Hakim kırdı
kalemini ve verdi hükmünü: "Sonsuza
değin ayrı kalmalarına...." Adam başını öne eğdi biliyordu kararı. Alnına
yazılmıştı ezelden, itirazı olmazdı elbet. Giydirdiler yalnızlığın elbisesini
tecrit ettiler sevdiği kadından bir ömür boyu.
Kadını demir
parmaklıkların dışına, adamı içine hapsettiler. Kavuşmaları mümkün
değildi,sarılmaları, konuşmaları bir daha!
Adam müebbed
yemişti, kader kederdi ona. Adam dört duvara bakıyordu ve ağıt yakıyordu. Demir
ranzalar deliyordu yüreğini, soğuktu. Kadın, adamın bu dünyadaki imtihanıydı.
Ve kadın gitmişti
adamdan bir kasım ayında. Adam hüznü soluyordu her soluk alışverişinde. İçi dışı
tıka basa hüzün doluyordu her soluyuşunda. Soluyordu bir yaprak gibi damar
damar ve kuruyordu suyu çekilen bir can gibi azar azar. Sigara kağıdından
gazete parçasına kadar her şeye yazdı adam acısını. Peçete kağıdından kese
kağıdına kadar yazılabilecek her şeye...
"Kaç ay oldu konuşmayalı seninle, kaç
hafta oldu gülüşmeyeli, kaç gün oldu işveleşmeyeli... Buna can nasıl dayanır
hesap etmez misin? Yoksa umursamaz mısın sesine hasret kaldığımı? Gözlerine
mahkum olduğumu, ömrüne demir attığımı... Yoksa bilmez misin nasıl sevdiğimi seni?
Ömrümü bir oyunda öne sürer gibi sana sunduğumu, sustuğumu böyle sağır
edercesine, kendimi heba edercesine..."
Adam inceden
inceye işliyordu hüznünü yazdığı her kağıda. Kağıt bile onun yüreğinden sarf
edilen bu sözler karşısında tutuşmuş yanmıştı. Kalpten bir yanrdağın ifrazatı
gibiydi kelimeleri. Lav gibi yakıyordu değdiği her yeri.
"Kahrolduğumu geceleri ağlaya ağlaya, yüreğimi
yokluğunla dağlaya dağlaya... Söylesene
nasıl da koyuyor yalnızlık adama? Nasıl da dokuz doğurtuyor sensizlik? Hiç
bu kadar hüzünlenmemiştim. Sağılmamıştım gözlerimden. Gök neden karanlık böyle?
Yıldızlar neden çıkmıyor ortalığa? Ay nerede, güneşe ne oldu? Kim çaldı
gözlerimdeki seni?"
Aşk kağıda
yazılmıyordu çünkü kağıt yanıp kül oluyordu. Öyle aşklar var ki bu yalan dünyada
cehennem bile serin kalıyor bu aşkların karşısında. Yürek nasıl yanmaz değil
mi, nasıl kül olmaz?
"Kaç ay oldu seninle konuşmayalı? Bu
kadar kalabalık da kim oluyor? Başıma üşüşmüş kargalar gibi... Bana herkes lazım
değil bir tek sen lazımsın. Boşuna toplanıyorlar başımda, boşuna konuşuyorlar.
Bana senin olmadığın her yer cehennem... Senin olmadığın herkes yabancı... Sesine
alışmıştım; nefesine, gülüşüne... Kızışına bile hastayım şimdi, küsüşüne... Bir
tek gidişine razı değilim. Ardına bakmadan gidilir mi böyle? Şaka mı bu yoksa,
oyun mu? Çok uzadı ama!"
İnsan sevdiğine mahkum olur mu? Onun yokluğuna hüküm yer mi? İnsan
sevdiğiyle idam edilir mi? Demir parmaklıklar değildi adamı mahkum kılan. Kör
ranzalar değildi onu mahkum eden! Dört duvar değildi onu sınırlayan. Sevdiği
kadının ilgisiz kalışıydı asıl mahkumiyet, uzak duruşuydu. Nemli bir duvara
dönmüştü ağlamaktan adamın bedeni. Küf gibi bir yalnızlığı soluyordu.
"Kaç ay oldu gideli benden? Hüzne
salalı beni, kahredeli, yıkalı...Elimden ne gelir bilmiyorum? Sonsuz bir elem
içindeyim. Yalnız konulduğum bir çöldeyim, içine atıldığım bir Yusuf
kuyusundayım. Sensiz bu dünyada göçebeyim. El mi oldun şimdi sen bana? Yel mi
oldun esip gittin çok uzaklara?Sesimin yetişemediği, elimin uzanamadığı... Gözümün
eremediği, aklımın yetemediği... Hayal mi oldun şimdi sen bana, yalan mı oldun?"
Kızgındı, belki de kırgındı ama hep umutluydu adam. Sevmenin gideremediği
keder yoktur diye düşünüyordu. Ve içinde sevdasını büyütüyordu. Gözyaşlarıyla
suluyor, hüznüyle besliyordu.
"Kaç ay oldu gideli, beni böyle sensiz
koyalı? Hasretini ömrüme dolayalı, cana kıyalı? Bir cesetten farkım yok! Her katil
suç mahaline dönermiş bir gün, hasretle seni bekliyorum."
Adam aşk mahkûmuydu, kadına müebbed yediği... Tel örgüyle ömrünü ördüğü...
Adamın gözleri, demiri deler gibi bakıyordu. Dört duvarı yıkar gibi... Gelmeyecek
olanı bekler gibi! Umutla, aşkla ve iştiyakla bekliyordu adam, günler tükenip
gitsede... Ölüyü diriltmek gibi bir bekleyişti bu! Her ölüye bir İsa gerekti.
Ve İsa mutlaka gelecekti.