güzleri, pırasa, palamut gömülürdü toprağa

yemek için çıkarılırdı kar yağdığında

pırasa ne acıdır, ne de kokardı artık!

palamut; palamut ekmek arasında katık

 

unutulmuş, cücüklenmiş[1], gömüde

Kaşıkara’dan getirilen palamutlardan biri

babam, Taşınbaşında bir çalı dibini eşeledi

süğmüş palamudu özenle yerleştirdi

matarasındaki suyu özenle paylaştı

kenarını taşlarla çevrikledi

 

“-ey balamıd

Hoca’nın dedi-ğibi

bundan keyri “tevekkel Teal-Allah”

işdee görüp göreceğin su bu” dedi

Allaha  haval(e) etti

 

canı kaçık[2] gece yağmurlarından

kaklıklarda[3] birikmiş, durulmuş sudan

küçücük avuçlarımla, su taşıdım palamutcuğa

işe yarama coşkusuyla

 

kuşlar gagasından düşürdü belki

belki sürülerin gevişinden kaldı bir dağeriği

            o yakınlar da dağ eriği yoktu ki

itinayla kökleyip arkadaş ettim ikisini

 

çok geçmeden babam “-İbirem” deye ünledi

seğirttim[4] getdim

            “-bak! yeni yeni süğüyo daa alda ğet ora”

diye dört yapraklı bi payam findesini[5] gösterdi,

 

üşenmedi öğendirenin opsasıyla[6] kökleyiverdi..

komşu, kardeş aile oldular üçü, çalının kuytusunda

dedem çöğürle çonalamış-çotmuş[7] o çalı öbeğini

bir daha ne o payamı gördüm, ne de dağ eriğini

 

 

 

 

 

 

 

her yaz; kekik, süpürge toplamaya gittiğimizde,

akşamları yolma tarlasından dönüşlerimizde

boşaltırdık testimizdeki son suyu palamutun dibine

gün geldi, bebekler uyudu, testiler hıfzedildi gölgesinde

 

biz salıncak kurmaya kıyamadık dallarına

olurda ayrılıverir gövdesinden en güzel dalı diye

o bekçilik etti çobanların azık torbalarına

meyvasını yemekte nasip olmadı hiç birimize

 

işin aslı belki; o da hiç meyvasını sunmadı

Taşınbaşındaki taşlı tarlanın, taşlı palamut ağacı

ama; ondaki yaşama sevinci, o büyüme sevdası

taşın kayanın içinde, sanki bize armağandı

 

eyneli çıkınca, dönüp, oturur, ovayı seyrederdik her kez

bilirdik palamutu.. çıkmadık candan umut kesilmez..

“-her şeye rağmen yaşamak, çabalamak illa” diye

ümitvar eder, bir ebeveyn gibi hayat dersi verircesine

 

palamut öylesine canlı, öylesine iştahlı büyüdü eseldi[8],

öylesine coşkun irekdi[9] öylesine şevkli, süğgündü[10] ki

anam;

“-çuvdu[11], azdı[12] gudurdu bu, havanın gatına bu atıkdı[13] ğetdi,

            içinden geldiğinden değil de, işte öylesine

kimsenin gönlü olmayacağını bile bile

bi-balta vurmalı[14]- gövdesine” dedi,

 

ne salıncak kuruldu  dallarına

ne el sürdük kozalaklı palamuduna

ne gövdesine tımılıyla[15] harfler,

            kalpler kazıdık,

            ne sevdiğimizin ismini

ne de dallarından ayırıp, taşıdık

            öğün etdik tekelere,

ne koç salımından önce koçlara

            ne kurbanlıklara

ne de topal keçiye

 

ama; ne zaman uzun yola, gurbete gitsem

ne zaman şoseden geçsem

sallanarak, adeta beni uğurlardı,

köye dönen yolda beni ilk

o palamut ağacı karşılardı..

 

senli hülyaları olanlar, sana emek verenler var,

her şeye rağmen, büyümenden mutlananlar

hayat her şeye rağmen yaşamaya değer

iste, çabala, savaş, emek ver!

“başarabilirsin”

seni bekleyenler var dercesine

uğurlar-karşılar

palamut ağacı anlayabilene

 

yıllar sonra

“-ölüm hak, mires  helal” diye

üleşdirmiş[16]

            Taşınbaşındaki taşlı tarlayı

            babam kardeşlerine

palamutlu dönüm[17] düşmüş

            bir kütüğün sehmine

 

sanki başka odun yokmuş,

sanki başka işi yokmuş

ilk fırsatta kütük coşmuş,

hınçla ağaç odun olmuş

sanki orda kimse yokmuş,

dememiş ki kimse “-kesme!”

 

sakın kesme

yaş ağaca balta vuran el unmaz[18]

kütükler var

hiç birine kervan gelmez, kuş konmaz

.....

.....

....

sakın kesme

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



[1] cücük: tohumdan çıkan ilk yaprakcıklar, çimlenme, süğme, filizlenme

[2] canı kaçık: ımışık, ılımaya yüz tutmuş

[3] kaklık: taş oyuğundaki yağmur suları birikintisi

[4] seğirtmek / seğitmek / seyitmek : koşmak

[5] finde: fide, fidan, fidancık, şaşırtılacak körpe sebze

[6] opsa: övendirenin ucunda, pulluğun çamurunu sıyırmaya yarayan spatüle

[7] çonmak: birikmek, toplanmak, yığılmak, örelenmek, üşüşmek,

çonalamak: bir şeyin etrafını bir şeyler toplayarak saklamak,

çotmak: etrafını (etrafındakileri kesip kırarak) açmak

[8] eselmek: büyümek, gelişmek, serpilmek

[9] irekmek / irelmek: irileşmek, büyümek, bitmek

[10] süğgün: çok iştahlı büyümüş sürgün, şaha kalkmış taze dal, azgın fidan, filiz,

[11] çuvmak / çıvmak: azmak, gelişmek, serpilmek, gökyüzünü kaplamak, olağandan fazla ve hızlı gelişmek, sapmak, yaban gitmek, sıçramak

[12] azmak(bitki için): meyve yerine büyümeye devam etmek

[13] atıkmak: olağandan daha erken ve cüsseli gelişmek

[14] gövdesine balta vurmak: azan ağacın çiçeklenip, meyveye oturması için (heyvah der, ömrü boşa geçirmeyen, meyva-tohum-tohur vermeden ölmeyen deye) böyle bir adet varmış

[15] tımılı: sapı kırılmış, sapsız bıçak,

[16] üleşmek: paylaşmak, üleş: hisse, pay

[17] dölüm (dönüm): 40x60 adım 1500 m2 civarında tarla

[18] Sakın Kesme: Mehmet Emin Yurdakul

( Palamut başlıklı yazı İ.ÇELİKLİ tarafından 2.06.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu