“Ulaşım sıkıntısı”
Yeşilköy Atatürk Havaalanı uçuşlara
kapanmadan önce bir Pazartesi günü 14.10
THY uçağı ile Ankara’dan “Kadın sorunları ” konulu toplantıdan dönüyorum. Toplantı,
kadın sorunlarında bir iyileşme sağlanma umudu taşımaksızın gene kem küm dedim
dedi havanda su döğme söylemleri içerisinde geçti.. Her gün bir çok kadın
yakınları tarafından ya dövülüyor ya bıçaklanıyor üstelik aralarında ya adliye
girişinde veya çıkışında öldürülenleri de bulunmakta. Ortada kadın haklarını koruma
yasası var işlerliği yok. Toplantılara Kadın Haklarını Koruma Derneği’nin bir
üyesi olarak bir gelişme olur hükümet sesimize kulak verir ümidi ile
katılıyorum ancak, hüsranla dönüyorum.
Uçaktan indim topuklu pabuçlarımın
ayağımı sıkması yanında, bavulumun tekerleklerinin terminal karoları üzerinde
koro halinde çıkardığı tak..tuk..sinir bozan seslerine kulak vermemeye
çalışıyorum. Topuklu pabuçlarımı bir elime diğer elime de valizimi alıp, Ankara’ya
giderken arabamı teslim ettiğim havaalanı otopark vale standına ulaştım.
Vale’den otomobilimi getirmesini rica
ettim. Kendim park ettiğimde park ettiğim kat ve park nosuna dikkat etmediğim
zamanlar döne döne arabamı kapalı otopark içinde bulmaya çalıştığım birkaç
olayımı hatırlıyorum. Şu kat ve otopark
nosunu ya yaz ya da aklında tutsana be
hatun. Bunun için otomobilimi vale’ye veririm. Bu sefer 25 dakika oldu vale de
araba da ortada yok. Hava sıcak mı sıcak. Biraz sonra vale ter içinde geldi.
Otomobilimin anahtarını 100 araba anahtarı
asılı olan oda içerisinde zor bulduğunu söyledi. Havaalanına yakın TUYAP Fuarı
açılış günü olduğundan kendi otopark kapasiteleri yetmediğinden Yeşilköy
Atatürk havaalanı otopark kapasitesinden faydalanma talebi karşılanmış. Bu TÜYAP
ın ekstra otopark talebi karşısında vale arabamı kapalı otopark içinde değil,
havaalanı çıkışında yonca viyadük kenarına açık havaya koyma durumunda kalmış.
O tak.. tuk ses yapan ayakkabım ve bavulumun
tekerlek sesinin sinir katsayısı üzerinde baskısı devam ederken yine de, vale’ye
ağır konuşmamaya dikkat ettim. Arabaya bindim araba güneş altında
kaldığından içi fırın gibi. Yüzümün karıncalandığını hissettim. Dikiz aynasına
baktım aynadaki halim bir felaket. Terden rujumun rengi kaybolmuş, rimellerimin
boyası göz altına değil, çene altına doğru akıp orada kurumuşlar. Rimel boyası
biraz daha fazla olsaymış üstüme damlayıp orada kuruması mukaddermiş.
Havaalanı çıkışı bir sorun. Toplam 20
dakika oldu ben hala havaalanı sınırları içerisindeyim. Yeşilköy Atatürk
havaalanından henüz çıkmış değilim ve ömür törpüsü trafiğe daha karışmadım.
Sonunda, girdim trafiğe önüm arkam yanım sağım solum vasıta dolu. Bütün kapalı
açık kamyonet, hususi taşıtlar bir arada aramızda bir TIR eksik. Motorsikletli
olanlar şanslı aradan geçip gidiyorlar. Otomobil içindekiler ellerinde cep
telefonları ile ya eve ya da toplantıya geç kalacaklarını bildiriyorlar. Arada,
sürücü öndeki sıranın ilerlediğini farketmediğinde, arkasında araba içerisinde bulunan
ve elinde telefonla trafik sıkışıklığı durumunu karşıya bildirme sorunu olmayan
ve gözü sıranın bir an evvel ilerlemesini sabırla bekleyen sürücü, “yürüsene be
kornasını” anında kibarca devreye sokuyor.
TEM otoyolu İkitelli civarında medya
binaları sıra sıra görülmeye başladı. Önlerinden ağır ağır geçen değil, arada durarak
ilerleyen taşıt resmi geçidini, sanki müstahaksınız dayanın Istanbul tırafiğine
der gibi bir tavır içerisinde büyük yazılı medya isim panoları ile bizleri selamlamakta.
Bu arada geçenlerde gördüğüm bir
karikatür aklıma geldi. Mezartaşı yazısı şöyle, “Istanbul trafiğinin
düzeldiğini göremeden gitti.” Asgari 3 çocuk sahibi olmayı değil, günde asgari 3 araba trafikten men edilmeli.
İkitelli civarında taşıt akışında bir telli bile bir ilerleme
yok. Araba penceresinden buz kovası içerisinde
tuttukları pet su şişelerini uzatan çocuklar olmasa o sıcakta insan buharlaştığını
hissedecek.
Motoru stop ettim bir ilerleme hareketi
bekliyorum. Açık olan yan koltuk pencere hizamda kasası kapalı bir kamyonet
durdu. O da trafikte ilerleyememe mağdurlarından biri. Motoru hır… hır.. sesler
çıkarıyor. Anlaşılan kamyonet motoru da sıcaktan bunalmış o da hır..hır..sesini
HIRR..HIRR .. büyük harflerle yüksek tempoda çıkarıyor. Benim açık yan camımdan
kamyonetin yan kasa duvarında gülen bir inek resmi ve dilini de çıkarmış bana
doğru bakıyor. Istanbul trafiğinde karşılaştığım zor koşullara kendimi
alıştırma eğitiminin bu kaçıncı safhası yine de kendime empati yaptım. Sevimli
inek gülüşü içimi hafifletti. Hadi ben altımda lüks bir otomobil işim keyfim
yerinde. O trafiği aşıp malını müşteriye yetiştirme peşinde olanları düşündüm.
Babalarının kamyonetine binmiyorlar herhalde. Ekmek parası peşindeler siparişe varıncaya
kadar ekmek paralarının yarısı boşa giden yakıta terk.
Bu sırada o kadar ağır giden trafikte
önümde yarım araba mesafeye burnunu
kibarca sokmaya çalışan bir kamyonet. Arkasına yazmış “Hatalıysam 0 532 444 00
00 ı arayınız. Altında da “sıkıysa arayı” da bir yazı ile desteklemekte. Her
zorluğa karşın, her ortamda kendine bir mizah olanağı yaratan bu ülke insanların
dışında başka bir ülkede yaşayamayacağımı düşündüm. Ancak, içinde bırakıldığımız ekonomik ve
sosyal durum aklıma gelince geçkin yaşımda bile kalkıp başka ülkeye gidesim
geliyor. Gideceğim ülke buradan farklı mı olacak sanki. Hem 40 yaşından sonra
beni kim kabul eder. ABD de yine ırkçılık hortladı. Ukranya, Belarus her yerde
halk ayaklanması protesto sorun dolu gidecek ülke de kalmadı ki.
Dikiz aynasına gözüm kaydığında, kurumuş
limellerimin yüzümü kaplaması beni 10 yaş daha yaşlı gösteriyor. Baktım trafik
iyice durağanlaştı. Bir de CB 100 arabalık konvoyla bir yere gidiyorsa TEM de
yatıya kaldık. Anneannem derdi. “1960 yıllarında, trafik böyle değildi. Boğaz
ve Ada vapurlarında semt sakinlerinin hepsinin yerleri vardı. Nüfus çok azdı ve
kimse kimsenin yerine oturmaz. Kadıköy-Fenerbahçe arasında tramvaylar işlerdi.”
Yorgunluktan ve sinirimden ayağım şişmiş,
topuklu pabuçların ikisini birden hemen ayağımda çıkardım. Çıplak ayak gaz,
debreyaj ve fren oh be.. ne rahatmış. Gaz pedalı iyi de debreyaj ayağıma sert
geldi ayağım pedaldan kayıp duruyor.
Bu kez önümde başka bir kamyonet
peydah oldu. Arka plaka altında
sallanan lastik panosunda bir kamyoncu tekerlemesi yazıyor,
”Sarışın
olsun 5 sene sonra olsun.”
Bu ülke nasıl kadın tecavüzünü azaltsın.
Kendi kafasının içindeki düşünceyi bir
de kamyonetin arkasına tabela olarak asmış. Bakınız bir de sarışın olmalıymış. Bul
bir çakma sarışın 5 sene beklemene gerek yok. Güleyim mi sinirleneyim mi derken
başımı çevirdim bu kez de yan pencerem yakınında bir beyaz renk şık bir otomobil. Adamın boynu
oldukça uzun olmalı ki yan penceremden içeri doğru uzattığı kafası yan koltuğu
düştü düşecek. Hınzır adam ayaklarımı çıplak gördü ya bacaklarımın üst
tarafının çıplak olup olmama durumu ile meşgul.
Birden içimden,
“ Ooo.. beyim madem bana bu kadar yakın
olmak istiyorsunuz. Buyurun bırakın arabanızı yan cep refüj arasına hem
trafikten bir araba eksilir. Gelin benim arabama neyi daha yakın görmek
istersiniz.” diyesim geldi. Yan koltukta bulunan brojürü adamın penceresine
doğru fırlattım.
Yeşilköy Atatürk havaalanından
Zincirlikuyu’ya kadar yaptığım seyahat yarı trajik ama renkliydi. Ancak,
çalışan bir kesim için 2,5 saat bazı durumlarda daha fazla saatin trafikte
geçmesi büyük işgücü kaybı.
Zincirlikuyu’dan ofisimin bulunduğu Hacı
Osman’a kadar arabamı ve kendimi o yoğun trafiğe tekrar sokmamak için Metro’ya
binmeye karar verdim. Istanbul Zincirlikuyu semtinde ortada otopark mafyası, vale
servisi olmayan bir sokakta yol kenarlarına tıka basa park etmiş arabalar
arasında, park ettiği yerden çıkmakta olan bir arabayı sinyallerimi yakarak
bekledim. Araba çıkınca arabamı acele park ettim.
Her an çay kahve ve kek servisi yapan
klimalı Neoplan konforlu şehirlerarası bir otobüs, Ankara’dan Istanbul’a 3,5
saatte geliyor. Neredeyse evlere kadar da servis koyacaklar.TEM otoban yolu
üzeri Ankara’dan Istanbul’a şehirlerarası otobüsle gelseydim Hacı Osman’daki
işyerime üç saat önce varmış olacaktım.
***