Son sınıf ilk dönem sınavlarımı da başarı ile tamamladıktan sonra tekrar
işyerime döndüm. Mutluydum, çünkü ikinci dönemin ilk vizelerinden sonra
memuriyette bir yılımı tamamlayacağım için artık yıllık izin hakkım olacak,
böylelikle sınavlarıma daha rahat ve hiç kimseyi üzmeden gidebilecektim.
Bu arada Müdürlüğümüzde bir kaç kişiye şeflik ünvanı verilmişti. Aygün
hanım da onların arasındaydı. Artık servisimizde iki şefimiz birden vardı.
Ama yine de herkes memur gibi çalışıyordu. Bazı günler ufak tefek sıkıntılar
yaşasak da, her şey yine çok güzel bir şekilde gidiyordu.
Öğlenleri en büyük zevkim, Şefimiz Azize hanımla, Aysel hanımın servisindeki
matbaa elemanı Arslan beyin veya Arslan beyle yine Planlama servisindeki
Aygün hanımın masa tesinisi maçlarını izlemekti. Her üçüde bu oyunu çok güzel
oynadıkları için, aralarındaki maçlar çok zevkli geçiyordu.
Artık işleride iyice öğrenmiştim. Veli beyle birlikte Aygün hanımın üzerindeki
yükü epeyce almıştık. Azize hanım ve Aygün hanım çalışmamızdan son derece
memnunlardı. Onların bu memnuniyeti bizi daha da şevklendiriyor, işimize dört
elle sarılıyorduk. Ama yine de derslere girmek içimde engel olamadığım bir
hevesti.
Yine hafta sonları Eskişehir'e gidip gelmeye devam ediyordum, ama artık eskisi
kadar uzun kalmıyordum. Ya Cumartesi sabah gidip, Pazar gecesi dönüyordum.
Ya da Cuma günü akşam gidip Pazar sabahı dönüyordum. Son sınıf diğer sınıflara
göre bana daha kolay gelmişti. Tabi ki buna sebep biraz da düzenli bir hayatımın
oluşu ve işimde duyduğum huzurdu.
Nihayet son dönem sınavları başladı. Birinci vizeler, ikinci vizeler derken final
sınavları. Hepsinde başarılı oldum, yalnız en sonunda bir tek dersten bütünlemeye
kaldım. Çok şükür bütünlemede de o dersi vererek mezun oldum. Mezuniyet belgemi
aldığımda benim mutluluğum bir yana, annemin duyduğu mutluluk görülmeye değerdi.
İşyerime döner dönmez mezuniyet belgemi, önce şeflerime gösterip, sonra bir
yazı ekinde İdari İşler Amirliğine götürdüm. Bir süre sonra intibakım yapıldı.
İnanmak zordu ama sonunda, Üniversite mezunu bir genç olmuştu. Şimdi yapılacak
bir tek şey kalmıştı.
İlk Cumartesi sabah erkenden, diplomamla birlikte sevgili babacığımın kabrine gittim.
Dört kardeş bir arada -Altmışlı yıllar
"İşte geldim baba, hem de bu defa diplomamla birlikte geldim. Hani bitirmemi
çok istediğin ama sen yaşarken bitiremediğim okulu bitirdim. Şimdi her şey
yolunda ve çok mutluyum babacığım, sen sağken kolay kolay babacığım diyemezdim.
Bak şimdi babacığım da diyorum. Biliyorum seni çok üzdüm. Ama biliyorsun
yaşadıklarım elimde olan şeyler değildi. Hiç bir suçum yokken götürdüler beni
baba, suçsuz yere işkenceler gördüm. Ve hep birlikte çok acılar çektik. Sahi
sana hiç söylemedim değil mi başıma gelenleri, ne sen ne annem ne de bir başkası
hiç kimse, hiç kimse bilmiyordu babacığım. Şimdi beni duyuyor musun bilmiyorum?
Eğer duyuyorsan ne olur üzülme. Bak her şey yolunda artık, hem iyi bir işim
var, hem okul bitti. Affet, affet beni babacığım ne olur."
Sevgili babamız
Gözyaşlarıyla babamın kabrinden ayrıldım.
Dünya ah dünya! Hep dünya deriz de dünyanın ne suçu var bilmem? Dünyayı bu
hale getiren yine biz insanlar değil miyiz? Buyurun işte, bir genç ancak
bukadar kötü durumlara düşürülür. Ya hayatını kaybedenler, işkencelerde ölenler.
Suçsuz yere idam edilenler.
Daha öncedende söylediğim gibi ben en şanslılarından birisiydim. Örneğin
benimle birlikte götürülen arkadaşlardan bir tanesinden bütün aramalarımıza
rağmen ne ailesi ne de biz bir daha hiç haber alamadık.
Doksan dokuzuncu bölüm sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN