevginin ne demek olduğunu bilir misin,
diye sorar. Adam hayır cevabını verir. Allah dostu tekrar sorar:Hiçbir şeye
aşık olmadın mı şimdiye kadar? Adam yine hayır cevabını verir. Bunun üzerine
Allah dostu der ki:Aşık olmamış bir insana bizim öğretecek hiçbir şeyimiz
yoktur. “ Bu kıssadan alınacak o kadar çok hissemiz vardır ki saymakla
bitiremeyiz. Demek ki sevgisiz her şey anlamsız ve boş. Sevgi olmadan ibadetler
bile ifadesiz. İbadetin en önemli unsuru dahi sevgidir.Çünkü Allah sevgisini
tatmayan bir insan nasıl olurda huşû ile namaz kılabilir ki? Sevgisiz yapılan işlerin
çoğunun içi boştur desek mübalağa yapmış sayılmayız. Bu yüzdendir ki Allah-u
Teâla sevgi kavramını kullarına daha iyi idrak ettirebilmek için biricik
Peygamberine(sav) Habibim(Sevgilim) diye hitap etmiştir birçok defa.
Peygamberimizin (sav) tebliğindeki başarısının en önemli metodu, insanlara
sevgi ve merhametle muamelede bulunmuş olmasıyla alâkalı bir durumdur. Nitekim
Âli İmran suresinde Allah şöyle buyurmaktadır:”Allah’ın rahmeti sayesinde sen
onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin
etrafından dağılıp giderlerdi.Artık sen onları affet.Onlar için Allah’tan
bağışlama dile.İş konusunda onlarla müşavere et.Bir kere de karar verip
azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et.Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri
sever.”5
Tıpkı
bizde peygamberimiz(sav) gibi, insanlara karşı yumuşak davranmalı ve sevgiyle
muamelede bulunmalıyız. Kırıcı hâl ve hareketlerden elimizden geldiğince
sakınmalıyız. Mevlana bu durumu o kadar güzel ifade etmiştir ki:”Kabe, Âzer’in
oğlu Halil İbrahim’in yaptığı bir binadır. Kalp ise, yüce Allah’ın
nazargâhıdır.Bu sebeple, bir gönül yıkmak, bin kâbe yıkmaktan daha kötüdür.”6 Bu bilinçle
yaşayan bir fert, insanları üzmek şöyle dursun, onlara sevgiden başka bütün
duyguların anlamsız olduğunu haykıracaktır.
Peygamberimiz Mekke’de yaşadığı onca sıkıntıya rağmen
sabretmesini bilmiş ve sonunda Allah’ın izniyle Yesrip’e (Medine) hicret etme
emrini almıştı. Kutlu peygamber(sav), Medine’ye ulaşır ulaşmaz yapmış olduğu
işlerin başında, Mekkeli muhacirler ile Medineli ensarı kardeş ilan etmek
olmuştur.Bundan böyle muhacir ve ensar arasında biyolojik kardeşlikten daha öte
bir din kardeşliği başlamıştı.Ve yine Medine’nin sosyal yapısını meydana
getiren Hazreç ve Evs kabileleri arasında 120 yıldır devam eden Buas savaşı, Hz.
Peygamber’in (sav) arabuluculuğu ve kutlu tebliği ile son bulmuştu.Müminler hep
beraber “Allah’ın ipine sımsıkı sarılmışlar ve ayrılığa düşmemek”7 için ellerinden
gelen bütün gayreti sarf etmişlerdi.
Toplum olarak niçin tam manasıyla mutluluğu yakalayamadığımızı
şöyle derinden bir tefekkür ve analiz edebilirsek, kutlu Peygamber’in (sav) şu
hadisi bizlere rehberlik edecektir. “İman etmedikçe cennete giremezsiniz,
birbirinizi sevmedikçe gerçek manada iman etmiş sayılmazsınız”8 Demek ki kuru
kuruya iman ettim demek yetmiyor. İman eden insanın gönlünde kesin olarak,
mümin kardeşlerine karşı derin bir sevgi bulunması gerekmektedir. Peygamberimiz
(sav) kardeşlik bağının önemi üzerinde o denli durmuş ki, imanın makbul
olabilmesi için, müminlerin birbirlerini sevmelerinin bir zorunluluk olduğunu
ifade etmiştir. Eğer ki bu hadisi şerifi gönüllerimize nakşedebilirsek, işte o
zaman imanın ne demek olduğunu tam manasıyla idrak edebiliriz ve işte o zaman
tadarız imanın lezzetini.
Üstad Necip Fazıl şöyle der:
“Sözde İslam, bir ferdi bir ferdine kaynamaz
Bu halde utanmadan camide saf saf namaz.”9
Bu ifadeler bizlere ağır gelebilir, fakat derin
düşündüğümüz zaman bu sözlerin altında yatan gerçeği anlayabiliriz. İslam
şuursuz ibadeti kabul etmez.Ben müslümanım deyip de, din kardeşine sevgi
duyamayan bir insanın imanını sorgulaması gerektiğini telkin eder. Namaz kılan
bir insan nasıl olurda sevgisiz olabilir, işte İslam bu gerçeği sorgulamamızı
ister. Bu hakikatleri misalleştirmek için şu hatıratımı sizlerle paylaşmak
istiyorum“2013 yazında senelik iznimi alıp memleketim Sivas’a tatile gitmiştim.
Mahallemizdeki camide akşam namazını eda etmek için ezanı şerifin okunmasını
bekliyorduk.Derken biri 8, diğeri 10 yaşlarında dünyalar tatlısı iki çocukta
namaz kılmak için camiye gelmişlerdi.Camiden içeri girince çocuklardan biri
diğerine şöyle sağ tarafa oturalım dedi.Müezzinlik mahalinde oturan yaşını
başını almış bir ihtiyar, hemen çocuklara bağırmaya başladı.Burası cami, park
değil.Niye gürültü yapıyorsunuz.Gidin başka yerde oynayın, terbiyesizler,
aileniz size hiç mi terbiye vermedi, diyerek bağırıp çağırıyordu.Halbuki ortada
ne bağırtı vardı ne de gürültü.Çocuğun biri diğerine şöyle oturalım mı demişti
sadece.Çocuklar camiye daha yeni adım atmışlardı ki, korkudan apar topar kaçmaya başladılar.Ağlama sesleri
duyuluyordu dışarıda.Ve sesler gitgide uzaklaşıyordu.Bu yaşlı adamda çocukların
peşinden koşuyordu, daha fazla kortutabilmek için. Kendi kendime mırıldandım
sonra.-O giden çocuklar bizim umudumuz, uzaklaşan sesleriyse kaybolmuş
mutluluğumuzdu.- O akşam ki namazı nasıl kıldığımı hatırlamıyorum, namazdan
sonra o yaşlı adama telkin edeyim dedim, fakat hiçbir faydası olmayacağını
hissettiğim için gereksiz buldum, Allah onun kalbinden merhameti almışsa ben ne
yapabilirdim dedim ve içime akıttığım gözyaşlarımla eve döndüm.”10
Ve Peygamberler peygamberinin(sav) ümmetiyiz diyerek,
yeryüzünde dolaşan bizler. Hangi ibadetimiz bir çocuğu camiden uzaklaştırma
günahına kefaret olabilir.Hangi amelimiz bizi cehennemden uzaklaştırıp, cennete
yaklaştırabilir.Halbuki Peygamberimiz(sav) namazdayken torunları gelir
efendimizin sırtına çıkıp oyun oynarlardı. Bu nezaket ve incelikten bihaber
müslüman kardeşim, camiden uzaklaşan, camiye bir daha gelmemeye ant içen,
camiyi bir korku mekanı gibi gören bu çocukların vebalini nasıl
ödeyebiliriz.Hangi amelimiz bizi kurtarabilir. Sevgi, sevgi, sevgi. Her şeyin
başı mutlak manada sevgidir. Sevgili Peygamberimiz (sav) ne de güzel söylüyor:
“Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı duymayan bizden değildir.”11
Peygamberimizin (sav) çocukları öptüğünü gören bir
bedevi bunu pek tuhaf bularak: Hayret! Siz çocukları öpüyor musunuz? Biz
çocukları hiç öpmeyiz deyince, sevginin ve merhametin kalbi Efendimiz (sav) ona
acıyarak bakmış: “Allah Teâlâ senin kalbinden sevgiyi söküp almışsa ben ne
yapabilirim”12 buyurarak, küçüklere sevginin ne denli öneme haiz olduğunu bildirmiştir.
Ve yine büyüklere saygının ne demek olduğunu şu hadisi
şeriften öğrenmekteyiz. Bir gün Ashâb-ı kiram(r.a), Paygamberimizin(sav) yanında
oturuyorlardı. O sırada yaşlı bir kişinin yaklaştığı görüldü, anlaşılan
Hz.Peygamber’le görüşmek istiyordu. Sahabeler yaşlı kişiye yer açmakta biraz
yavaş davranınca Allah’ın Habibi (sav) şöyle buyurdular: Küçüklerimizi
sevmeyen, büyüklerimizi saymayan bizden değildir”
Peygamber (sav) her şeyden evvel bir sevgi ve şefkat
peygamberiydi. Bütün insanları müşfik olabilmeleri yönünde uyarmış ve bizzat
kendisi örnek olmuştur. Öyleyse, küçüklere sevgi ve büyüklere saygı,
Peygamberimizin (sav) vazgeçilmez evrensel mesajları arasında yer almaktadır.
Kim ki bu mesajları layıkıyla uygulayabilme gayretinde olursa, gerçek mutluluk
ve huzuru yakalamış demektir.
Asrımızın en büyük problemlerinden biride hiç şüphesiz
aile içi şiddet ve kısa süren evliliklerdir. Modernize adı altında maalesef
boşanmalar hat safhalara çıkmıştır. Aile toplumu meydana getiren temel yapı
taşıdır. Bir toplumun huzuru ve ferahı çekirdek aile dediğimiz o kurumun
mutluluğuyla paralellik arz etmektedir. Sevgisizlik aileyi yok ettiği gibi, geride
gözü yaşlı evlatların kalmasına da sebep olmaktadır. Ailesinden sevgi görmeyen
bir çocuktan, büyük başarıları elde etmesini ve topluma faydalı olabilmesini
beklemek gülünç bir durumdur. Aile kurumunun temelinde sevgi ve saygı bulunmaz
ise, ortada yıkılmaya mahkum yürekler, onulmaz yaralar açılmış kalpler,
çaresizlikle çırpınan gözü yaşlı çocukların feryadı duyulmakta ve bu durum nice
büyük problemleri de beraberinde sürükleyip getirmektedir.
Şu ayet bizler için çok büyük anlamlar ifade
etmektedir: “Yine O’nun ayetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden
kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet
koymuştur. Şüphesiz ki bunda düşünen bir kavim için nice ibretler vardır.”13 Öyleyse Allah
eşler arasında bir sevgi ve muhabbet hâlk etmiştir. Görüyoruz ki Allah-u Teâlâ,
ailenin varlığını koruyup devam edebilmesi için sevgiyi gönüllere bizzat
kendisi koymuştur. Birbirini seven insanlar birbirlerinin kusur ve zellelerini
görmezden gelir, devamlı affetme yolunu seçerler.Fakat aralarında sevgiden eser
bulunmayan kişiler, affetmek şöyle dursun, sudan sebeplerle kavgaya tutuşurlar.
Sevginin temelinde bir çok güzel haslet yatar, bir nevi sevgi, güzel
hasletlerin kökü mesabesindedir. Sevgi nedir bilmeyen insanlardan, diğer güzel
hasletleri beklemek de muhaldir.
Hz. Âişe validemiz, şefkat Peygamber’i (sav) ile
izdivaçları sonrası, kendisini sevip sevmediğini anlamak için efendimize şöyle
diyordu:
-“Ey Allah’ın Resulü, beni seviyor musun?”
–Peygamberimiz:
“Evet ya Âişe, tabi seviyorum” dedi.
Hz. Âişe validemiz nasıl sevdiğini de merak ediyordu.
Hemen sordu:
-“Beni nasıl
seviyorsun?”
Peygamberimiz (sav) sevginin doruk noktalarını,
muhabbetin özünü teşkil eden şu cevabı veriyordu biricik eşine.
-“Kördüğüm gibi”
Hz. Âişe validemiz bu cevaba o kadar çok sevinmişti
ki, nasıl sevinmezdi çünkü kördüğüm açılmazdı, açılamazdı. Âlemlere rahmet
olarak gelen ulvi elçinin bizatihi pâk dillerinden, tahsis olarak şahıslarında
sevdiğini beyan etmesi kadar büyük bir mutluluk olamazdı. Sevda bir ömür değil,
ebediyete kadar devam ederdi. Çünkü ölümden sonra eşler yine cennet
bahçelerinde buluşacaklardı. Ölüm bir son değil, aksine her şey için bir
başlangıçtı. Ve peygamber sevgisi de işte böyle ulvi ve aziz idi. Âişe annemiz
bu cevaptan ziyadesiyle memnun kalmıştı ki, sık sık efendimize kördüğümü
sorardı:
-“Ey Allah’ın Resulü, kördüğüm ne alemde?”
Nezaketin kalbi, müşfik peygamber(sav) her defasında
gözlere ve yüreklere tebessüm ettiren şu muazzez cevabı verirdi:
-“İlk günkü gibi”14
Bu
hadise bizler için eşsiz bir nimet, müstesna bir misal teşkil etmektedir.
Sevgiyi bizzat en sevgiliden öğrenmek, asıl sevgiye ulaştıracaktır bizleri. Ve
yine sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuşlardır: “Erkek hanımına sevgi ve
şefkatle bakar, hanımı da ona sevgi ve şefkatle bakarsa, yüce Allah onlara
rahmetiyle bakar.”15
Toplumların başına her ne musibet gelmiş ise bunlar
derinlemesine araştırıldığı vakit teyit olunacaktır ki, altında sevgisizlik
yatar. Terörizm, anarşizm, kapitalizm vs. hepsinin ortak noktalarından bir
tanesi, sevgi nedir bilmeyen insanların bu illegal yapılanmalarda yer
aldıklarıdır. Zira kalbinde Allah ve Peygamber sevgisi olan bir insan, hiçbir
insana zarar veremez, onları öldürmek, sömürmek şöyle dursun, onları incitmeye
dahi yüreği el vermez. Kuru kuruya şuursuz ve sevgisiz verilen bir eğitim
hiçbir anlam ifade etmez. İnsanlara en başta müspet ilimleri değil, sevgi
ilmini öğretirsek o zaman göreceğiz ki bütün ilimleri hıfz etme yolunda başarı
elde etmişiz. Evvela sevgi dilini öğrenip, sonra muhabbet eğitimini
öğreteceğiz.
Sevgililer sevgilisi Peygamber (sav) huzurlu bir
toplum için ne de güzel söylemiş: “Birbirinize buğz etmeyin,
birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları,
kardeş olun. Bir müslümana, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması
helal olmaz.” 16
Sevgili
Peygamberimiz(sav) sahabesine bir konuda uyarıda yahut telkinde bulundukları
vakit, o yüce insanlar “Anam, babam sana feda olsun Ya Resulallah, Allah ve
Resulü daha iyi bilir” derler ve efendimize itaatlerini kesinkes bir şekilde
bildirirlerdi. Bizlerde 21.yüzyılda diyoruz ki: “Bütün herşeyimiz sana feda
olsun Ya Resulallah, birbirimize buğz etmeyeceğiz, haset etmeyeceğiz,
birbirimize arka çevirmeyeceğiz, kardeş olacağız, din kardeşlerimizle dargın
durmayacağız, sana söz veriyoruz.”
Bizim
de özlediğimiz nesil, hasretini duyduğumuz istikbâlimiz, kalplerinde Allah
aşkı, gönüllerinde insan sevgisiyle, ancak Allah Resulünün evrensel mesajlarıyla
var olabilir. Gönül derinliklerinden gelerek, gözyaşıyla ıslanmış şu şiirim bir
nebze olsun kardeşlik duygusunu anlatabilirse ne mutlu bana.
“SEVGİ
BİR ÇAĞRIDIR
İnsan
ekmeksiz yaşar da
Sevgisiz
yaşayamazmış
Zorluk
diyarlar aşar da
Sevgileri
aşamazmış
Sevgi
insan için fıtrat
Mümine
yakışmaz ifrat
Artık
kötülüğe firkat
Kardeşçe
bir dünya için
Artık
mazlum ağlamasın
Anne
yürek dağlamasın
Kimse
siyah bağlamasın
Müminler
elbette kardeş
Kurandır
bizlere rehber
Hâtemen-nebiyyin
önder
Bir
aşk nurudur peygamber
Kardeşlik haktan çağrı”17
1)Enbiya
21/107 7)Âli
İmran 3/103 13)30/21
2)
İsra 17/23 8)Müslim
İman 93 Tirmizi Sıfatul Kıyamet 14)İbn
Hanbel,Müsned 6;210
3)
Buhari Edep 39 9)Necip Fazıl
Kısakürek-Çile,BDY İst. 15)En-Nebbâhi,El-Fethu’l-kebir/1,276
4)Hucurat /10 10)Şair-Yazar Hamza Kaplan-Hatırat 16)Buhari,Edep,57,58
5)Âli
İmran 3/159 11)Tirmizi,Birr,15;Ebu
Davud,Ebed,66 17)Şiir Hamza
Kaplan
6)Mevlana-Mesnevi 12)Müslim,Fedail 64 Edep 18 www.antoloji.com/hamza-kaplan/
HAMZA KAPLAN
ŞUBAT 2014