Tombul, fakat iri yarı 13 yaşında bir çocuktu elime geldiğinde Orhan…
Önceleri sessiz sakin, kısa bir süre sonra da alabildiğine açıldı birden…
Bir gün sınıfa girip yoklama aldıktan sonra, dersi tahtada işlemek üzere kalktığımda, tebeşir yoktu; o ara idarede de tebeşir kalmamıştı. Sağa-sola baktım yazı yazabileceğim küçücük bir tebeşir parçası dahi bulamadım.
Arkadan birisi:
- Hocam Orhan’da tebeşir var.
- Orhan’a dönüp sende tebeşir var mı, varsa niye vermiyorsun, deminden beri tebeşir aradığımı görmüyor musun?
- Orhan evet, var ama veremem!
- Neden vermiyorsun?
- Çünkü başka bir hocanın emaneti, kusura bakmayın kesinlikle veremem, deyince gülümsedim ve:
- Aferin, ben de olsam vermezdim. ‘Emanete riayet inancımızda oldukça önemli bir haslettir.’ Cümlesini sarf ettikten sonra o gün dersi, tahtayı kullan(a)madan kitaptan işledik.
Sonra ben Orhan’ı yakından tanımak istedim… Anne-babasını hiç görmemiş, amcası o yaşına kadar büyütmüştü.
- Annen-baban vefat mı ettiler Orhan?
- Hayır, ama ben doğduktan sonra babam annemden ayrılıp, gidip de bir daha dönmemiş ve İstanbul’da başka biriyle evlenmiş, amcamın anlattığına göre…
Orhan amcasına baba, yengesine de anne diyerek büyümüştü ve onları çok seviyordu.
Bunları öğrendikten sonra Orhan’la yakinen ilgilenmeye başladım, kendi çocuğum ve kardeşim gibi, hatta belki daha öte…
Kendisine maddi ve manevi daima destek olacağımı, herhangi bir problemi veya ihtiyacı olduğunda bana gelmesini tembihlemiştim… O da öyle yapıyordu ve her şeyini benimle paylaşıyordu…
O zaman bulunduğum okula fotokopi makinesi ve bilgisayar yeni gelmişti. Sınav kâğıtlarımızı, müdürümüz sağ olsun bozulabilir ihtimaline karşı çekmemize izin vermeyince, kendi imkânlarımızla ya şehir merkezinde veya vaktimiz varsa bulunduğumuz ilçenin okula gidiş geliş 30 dk. Mesafesinde paramızla çektirip sonra bu paranın toplayabildiğimiz kadarını öğrenciden topluyorduk… Lâkin çoğu zaman ders yoğunluğundan sınav sorularını çoğaltma imkânımız olmuyordu.
Dürüstlüğünden son derece emin olduğum Orhan’ı kendi dersimde soruları fotokopiyle çoğaltıp çektirmesi için ilçe merkezine gönderiyordum ki, kendi sınav sorularına bile hiç bakmadan verilen görevi defalarca eksiksiz bir biçimde yerine getiriyordu…
Muhabbetimiz gittikçe ilerliyordu.
Orhan, okulumuzun pansiyonunda kaldığından, hafta sonu çarşı iznine çıktığında ara sıra evimize gelirdi ve zaten evimizin bir ferdi gibiydi artık. Bazen evimizde yatılı da kalırdı…
13 kişilik özel bir sınıfın öğrencisiydi ki, bu sınıfa bir gün dışında her gün dersim vardı.
Özellikle Cuma günü bu sınıfta şiir günümüzdü. Şöyle ki, herkesin bir şiir defteri vardı. Arkaya geçip otururdum ve güzel yazı yazan bir öğrenciyi tahtaya kaldırıp, doğaçlama söylediklerimi tahtaya, diğerleri de defterlerine yazarlardı… Bir öğrenci de benim adıma yazardı. Bu yazdıklarımızı da hece ölçüsüne göre yazardık. Şiir bittiğinde, öğrenciler altına benim ismimi açıp tek tek imzalatırlardı… Bu şekilde onlarca şiir yazdık. Akşam eve geldiğimde o günün şiirini bilgisayarıma geçer arşivlerdim. Hatta bir gün hiç unutmam; bir derste 50 kıtalık bir şiir yazmıştık. Sonra ben bu şiiri 215 kıtaya kadar çıkarmıştım… Fakat o şiiri kaybettim…
O yıl tatile girmeden Orhan’a dedim ki, seni bizim oğlana kirve yapacağım; niyetim gerçekten onure etmekti. Ama nasıl olur ben daha küçüğüm, bir de amcama danışmadan, izin almadan olmaz, dedi.
Amcasının ev telefonunu aldım. Kendileri bulunduğum şehrin en ücra ilçelerin birinde yaşıyorlardı.
Ağustos gibi aradım ve durumu izah ettim.
- Tamam, olsun ama bizim adetlerimiz var ona göre kabul ederiz…
- Anlaşırız nedir ki, adet ve şartlarınız?
- Bir otobüs dolusu insan geliriz ve sünnet düğünü masraflarını tamamen biz karşılarız deyince, orada dur dedim.
- Gelin ama on kişiyi geçmeyeceksiniz ve masraflara da karışmıyorsunuz, çünkü benim derdim zengin bir kirve bulup masrafları ona yığmak değil biliyorsunuz… Allah razı olsun Orhan’a anne-baba sevgisini fazlasıyla vermiş ve çok güzel yetiştirmişsiniz. Şimdi de ben kendisini tabiri caizse ödüllendirmek istiyorum, lütfen deyince, o zaman eyvallah tamam; nasıl isterseniz hocam diye cevap verdi.
Derken mezun olarak, amcaoğulları gibi ticaretle ilgilenip bir an önce hayata atılmak ve bundan dolayı da vatan borcunu hemen eda etmek istediğini bana söyleyince, tercihine saygı duyduğumu kendisine ifade ederek askere gönderdim…
Verdiğim öğütlere göre hareket edince üstün başarılarla görevini ikmal edip sağlıkla döndü…
Bana abi diye seslenen Orhan, şu anda İstanbul’da kendi işinin patronu, geniş bir evi, eşi ve bir kızıyla mutlu bahtiyar olarak hayatını sürdürmektedir. İrtibatı hiç koparmadık…
Biz onu seviyoruz o da bizi. İşi, gücü rast gelsin değerli kardeşimin…
MFK