Sacta kızartılmış yufka gibi çıtır çıtır olmuş ağaç yaprakları, birer-ikişer salına salına yere düşüyorlar. İsteksizler tabii ki; yüksekte, ağacın dallarında etrafı seyrederken bugün-yarın çöpçüler gelip süpürüp bir çöp konteynerine atıverecek onları, oradan çöplüğe taşınacaklar ve çöplükte çürüyecekler. Ya da işçiler yapraklardan bir öbek oluşturup, çakacaklar kibriti; sonrası kül olup gitmek... Ya çürümek ya da küle dönüşmek ne fark eder? Bu şartlarda düşmek için istekli olunabilir mi?
Düşen yaprakları seyre o kadar dalmışım ki bir şarkı sesiyle kendime geldim, etrafa bakındım. Şarkı söyleyen Cafer Aga'ydı. O gün ilk defa Cafer Aga'yı bu kadar neşeli gördüm:
Dol karabakır dol
Ağzına kadar dol
Fazla dolma taşarsın
Başına da işler açarsın
Hayret! Sadece Cafer Aga'nın neşeli olması mı beni hayrete düşürdü? Hayır! Camii avlusundaki bankın üzerinde değil de, tuvaletin yanındaki arkalıksız koltukta oturduğunu görünce de hayret ettim. Uzun bir süredir oraya oturmamıştı, çünkü orası Emin'in yeriydi.
Beni gördü, seslendi;
-Kalo olum gel, buranın patronu gene biz olduk. O kalpatan (galiba kalpazan demek istiyor), düzenci, dolancı, yalancı pelivan havalar biraz soğuyunca “Ben kışın çalışmam.” deyip işi bıraktı. Gene iyi dayandı sayılır. Bir ay. Adamın zaten paraya ihtiyacı yoktu, devlet ona sakat parası bağlamış. Bana da vereceklerdi, olmadı; yegenim benim üzerime araba almış. Adamlar incelediler, “Senin üzerinde bir araba görünüyor. Arabası olan kişi yoksul sayılmaz” dediler. Kalo, senin anlayacağın benim bir arabam var. Sen gördün mü benim arabayı? Görmedin. Ben de görmedim. Geçen yıl yegen bir devlet işinde sen şahitlik edeceksin deyip, kafa kâdımı aldı, beni notere götürüp birkaç imza attırdı. Ben ne bileyim benim üzerime araba aldığını!
Öksürmeye başladı. Öksürüğü kesilince bir sigara yaktı.
-Biri yol gösterse de şu yegendeki arabamı alsam. Amma bineriz be Kalo! Ehliyetimiz de yok, sürmeyi de bilmeyiz ama... Ne yaparız? Bir şöfer tutarız, şöfer... Şuraya çek, buraya çek deriz. Canımızın istediği yere gideriz. Seni de götürecem, seni bırakmam ha...
Sigarasından son nefesi çekti, iki parmağının arasına sıkıştırdığı izmariti ileriye fırlattı.
-Artık senin tuvalete girmen de yasak olmayacak. Kimse yokken gir, ihtiyacını gör. Orayı burayı kirletme. Serbestsin, yasak kalktı, bura benden sorulur.
Ayağa kalktı. İki adım atıp durdu.
-Olum Kalo, ben markete gidecem. Tuvalet sana emanet. Giren olursa bir tekliği al, nasıl mı alacan? Oraya bıraksın işte. Vermezse mi? O zaman paçasından yakala. Gene vermezse ısır, korkma ısır, ben seni korurum.
Deyip uzaklaştı. Az sonra da elinde bir poşetle geldi. Bana aldığı sosis ve salamın ambalajlarını açtı.
-Al ye! Mideciğin bayram yapsın. Akşama da esas kutlamayı yaparız. Dedi.
(Devam edecek...)