Bir Pazar sabahıydı. Sabahın erken saatlerinde Müdürümüz Orhan beyin telefonu ile
uykudan uyandım. Müdür bey bir mesai arkadaşımızın babasının vefat ettiğini ve
köyüne cenazeye gideceğimizi söyledi. Köy yanılmıyorsam Akçaabat'a 20-25 km mesafede
bir yerdi.
Cenazeye gidiş planı ise biraz ilginçti. Müdürümüz Harun beyi ve Rasim bey isimli
yine Trabzonlu bir arkadaşımızı yanına alarak gideceğini, Arif bey, Kerim bey ve
benden oluşan grubun ise Kerim beyin kullanacağı işyerimize ait Anadol kamyonet ile
kendilerini takip etmesini istedi. Aslında her üçümüzde dairedeki Trabzonlu olmayan
bir kaç kişiden birileriydik. Bu nedenle yol planının bu şekilde yapılması bizleri
zora sokmuştu.
Neticede Kerim beye tarif edilen yol üstündeki bir benzinlikte buluşma kararıyla yola
çıktık. Zaten köye gidiş için döneceğimiz yolda hemen o benzinliğin yanındaymış.
Müdür beyler bizden önce yola çıkmalarına rağmen, benzinliğe geldiğimizde henüz daha
yoktular. Bir süre bekledik. Tabi ki o günlerde cep telefonu diye birşey olmadığı için,
daireden çıktıktan sonra bir daha haberleşme imkanımız yoktu.
Benzinlikte yaklaşık yarım saat bekledik. Ama ne gelen vardı ne giden. Herhalde devam
ettiler düşüncesi ile şu an adını hatırlayamadığım bize tarif edilen köye doğru yola
çıktık. Yol boyunca sürekli durarak birilerine köyün nerede olduğunu soruyor, dağ tepe
gidiyorduk. Bazen çok ıssız yerlerden geçiyor, birkaç ev görsek acaba burası mı diyerek
umutlanıyorduk.
Aramızda ki konuşmalarda, bir taraftan gülüyor bir taraftan da biz üç yabancı asla
bulamayız bu köyü diye endişemizi belirtiyorduk. Bir ara geri dönmeyi düşündük ancak
bunu da gururumuza yediremiyorduk.
Bilmiyorum kaç köy geçtik, ıssız yollarda kaç büyükbaş, küçükbaş hayvanı ürküttük, ki
gözlerimiz bizi yanıltmadıysa yol üstünde otlayan bir inek gürültüyle gelen Anadolun
sesini duyunca kendini uçurumdan aşağı bıraktı. Bu arada resmi arabayı gören bazı köylüler
bizi durdurup şikayetlerini bile bildiriyordu.
Nihayet zor da olsa köyü bulduk. Cenaze sahibi arkadaşımız bizi karşıladı ve görünce
çok mutlu oldu. O bize biz de ona Müdür beyleri sorduk. Anlaşılan bizimkiler halen
gelememişti. Başsağlığı dileyip cemaatin arasına karıştık. Gözümüz yine de ha geldiler,
ha gelecekler diye yoldaydı.
Öğle namazını müteakiben cenaze namazı kılındı. Namazdan önce cenazeye iştirak eden
herkesten “helallik” alındı. Bu arada yine yöreye ait bir adetle bizlere bozuk para dağıtıldı.
Bunun sebebini sorduğumuzda "Rahmetlinin bilmediğimiz borçları varsa,ona kefaret olsun"
Diye böyle bir adetleri olduğunu söylediler.
Defin işleminin ardından zaten her yeri yemyeşil olan köyde çimlerin üzerine yer sofraları
hazırlanmıştı. Sanırım çarşı helvası ile zeytini köy ekmeği ile birlikte ilk defa burada yedim.
Yanında güzel bir peynirde olmasına rağmen, zeytinle helvanın bu kadar birbirine yakışacağı
hiç aklıma gelmezdi.
Cenaze sahibi arkadaşımızla vedalaşırken aklımız halen Müdür bey, Harun bey ve Rasim
beydeydi. Ne olmuştu da bizimkiler cenazeye gelememişti.
Geriye dönüş Trabzon'a olduğu için gidişten daha kolay olacaktı. Ama yine de Kerim daha kolay
dönebilmek için köylülerden bilgi aldı. Dönüş yolunda yaklaşık bir kaç km gitmiştik ki, elindeki
bastonu arabaya doğru tutarak yaşlı bir dede yolumuzu kesti. Yolun üstündeki bir köyden olduğunu
söyleyip kendisini oraya bırakmamızı istedi. Ön tarafta üç kişi oturduğumuz için mecburen Anadol
kamyonetin arkasındaki sıra gibi yerlere oturacaktı. Buna razı olunca, bizde dedeyi aldık.
Ancak bununla da bitmedi. Bir müddet sonrada bir nine yolumuzu kesmez mi? Bu durum aramızda
gülüşmeye yol açtı. Eyvah şimdi nineyi dedenin yanına nasıl kapatacağız diye şakalaştık ama
çaresiz onu da aldık.
Onları indirdikten sonra, ara ara bir kaç kişi daha alıp köylerine bıraktık, yani cenaze dönüşü bir
taraftan da dolmuşçuluk yapmış olduk.
İş yerimizin ve lojmanların olduğu tesislere döndüğümüzde Müdür beyleri Lokalde oturur bulduk.
Ne olmuş biliyor musunuz? Yolu bulamamışlar, o nedenle geri dönmüşler...
Yüz on sekizinci bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN