Yukarıda gördüğünüz ve geri kalanlarını kameraya sığdıramadığım tepsi tepsi salçalar benim, evet sadece benim zaferim. Ama gel gelelim bu zafere ulaşmak hiçte kolay olmadı!


Bilirsiniz, Eylül ayının gelmesi ile birlikte evleri bir telaş sarar, hemen hemen her aile kışlık yiyecekleri için hazırlık yapmaya başlardı. Turşular kurulacak, konserveler kaynatılacak, tarhana yapılıp kurutulacak ve illa ki yemeklerimize o eşsiz tadını ve rengini veren biber ve domatesler salça olacaktı.


On senelik evliliğim boyunca açık söylemek gerekirse ben bunların hiçbirini evet hiçbirini yapmadım. Bizim evimize bu yiyecekler ya kayınvalidemgilden yada annemgilden bir şekilde hazırlanıp gelir girer ve bizde kışın afiyetle tüketirdik tüm bunları. Ta ki bu seneye kadar.!


Bu sene ben iyileşip her iki taraf hastalanınca eşimi bir hüzün sardı. Şimdi bizim bu kışlık, olmazsa olmaz yiyeceklerimizi kim yapacaktı?

Yaklaşık bir aydan beri evde kasırgalar koparan, fırtınalar estiren bu sual askıya alına alına en sonunda benim zihnimde cevabını buldu:

-Hazır alacağız hayatım!

-Ne, hazır mı? Ama ben dışarıdan yemeyi sevmiyorum ki canım, ne olur sanki yapsak?

- Bak canım salça, öyle turşu yapmak, konserve kaynatmak kadar kolay değil. Onun bir haşlama, kavurma, kurutma faslı var ki hiç sorma. Havada bulut sen salçayı unut.! Güneş mi kaldı gökyüzünde, hıı?

Bu fikrime pekte olumlu bakmayan eşim ıh mık, mırın kırın diyerek en sonunda kabullenmiş gibi görünüp susmuştu yada ben öyle sanıyordum. Meğerse içten içe yiyormuş kendini garibim...

Geçen cumartesi anneciğim ölmüşlerimizin ruhuna Yasin-i Şerif okutturdu, Allah kabul etsin. Evimizde çocuklar hariç elli misafir ve tevhidimiz de her zaman olduğu gibi yemekli. Ve tabi annem rahatsız olduğu için yemeklerin yapımından tutun da dağıtımı ve bulaşıkları dahi kız kardeşim ve bana kaldı. Anlayacağınız her ikimizde o gün çok yorulduk.


İşte ne olduysa o gün oldu. Tam misafirleri uğurladık kız kardeşim ile bacak bacak üstüne atıp kahvelerimizi yudumluyorduk ki çalan telefonumun sesiyle tüm keyfim, neşem hatta ve hatta yorgunluğum da dahi bilmediğim şehirlere ülkelere kaçıp gitti....
Arayan eşimdi.

-Hayatım merhaba, ne yapıyorsun?

-Ne yapayım canım ya, tevhidimiz yeni bitti. Misafirleri uğurladık, kahve içiyoruz baldızınla. Akşam sen de buraya gel istersen, yemeği burada yiyelim sen nöbete giderken beni eve bırakırsın olmaz mı?

-Şey, olurdu tabi de ben sana sormadan birşey aldım. Biz yemeği evde yiyelim en iyisi.

-Ne aldın canım?

-Şey!

-Ney canım ney?

-Şey işte canım, sen eve geç ben on dakikaya evde olurum. Sürpriz, söylersem tadı kaçar...

-Tamam hadi öyle olsun!

-Görüşürüz hayatım.

-Görüşürüz.

İçimde bin bir şüphe korku ve merakla alelacele kahvemi yudumlayıp eve geçtim. Bir de ne göreyim!

Tam oturma odamın ortasında yere serilmiş kocaman bir sofra bezi, üzerinde kilogram miktarını öğrenemediğim bir sürü biber ve yere bağdaş kurarak onların içini dışını çıkarmaya çalışan eşim.

Aman Allah'ım bu bir kabus olmalı, dememe kalmadan pişmiş bir surat ifadesi ile:

-Haydi canım, Salça yapalım.

Sanırım insanın kanının beynine sıçraması durumu böyle bir durum.
Bende poyraz karayel evde fırtınalar esiyordu o an. Ama biberler alınmış ve nasıl bir başarıysa iki leğen ayıklanmış bir biçimde ortada duruyordu.

-Hayatım sen ne yaptın ya, ben ne kadar yorgunum, hem biz bu salça konusunu kapatmamışmıydık. Neden böyle yapıyorsun yaaaa, ne yapacağım şimdi ben, offf offf.

-Ya ne var sanki yapsak. Sevmiyorum işte ben hazırı. Kim bilir nasıl yapılıyor, yıkıyorlar mı, çürüğünü pisliğini seçiyorlar mı? Midem almıyor işte. Hem bende yardım edeceğim sana çarçabucak yapıveririz işte.

-Offf offf. Ya sen gece nöbete gitmeyecek misin? İzin mi aldın, dalga mı geçiyorsun, anlamadım ki. Sana uğraşamam dedim, illa dediğin olacak de mi?

Yaklaşık iki saat süren bu tartışma baktım ki bir yere varmayacak bir güzel bağdaş kurup bende başladım biberleri ayıklamaya. Bir biber iki biber üç biber....Allah 'ım yorgunluktan ölüyorum! Bilmem kaç leğen dolusu biber, şükürler olsun ayıklandı sonunda...

Kalktık. Hepsini leğen leğen mutfağa taşıdık. Zaten küçücük olan mutfağım koca koca leğenlerle doldurulunca daha da bir küçüldü. Mutfakta hareket etmek neredeyse imkansız. Tam o sırada eşim hadi yemek yiyelim demez mi?

Sinirden üç buçuk atıyorum ama ne çare. Oflana poflana yiyecek birşeyler hazırladım ve yedik. Büyük bir tencerem vardı. Onunla ocağa su koyup kaynamasını beklerken bir taraftan da tek tek biberleri yıkamaya koyuldum. ;Ben odaya geçeyim, bir sigara yakayım gelirim; diyen eşim ortalıktan kayboldu. Ne sesi çıkıyor ne soluğu. Nerede kaldı bu?

-Hayatım neredesin ya, ne bitmez sigaraydı bu. Puro mu yaktın, anlamadım ki? Haydi su kaynamak üzere biraz da sen yıka şu biberleri, offf!

Sesleniyorum, sesleniyorum ama faydasız. Sorularımın hiçbirine cevap yok!

Merakla ellerimi yıkayıp odaya doğru yol aldım. Eşim kızımızı da yanına alıp bir güzel uykuya dalmış. Bağırmasam olmuyor, bağırsam kızım da uyanacak. En iyisi ortalık sessiz, elime ayağıma dolaşan kızcem yokken rahat rahat yapayım bari işimi diyerek mutfağa geri döndüm.
Yıka yıka sonunda yıkama işlemi de bitmişti. Kanayan suya bilmem kaç sefer biber atıp bilmem kaç kez süzgeçten suyunu süzdüm hatırlamıyorum ama sonunda haşlama işi de bitmişti. Telefonunun alarm sesiyle uyanan eşim üzerini değiştirip yanıma geldi...

-O hayatım, saat oniki olmuş. İyi iyi bitirmişsin. Bak o kadar söyleniyordun. Ne var yani, bitmiş işte.

Elimde süzgeç onu odadan odaya kovalarken apartman sakinlerimizi azıcık rahatsız etmek pahasına bağırdım, çağırdım!

-Ya tabi tabi, bitirdim tabi. Dalga mı geçiyorsun sen benimle! Bugün şiirim de güne gelmişti. Senin yüzünden ne dinlenebildim ne sayfalara bakabildim. Hani yardım edecektin sen bana. Offf... Şimdi de nöbete gidiyorsun işte. Daha bu biberler süzgeçten geçirilecek, kaynatılacak, güneşi görürsek kurutulacak, nerede bitti benim işim, Nerede? Allah bildiği gibi yapsın seni emi....

-Ya birtanem sana kaç defa diyeceğim, '' Senin şiirin benim! '' Dur bırak o kevgiri, bak canım acıyor yaaaa... Günler çuvala mı girdi, yarın yaparsın!

Diye diye ellerimden kurtuldu ve işe gitti. Bende çaresiz haşlanan biberleri buzdolabını boşaltıp, soğumasını bekleyerek leğen leğen dolaba istifledim. Kızımı odasına alıp, ortalığı toparladıktan sonra uyumak için odama geçtim. Saat ikiye geliyordu, dinlenmeliydim.Son şiirimi yazdım ve adını koydum...Son şiir biraz biber karışımlı ve kokulu olsa da başlığı eşimden !  Tabi ki şiiri sonra yayınlayacağım...

Yarın zor bir gün olacaktı.

Sabah oldu. Eşim işten gelmiş yanıma bir güzel kıvrılmış uyuyordu. Neyse ki bugün pazardı ve bütün gündüz evde olacaktı, yaşasın!

Kızıma ve kendime kahvaltı hazırlayıp biberleri süzgeçten geçirdim. Böyle rahat yazdığıma bakmayın, hayli zaman aldı. Yaklaşık dört saat.

Peki bu kadar biberi nerede kavuracaktım ben? Benim kazanım yok ki, offf offf!

Beynimi kemiren bu soruyla eşimin yanına yatak odamıza doğru yol aldım.

-Uyan bakalım bey efendi. Bu salçayı nerede kavuracağım ben, söyle bakayım bana?

-Haşladığın tencerede hayatım, haşladığın tencerede!

-Ya birtanem etme eyleme, tamam o tencere büyük ama bu kadar süzülmüş salçayı içine almaz o. Bir sefer hadi onunla kavurdum diyelim, ya gerisi ya gerisi?

Bırak da azıcık daha uyuyayım, diyen eşim sorularıma cevap dahi vermeden uykusuna geri döndü. Çaresiz o tencereye süzgeçten geçirdiğim biberlerin bir kısmını koydum ve kavurmak için ocağa koydum. Bir su bardağı zeytinyağı ve bir su bardağı tuz ekleyip kalanları ne yapacağım diye kara kara düşünmeye başladım. Bir yandan bağırıyor bir yandan düşünüyordum ki eşim sesime uyuyamamış, mutfağa yanıma gelmişti.

-Yani ne var bu kadar söylenecek, bizim yemek tencereleri ne güne duruyor. Onlara dökelim, dört gözlü ocak, hepsi bir kavrulmaya kavrulsunlar işte.

Tamam deneme kalmadı geri kalan süzgeçten geçirilmiş biberleri leğenlerden boşalttı. Üç tencere daha dolmuştu ama hala iki leğen biber vardı kavrulmayı bekleyen. Tabi ona da çözüm bulundu. Büyük tenceredeki kavrulunca en son o kaynatılacak, kavrulacaktı. Tavsiyelerini bir güzel sıralayıp, bunlar kavruladursun bende bu arada balığa gideyim deyip evden çıktı. Neymiş akşama bana ziyafet çektirecekmiş miş!

Yaaa gitme, desem de tüm ısrarlarıma rağmen elbette benim çenemi dinlememek için :) evden kaçtı. Bari çocuğu da al be adam.

-Ya hanım düşer müşer, etme eyleme. O çizgi film izler, derslerini yapar, uslu durur benim kızım uslu durur seni hiçççç rahatsız etmez...


Eşimi uğurlayıp mutfağa geri döndüm ki ne göreyim? Bizim dört ocağın dördünün üzerindeki tencerelerden evin tabanına hatta yerlere hatta ve hatta fırının yan duvarına kadar salça sıçrıyor. Allah ım öyle bir sıçrıyor ki yetişmek imkansız. Dört tencereyi birden elimde tahta kaşıkla karıştırır babam karıştır. Mutfağım batmış, ağlamanın yolunu bulamaya bulamaya kavrulan salçaları bir güzel döktüm tepsilere. İki leğendeki son süzgeçten geçirilmiş biberleri de büyük tencerede ile ocağa koyup tepsileri tek tek balkona çıkardım. Aynı işlemleri son tencereye de uygulayıp onu da kavurdum ve tepsilere döktüm. Hepsinin üzerini temiz tülbentlerle örttüm ve kurumaya bıraktım.

Şimdi mutfağı temizleme vaktiydi. İyi ki aspirin var.Bu aspirin öyle bildiğiniz aspirinlerden değil. Bir nevi leke çıkarıcı, her türlü zeminde eşyada ve hatta kıyafette güvenle kullanabilirsiniz. Biraz reklamı olacak ama aspirin, her derde deva... Bütün mutfağı onunla bir güzel ovup silip yıkayıp dinlenmek için odaya geçtiğim de saat dokuz olmuştu. Zil çaldı, eşim elindeki poşeti uzattı.

-Şimdi ziyafet zamanı canım. Ben bir ellerimi yıkayım, sonra bu balıkları yıkayıp kızartayım da yiyelim. Bak bu aksam parmaklarını yedireceğim sana. Yanına da bir salata, ohhh ohhh...Bu arada bitti mi salça?


-Heee, bitti. Çok yardım ettin ya, sağol! Ya Allah aşkına kaç kiloydu bu biber, söylesene. Mutfak battı, haberin var mı? Ziyafet çektirecekmiş, öldüm ben burada, öldüm!

-Kaç tepsi çıktı?

-Sekiz.

-Hımmm... Demek pazardaki adam haklıymış. Her tepsi bir buçuk kiloluk kavanoz doldursa....

-Bir kere daha kuruyacak o tepsidekiler, sen kaç kilo çıktığını bırak da bu biber kaç kiloydu onu söyle!

-60 kg canım. Dörtte biri kadar salça çıkar dediler. Bi kurusa da baksak. Ben şu balıkları hal edeyim hadi. Gel yanıma, çok yoruldum sende salatayı yapıver...

-Hıh çok yorulmuş muş. Allah ıslah eylesin seni emi!

Neyse eşim balıkları yıkadı ve kızarttı ben de salatayı yaptım.Yemeğimizi yedik. Salça maceramız burada sona erdi derken eşim balkona çıkıp bir sigara yaktı.


-Ohhh, şu kokuya bak beee, mis mis. Bir tepsi, iki tepsi... Ya canım tarhana da mı yapsak ne?

-Öldürürüm seni, seni Öldürürüm! Sakın, sakın....!

İnşallah bu hafta elinde bir çuval un, bidon bidon yoğurtla gelmez! Yoksa bu sene şiirlerimi zor okursunuz :)))

Bakalım bizim salçalar kuruyunca kaç kilogram salçamız olacak. Umarım seneye kimse hasta olmaz yoksa yine ben hasta olacağım!

Salçasız bir ekim geçirmeniz dileğimle....
( Haydi Canım Salça Yapalım başlıklı yazı Şiirle.ŞAİRİ tarafından 6.10.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu