“Halamoğlu
Selami”
Çocukluğumun
nasıl geçtiğini, nasıl bir aile içinde büyüdüğüm, çocukluk arkadaşlarımdan ve
akrabalarımdan kimlerin bende iz bıraktığını
düşündüğümde, aklıma halamoğlu Selami gelir. Hayatının, büyük bölümü hem renkli
hem üzücü geçti. 1960 lı yıllarda mahallenin çocuklarının elinde şimdilerde
olan fabrikasyon şişme futbol topları yoktu. Futbol topunun dış meşin kısmı yarıldıkça,
yorgancı iğnesi ile dikiliyordu. İç şişme lastik balon tamiri ise otomobil
lastik tamircilerinin elips şeklinde etrafı çelik çemberli aygıt üstünde
bulunan küçük mengene, patlak olan iç lastik üzerine eski iç balondan kesilen
lastik parça ile birlikte sıkıştırılırdı. Aygıt içindeki yanıcı kimyasal madde
kibritle tutuşturularak lastik parçanın topun iç lastiğine kaynaması
sağlanırdı. Topu şişirmek için Yeşilköy’den uzak sayılacak bir mesafede olan
benzinciye giderek, hava pompası ile topun şişirilmesini sağlamak her zaman
olanak dışıydı. Bir taksi veya jeep bulunur, her tarafı yamalı meşin futbol
topunun içinde bulunan ince hortumlu
lastik balonunun ucu, araba lastiklerinden birinin subabına geçirilir ve bir
çöple subap iğnesine bastırılarak lastikteki havanın futbol topuna geçmesi
sağlanırdı. Mahallenin sık sık yama isteyen meşin futbol topunun şişirilmesini
sağlayan diğer bir olanak, mahalle kalecimiz halamoğlu Selami idi. Çok kuvvetli
ciğerleri olması sayesinde iki kişinin zor şişirdiği futbol topunu bir nefeste
şişirirdi. “Sen büyüğünce milli futbol takımına mutlaka alınırsın. Çünkü onlara
senin gibi nefesi kuvvetli bir top şişiricisi mutlaka lazım olacaktır.” şeklinde
takılırdık. Sonradan kuvvetli ciğerleri sayesinde Ankara’da opera sanatçısı
oldu. 10 yaşındaki bir çocuk tarafından kandırılacak kadar saf ve temiz bir
adamdı. Bahçe düzeni için getirdiği ustalara yapacağı iş için anlaştığı paranın
bir kısmını önceden vereceğine, paranın tamamını verirdi. Ustalar da işi yarım
yapar ortadan kaybolurlardı. Istanbul Yeşilköy’de büyüdüğü köşkü bir gün mutlaka
satın alacağından bahsederdi. Bir gün köşkün bulunduğu yere gitmeye karar
verdi. Ancak, köşkün yerinde yeller esmiyor, arsanın üstünde 10 katlı bir bina
yer alıyordu. Madem köşk tarihe karışmıştı, hiç olmazsa bu binada hatıra olsun
diye bir daire satın almak mümkün olamaz
mıydı? Binanın yöneticisini bulacak, hem kendisi ile tanışacak hem de bu
fikrinden kendisine bahsedecekti. 10 katlı binanın 5 nolu dairesinde oturan
yöneticinin kapısını çaldı. Yöneticiye, kendinin tanıttı ve bu bina yerinde
bulunan köşkte büyüdüğünü, buraların o zamanlar ne güzel bağlık bahçelik
olduğunu anlattı. Köşk ortada yoktu ama hiç olmazsa hatıra olması için bu
binada kendisinin satın alabileceği bir daire olup olmadığını sordu.
"Satılık
dairemiz yok. Ancak, ben size kendi dairemi satabilirim.”
“Siz
otururken dairenizi ben nasıl satın alabilirim?”
Yönetici,
oturanlardan çok dertli olduğundan böyle bir teklifte bulunduğunu söyledi.
”Beyefendi
nerede o eski İstanbul insanı. Binanın, ilk üç katı Malatyalı, Diyarbakırlı ve
geri kalanlar da bir katta sözleşmiş gibi Anadolu’nun diğer illerinden gelen
ailelerce, ya satın alınmış ya da hemşehirli arkadaşlarına kiraya verilmiş
durumda. Bu Güney Anadolu kökenli vatandaşlarımız teker teker belki fena insan
değiller. Ancak, bizim binada haftada 2 gün sıcak su veriliyor. O iki gün, aile
fertleri dışında Istanbul’un muhtelif
yerlerinde irili ufaklı işlerde çalışan hemşehirli olanlarını evlerine banyo yapmaya çağırıyorlar. Aşırı
yüklenme nedeni ile binanın elektrik trafosu sık sık atıyor. Bu
vatandaşlarımızın, daire kapısı önündeki ayakkabı nüfusunda ne zaman bir artış
görsem, o gün binanın elektrik trafosu aşırı yüklenme nedeni ile kısa devre
yapıyor. Ne olur akrabalarınızı banyo yapmaları için eve davet etmeyin. Aksaray’da
hamam var paralarını ben vereyim orada yıkansınlar dediysem de başarılı
olamadım.” Yöneticiden izin isteyip kalktı. Bina önünde az da olsa bulunan
bahçe içinde çıkış kapısına doğru yürürken başını kaldırıp etrafına bir göz
attı. Etraf çocukluğunun geçtiği Yeşilköy’e hiç benzemiyordu. Tek katlı evler
gitmiş. O güzelim çınar ve incir ağaçları kesilmiş ve yerlerine en az 10 katlı
buğday silosu gibi uzun binalar dikilmişti. Karısı, bale sanatçısıydı ve çok
para harcayan bir kişi idi. Mücevherimi düşürdüm diyerek Selami’ye yeniden
mücevher aldırırdı. Evinin banyosuna, kendini güzel görmek için 13 adet spot
lamba ve aynalar yerleştirdi. Parası çok olmasına karşı, büyük küçük esnafa
borç para takardı. Bir gün kışlık evlerinin bulunduğu apartmana girdim bir
adam, bizim yengeyi soruyordu. ”Tamam benim yengem olur ve burada üst katta
oturuyor. Ben yardımcı olayım.” “Ağabey, kaç gündür geliyorum evde olduğunu
biliyorum kapıyı açmıyor. Banyosuna 13 adet spot lamba taktım. Bir aydır paramı
alamadım.” Selami’nin, paraları gün ve gün eriyordu. Paraları hesapsızca
harcaması ve bir yandan kadının yetişkin çocuğu ile anlaşamaması kayınpeder
baskısı gibi sebeplerle 4 yıl içinde elde avuçta ne varsa hanımına vererek
boşandı.. İş dedi olmadı, eş dedi olmadı.
Ailesini terk etmesine sadece karısı ile eski eşinden olan çocuk değildi
tek neden. Kayınpederdi eşine büyük çapta etki eden. Dese de kocanım ben
gidelim bu evden. Eşi benimsemedi. Kayınpeder tek hakimdi evde sözü dinlenen.
Kalamazdı büyük kentte Bağ-kur sigorta emekli parasıyla. Köye dönmeyi koydu
artık kafasına. Selami, halamın mezarının olduğu ve kendinin doğduğu köye
ilaçlarını alarak yerleşti. Köye dönmesi onun için iyi oldu. Köyde buldu güzel
bir dul ebe. Dedim biraz avunur unutur artık geçmişi. Kalan ömürlerini
geçirirler birlikte. Arada telefonla sorardım. Nasıl gidiyordu ebeyle işi? Ebe
den değil Kur’an dan Muhammed’den söz açar oldu. Değildi ne gençliğinde ne de
evliliğinde dindar. Köy müezzini izinli olduğunda yerine ezan okuyacak kadar. Benim
de nüfusumun kayıtlı olduğu Kozan köyüne ilk kez gittim bu yaz. Halkı gibi
şirin mi şirin bir köy. Yazın köy önünden geçen dereye alabalık, kışın da
tepelere bıldırcın avına gidiliyordu. Baktım, halamoğlu cebinde müezzin kepi
taşıyor.
“Selami
ağabey bu yaştan sonra sendeki bu dindar hal nedir?”
“Köyde
camiye, kahveye gitmezsen görüşmüyor kimse senle. Bir yatkınlığım varmış ki başladım
Kur’anı hatmetmeye. Müezzin arkadaş dedi sende var bir cevher sesin
terbiyeli ezan ve hutbe okumaya caiz
gider. Ara sıra benim yerime bir bakı ver. Bak sonra halk sana çok itibar eder.
Şimdi öyle saygın kişiyim ki artık köyde, kahvede herkes buyur eder, imam kadar
benim de sözüm geçer.”
“Nereden
anladın sana olan bu saygın anlayışı?
“Sık
sık halanın mezarına dua okumaya giderdim. Baktım halanın mezarının üstünde
kuru otlar bitmiş. Başladım kuru otları yolmaya. Yolmayla temizlenecek gibi
değil, karar verdim yakmaya. Tutuştu mu mezarda ve yakındaki mezardaki çalı,
çırpı, ot bütün bütün. Kahveye camiye yardım için koştum. “Yardım edin mezarlığı
yaktım koşun!”
“Uğraşma boşuna inandıramazsın yanlış
yaptığına, başkasının suçunu üstüne alır korursun zorda kalanı.” Kimseye mezarlığı tek başıma yaktığıma inandıramadım.
Komşu köyden takviye itfaiye sayesinde zor söndü mezarlık. Halanoğlu Selami
şimdi köyün en itibarlı yedek müezzini ve harika bir din adamı. Ancak, köy
kahvesinde benim mezar yakmam alay konusu oldu. Tv de komşu civar köyde,
ormanda bir yangın haberini gördüklerinde, işittiklerinde. Evime adam
yolladılar.
“Hele
gidin bir bir bakın Selami evde mi, yoksa yangın yerinde mi?”
Erdil
Ünsal